“Dünyada Türkler ve Ermeniler yok; dünyada iyiler ve kötüler var.”
“Hasretin gerçekliğiyle savrulurken dilinden, dili bellediği Türkçeden hiç uzaklaşmıyor Ozinian. Kökler ve Kanatlar’ı okuyanların öğreneceği şeylerden biri de 'Türkçe Sadece Türklerin mi?' başlıklı birkaç sayfalık yazıda, yeni başlayanlar için Ermeniler ile Türkçenin ilişkisi tarihi olacak.”
Alin Ozinian
Alin Ozinian’la o dönemde yayın koordinatörü olduğu +gerçekTV’de yayınlanan “Editörün Defteri” programım vesilesiyle tanışmıştık. Sonrasında sevgimiz, selamımız baki kaldı. Fakat bir türlü onun “gitmiş bir buralı” olduğu bilgisini hafızama anlatamıyordum. Ta ki bu yıl art arda iki deneme kitabıyla bunu iyice anlatana kadar: İçimizdeki Orkestra ile Kökler ve Kanatlar – Ararat ve Ötesi. 2023’ü kendinde bir şeyleri değiştirerek kapatmak isteyenleriniz varsa, aradığınız kitapların bu ikisi olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Guru-bilmem-hangisi’nin herhangi bir kitabından çok daha fazla şey öğrenecek bu kitapları okuyanlar.
Mesela öncelikle şunu fark ederek yüzünde tatminkâr bir gülümseme oluşacak: Türkçe edebiyat, deneme türünde Alin Ozinian gibi bir kalem kazanmış. Az şey mi? Türkçenin kazandığı bir ismi Türkiye yaşamaktan bıktırdığı için, umalım ki şimdilik, “gitmiş bir buralı kalem” Alin Ozinian:
“Her insanın içinde doğduğu günden itibaren bir orkestra olduğuna inananlardanım. Farklı müzikal janrlara hâkim, sağlam bir repertuarı olan kalabalık ve profesyonel bir orkestra.”
İçimizdeki Orkestra’yı bilmekle kalmayan, ona tüm okurlarını da ikna eden ve orkestraya katan güçlü bir kalem. Kitabın önsözünü kaleme alan Barış Pirhasan, “kurgu ustası” diyerek selamlıyor Ozinian’ı:
“Çok boyutlu, çok katmanlı ve geniş bir ‘kapsama alanına’ yayılan denemeler, önce üslubuyla etkilemeye başladı beni. Sonra kurgu ustalığıyla.
Kimi kendine ait deneyimlerden, duygu ve fikirlerden çıkarak bir yazarı, bir müzisyeni ya da bir insanı tanıtması, kimi bunun tam tersi bir akışla bir kitabı, bir şarkıcıyı, bir devrimciyi tanıtmakla başlayıp kendi dünyasını okura açması...”
Türkler ile Ermeniler arasında ne olduğunu, neden olduğunu, ne olabileceğini, neden olabileceğini ve olamayacağını tane tane ve dil lezzetiyle anlatıyor Ozinian, çünkü: “Dünyada Türkler ve Ermeniler yok; dünyada iyiler ve kötüler var.” Bu sıfır noktasından, “muhtaç olduğumuz” yerden başlıyor anlatmaya. Ermeniler ile Türklerin edebiyatta, sinemada, tiyatroda, siyasi tarihte nasıl birlikte anılar biriktirdiklerinin, birlikte yaşayışlarının tanıklıklarını sunuyor.
Kitabın giriş yazısını kaleme alan Erol Köroğlu ise Alin’in davet ettiği “orkestra yürüyüşünü” işaret ediyor:
“Alin Ozinian’ın yazısındaki eksiltili anlatım, yazarın kendi duraksamalarını okurla paylaşması. Dolayısıyla, sadece Alin Ozinian’ın belli konulardaki düşüncelerini izlemekle kalmıyoruz, onunla birlikte bir patikada bazen tökezleyip bazen bile isteye duraksayarak yürümüş oluyoruz. Bu yürüyüş bizi kitabın sonundaki söyleşiye ulaştıracak. Hrant duruyor orada ve tüm sözü ve hayatıyla ‘dönün, şimdi bir daha yürüyün o yolu’ diyor bize. Kaybı, kederi, hüznü birlikte, çoğalarak hissettiğinizde daha anlamlı yürüyeceksiniz. Daha bütünleşen hayatlar inşa edeceksiniz.”
“İçimizdeki Orkestra”nın son büyük maestrosuyla yapılan son söyleşiyle kapanıyor kitap. Keşke sadece Alin’in kariyerindeki söyleşilerden biri olarak kalsaydı bu kayıt, ama... “Hakkına düşenden fazlası” ile katledilen Hrant Dink, verdiği son söyleşisinde “katlanıyoruz” ama “hâlâ pes etmiş değilim” diyor –du, –hâlâ:
“Yine bakışım çok romantik benim, kimseden mesuliyet ya da özür bekleyen bir insan değilim. Ben kendi halkımın yaşadığı acının farkında olan ve bu yükü taşıyan biriyim. Bu yükü taşırken de hiç kimseden yardım dilenen bir yapım yoktur. O tarihi bilmek, onunla yüzleşmek benim değil bizzat kendi sorunları. Demokratikleşmek adına bunu yapmalılar, bize olan olmuş zaten, onlar kendileri için yapmalılar bunu.
Benim kafamda ne toprak ne tazminat, böyle şeyler de yoktur. Ben daha ziyade geçmişte tüketilen ilişkilerin bu hale gelmesinde, nelerin ve kimlerin rol oynadığının bilinmesi gerektiğini düşünüyorum. [...]
Bazen özellikle Ermeni meselesi karşısındaki duruşumuz sebebiyle hakkımıza düşenden fazlasını alıyoruz gibime geliyor. Bunu hissediyorum, ama katlanıyoruz, hâlâ pes etmiş değilim.”
Alin Ozinian’ın anneannesi ve dedesi (solda), babaannesi ve dedesi (sağda)…
Kökler ve Kanatlar – Ararat ve Ötesi
Orkestra’dan memnun olanları Kökler ve Kanatlar – Ararat ve Ötesi ile bir de mutfak sohbetine davet ediyor Ozinian. Bir yemek kitabından değil, mutfakta konuşulabilecek her şeyden bahsedebilen, o yüzden de iyi bir tarih, hatta antropoloji kitabından bahsediyoruz. Önsözünü yazan Hercules Millas’ın “Kökler ve Çiçek Açacak Ağaçlar” başlıklı yazısı bütün olacaklara hazırlıyor okuru:
“Elinizdeki kitap belki bir yemek kitabıdır!
Bu kadar çok yemek tarifini, böylesine ayrıntılı bir biçimde yemek kitaplarında bile bulamazsınız. [...]
Ama yavaş yavaş yemeklerin farklı işlevlerini görmeye başlarsınız. Meğerse yemek ile kimlik iç içeymiş. [...]
Yani bu kitap bir kimlik çalışması olabilir. Okudukça Ermeni tarihini ve Ermenileri ne kadar az tanıdığımı anladım. Tarihî olayları biliyordum ama insanların üzerindeki etkilerini, bıraktıkları izleri, açtıkları yaraları, yaşattıkları özlemi, çağrıştırdığı duyguları ilk kez böylesine derinlemesine okuyordum. Sık sık bir yemek tarifiyle birlikte.
Bu kitap bir tarih kitabı da olabilir! [...]
Ermenilerin dünya kültürüne katkılarını ve bu insanların Türkiye ve Türkiye tarihiyle nasıl yakından ilişkili olduklarının bilincine vardım bu kitabı okurken.”
Ozinian’ın kaleminin sahiciliği sadece bilgi birikiminden değil, tüm verilerin düpedüz kendi bedeninin içinden geçerek kanının, etinin, kemiğinin süzgecinde işlem görmüş olmasından kaynaklanıyor. Şu iki uzun alıntı kitabın dağılmamasını sağlıyor, ama iki ucundan da okuru sar(s)ıyor:
“Oldukça küçük yaşta duyduğum ‘Bana sokakta sakın bir daha mama deme!’ ile başlayan bir kendini ve memleketini tanıma hikâyesinden kesitler var bu kitapta.
Önce annemin artık beni sevmediğini sanmam; fakat hızla istenmeyenin ben değil, kimliğim olduğunun derin idraki.
Ben ve benim gibilerin memleket sevgisi karşılıksız aşklara benzer. En derinden, en büyük tutkular ile sevdiğinizin, aslında sizi pek de sevmemesinden, sevememesinden, sevmek istememesinden bahsediyorum. [...]
Bu kitaptaki yazıların bazıları kanat açmaya hazırlanırken, bazıları uçarken, bazıları yeni gökler bulmuşken, bazıları irtifa kaybederken, bazıları kızgınken, bazıları ise çok özlerken yazıldı.
Memleket hasreti gerçek olmasaydı, sürgün bir ceza olabilir miydi?
Gönüllü ya da gönülsüz, bilinçli ya da bilinçsiz, her giden bilir bunu.”
[...]
“Bir ülkeyi, hele doğduğu ülkeyi terk etmek kolay iş değil, ama saydıklarımı yaşamak, hazmetmek, o sistemin bir parçası olmak zorunda bırakılmak ile barışabilmek de bir o kadar olanaksız.
Gerçekten çok sevdiği topraklarda, memleketinde, ‘hain’ ve ‘bölücü’ olarak suçlanmak kolay değil.
19 Ocak’ta Dink’in üç kurşunla öldürülmesi ve Gobelyan’ın memleketini özleyen yengeci...
İki gerçek arasında savrulursunuz...
Daha uzun süre savrulacağınızı bilerek.”
Hasretin gerçekliğiyle savrulurken dilinden, dili bellediği Türkçeden hiç uzaklaşmıyor Ozinian. Kökler ve Kanatlar’ı okuyanların öğreneceği şeylerden biri de “Türkçe Sadece Türklerin mi?” başlıklı birkaç sayfalık yazıda, yeni başlayanlar için Ermeniler ile Türkçenin ilişkisi tarihi olacak. Sonra da şunu unutmaması gerektiğini anlayacak:
“Memleket kadar, dil de Türkçe de hepimizin. Ve ben onu çok seviyorum. Öyle ki, daha uzun süre, ömrüm yettikçe Türkçe konuşacağım, yazacağım, hatta şarkılar söyleyeceğim.”
Şarkıları birlikte söyleyebilmek ümidiyle yılı kapatırken, yılın kitabını tanıtma yazısını da Alin Ozinian’dan bir işaret fişeğiyle tamamlayalım:
“Yazar Max Lucado ‘Orkestrayı yönetmek isteyen, sırtını kalabalığa dönmelidir” diyor. Fena fikir gibi gözükmüyor...”
Önceki Yazı
Bilme ve anlama yolları ve bilim
Evvel Zaman'da, ilk baskısı Adam Yayınları tarafından 1985'te yapılan Zenon üzerine Ayşe Buğra'nın 6 Mart 1986'da Cumhuriyet gazetesinde çıkmış yazısını yayımlıyoruz. Marguerite Yourcenar'ın Zenon'u Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından geçtiğimiz günlerde yeniden basıldı, Ayşe Buğra'nın yıllar sonra K24 için “Zenon'u Yeniden Hatırlamak” adında küçük bir ek yazmasıyla, okuyacağınız yazı da “genişletilmiş ikinci baskı”sını yapmış oluyor...
Sonraki Yazı
Haftanın kitapları – 52
K24'te yılın son vitrini... Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevleri tarafından bize gönderilen, dikkatimizi çeken; okumak ve üzerine yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar: Bergama Vapuru / Cumhuriyet Fikri / Gelecek Tarihtir / Hayatı Yeniden Kurmak / İstanbul Hikâyeleri / Kitap Tekerleği / Sessizlik Çağı / Sınırları Aşan Dilbilim / Sürgün Sanatı / Violeta