Dilin gevezelik işlevi
“Laurent Binet, gerçeğin değil sözün histerisini hikâye etmekte, gülünç ve yararsız olanı bir anlatı destanına dönüştürmekte ustadır. 'Yeni okur' için sevinçle, 'has edebiyatçılar' için acıyla karşılanan paradigma değişimi belki de bu noktada yatar: Kendi başına sonsuz bir gösteriye dönüşen edebiyat.”

Üstte soldan sağa: Julia Kristeva, Michel Foucault, Umberto Eco. Altta: Roland Barthes, Gilles Deleuze, Jacques Derrida.
İşgal’den başlayarak komşusuyla, bakkalıyla, vatmanıyla, kiosk çalışanıyla, sütçüsüyle ihbar-gözetleme-takip ihtisası konusunda kimsenin eline su dökemediği Fransız halkı, edebiyat skandalları konusunda da birinciliği kimseye kaptırmaz: Michel Houellebecq için annesi kendini çocuklarına adamaktansa sevgililerine adamayı tercih eden yozlaşmış bir hippi, iflah olmaz bir egosantriktir. Çocukluğunda kendisini bir kez olsun okşamamış, kucaklamamıştır. Anne Lucie Ceccaldi’ye göreyse, oğlu zaten birini sevmekten acizdir. Ama haksızlık etmek istemez, köpeği Clément’i severek ilerleme kaydetmiş olabilir! Asıl adı Eddy Bellegueule’ü değiştirmeden önce, Türkçeye Eddy’nin Sonu olarak çevrilen kitabı En finir avec Eddy Bellegueule’ün kamusal tanıtım konuşmalarından birini yapan Edouard Louis, bir anda salonu basan annesinin, kız ve erkek kardeşlerinin, “Bizi ne biçim anlatmışsın, asla bu kadar yoksul olmadık, asla kimseye nefret duymadık” bağrış çağırışı arasında orayı terk eder...
Daha öncesine, 1949’a gidelim: İlk romanı Ravages’ı yazmaya başladığında Simon de Beauvoir tarafından Les Mandarins’den aldığı Goncourt para ödülüyle uzun süre maddi olarak desteklenen Violette Leduc, 1964’te yayımlanan La Bâtarde romanının başarısı ve Goncourt’a aday gösterilmesinin ardından, aynı Simon de Beauvoir’ın 1949’dan bu yana ona ödediği meblağların geri ödenmesi talebiyle karşılaşacaktır. İkinci Cinsiyet’in yazarına göre bu karar Violette’i kendisiyle eşit bir zemine oturtmayı, böylelikle de aşağılık kompleksinden kurtulmasını sağlar. Skandallar, skandallar…

Dilin Yedinci İşlevi
çev. Melis Oflas
Siren Yayınları
Eylül 2024
368 s.
Bu yüzden, bir yanına, r’leri yuvarlayışından Bulgar olduğu anlaşılan bir kamyonet sürücüsü tarafından ezilen Barthes’ı, yaşarken hakkındaki “sauna âlemleri” dedikoduları ayyuka çıkan Foucault’yu, 1 Nisan 2018’de The New York Times’ta Bulgar casusluk servisleriyle ilişkileri aşikâr edilen Julia Kristeva’yı,[1] kocası Sollers’i, karısını boğmayı kafasına koyan Althusser’i,[2] tek tabanca Derrida’yı, uzun tırnaklı Deleuze’ü, retorik tartışmalarının büyük organizatörü, usta Eco’yu ve daha pek çoklarını; bir yanına da yapmacık jestleri, abartılı hitabetiyle Fransızların hafızalarına kazınan Giscard’ı, çok-yüzlü, sanat dostu Kültür Bakanı Jack Lang’ı, 1981’de nihayet sol için zafer umudu olan François Mitterrand gibi politikacıları –ve onlar hakkında doğrusu eğrisi birbirine dolanmış uzun hikâyeleri– alan Binet’nin bu yakıştırmalar cennetinde sırtı yere gelmez. O derece gelmez ki, romanı açan ve kendisi de gerçekten bir trafik kazasında ölen Roland Barthes’ın üzerinde, kaza esnasında dilin yedinci işleviyle ilgili bir belge taşıdığı kurgusunu eklemesiyle French Theory’nin neredeyse bütün filozoflarını bir karnavalda buluşturur. Ünlü göstergebilimci, Mitterand’la yediği bir öğle yemeği sonrasında başına gelen kazadan birkaç gün önce, dilbilimci Roman Jakobson’un vaktiyle belirlediği ilk altı işleve ek olarak dilin yedinci işlevini keşfedecektir. Entelektüel çevrelerle hiç ilgisi olmayan, sola alerjisini her fırsatta dile getiren Komiser Jacques Bayard ve Vincennes Üniversitesi’nden sol görüşlü bir dilbilim hocası Simon Herzog’dan oluşan soruşturma ekibinin belgenin peşine düşmesiyle, Barthes’tan çalınan ve bir türlü bulunamayan dilin bu yedinci işlevi, o andan itibaren en ateşli arzuların nesnesi haline gelir: Bir polisiye romanı havasında, ‘80’li yılların dedikodusu bol entelijansiyası, aralarına yine dönemin politikacılarını katarak, suçlu ya da masum, tanık ya da suç ortağı, başrolde ya da yardımcı rollerde arz-ı endam edecektir. Akciğerleri ezelden kırılgan olan Barthes öldürülmüş müdür? Siyasi ve edebi bir komplonun kurbanı mı olmuştur?
Ama zaten başta psikiyatri, tıp, hapishane sistemi olmak üzere toplumsal kurumlara yönelik eleştirileriyle, cinselliğin, iktidarla bilgi arasındaki karmaşık ilişkilerin tarihiyle Foucault’nun; ailenin, medyanın, dinsel örgütlenmelerin ve en önemlisi propagandanın çerçevesini çizdiği Devletin İdeolojik Aygıtları’yla Louis Althusser’in, “okurun doğumunun bedeli yazarın ölümüyle ödenmek zorundadır” diyerek Sainte-Beuve’e karşı çığır açan Barthes’ın ya da romanda geçen Derrida’nın, Jean Baudrillard’ın kuramlarının birbiriyle çarpıştırıldığı bir kurgu, romanın çıkışının Barthes’ın yüzüncü doğum yıldönümüne denk getirilmesi, çarşaf çarşaf reklamının yapılması, filmini çekebilecek yönetmenlerin isimlerinin dahi önceden zikredilmesiyle hedeflenen kitleyi elbette “yakalayamayacaktır”. Bu yüzden “piyasanın” Binet’ye, okurun da dönemin entelektüel freskine değil, daha çok bize kadar ulaşan onun maceralarına, çılgınlıklarına ihtiyacı vardır. Komiser Jacques Bayard ve Herzog, “herhangi bir belge” olmayan bu kayıp notun peşinde kâh felsefeci kâh politikacı sorgularken, Café de Flore’de oturmuş, elinden Gitanes sigarası düşmeyen Sartre klişesi başta olmak üzere, Saint Sulpice, Clichy Meydanı, La Coupole, sağlı sollu Seine kıyıları, ünlü metro duraklarıyla Paris bu maceralara fazla fazla hizmet eder.

Bir edebiyat paparazzisi yapıyoruz. Bu entelektüel figürler hakkında zaten bilmediğimiz bir şey yok. Dedikoduların üzerine bire beş koyarak gerisini yüksek sesle hayal edebiliriz; neredeyse altmış yıl evli kaldığı kocası yazar Philippe Sollers’e mutfakta dana yahnisi yapan feminist, psikanalist Julia Kristeva, karısına bağırmamaya çalışan Althusser, purosunu tüttüren Lacan, sauna sahnesinde, Bayard ve Herzog’un sorgusu sırasında, Foucault’nun bir yandan genç bir erkekle sevişmesi, bir yandan da erkek eşcinselliğinin tarihinden bahsetmesi, Deleuze’ün “hareket imgesinin” bir amfitiyatrodaki teşrih masasında sevişme pozisyonlarıyla açıklanması, araya giren özet Wikipedia bilgileri, Saussure’ün, Eco’nun dilbilim anlayışı, Barthes’ın dilbilimi anlambilime genişletmesi… Sahne arkasını bilmeyen ya da “tabii ki Sollers’in kim olduğunu biliyorum”, “elbette Derrida’ya gülebilirim” parodisi ve pastişin ötesinde, bütün diyalogları öngörülebilirliğe yerleştiren bir dünya. “Düşüncenin burjuva teatralleştirilmesi” derdi Sollers, hayatta olsaydı.
Ayrıca, ilk romanı HHhH ile Goncourt Ödülü’nü alan Binet gibi bir yazar, her dedikodunun histerik bir hal alması gibi, gerçeğin değil sözün histerisini hikâye etmekte, gülünç ve yararsız olanı bir anlatı destanına dönüştürmekte –arkasına Paris Üniversitesi’nde edebiyat profesörlüğünü alarak– bu teknik bilgi birikimini her türlü mikrokozmosa uygulamakta elbette usta olacaktır. “Yeni okur” için sevinçle, “has edebiyatçılar” için acıyla karşılanan paradigma değişimi belki de bu noktada yatar: Kendi başına sonsuz bir gösteriye dönüşen edebiyat. İronik bir biçimde, meşhur Çağdaş Söylenler’de Barthes için kaç (catch, güreş) bir spor değil gösteriyse, Dilin Yedinci İşlevi de edebiyat değil bir gösteridir:
Kaçın temel özelliği aşırı bir gösteri olmasıdır. Eskil oyunların da özelliği olması gereken bir abartma buluruz onda… Kaç en pis Paris salonlarının dibinden, büyük güneşsel gösterilerin, Yunan tiyatrosunun ya da boğa güreşlerinin doğasına katılır: Burada ve orada, gölgesiz bir ışık-kıvrımsız coşku hazırlar.
… Yanlış olarak amatör kaçı diye adlandırılan gerçek kaç kenar mahalle salonlarında oynanır; burada izleyici, tıpkı kenar mahallelerin sinema izleyicileri gibi, dövüşün gösterisel doğasına kendiliğinden uyar. Sonra aynı insanlar kaçın hileli bir spor olmasından yakınırlar…[3]
Barthes’ın bahsini ettiği kaç sporunda izleyici için önemli olan inandığı değil, gördüğüdür. Kaçla boks iki ayrı şeydir. Boksta izleyicinin gözleri önünde kurulan bir “tarih”tir; tersine kaçta anlaşılır olan tek tek anlardır ve yan yana sıralanan anlamların hemen o anda okunmasını gerektirir. O bir gösteriler toplamıdır, bu gösterilerin hiçbirinin de bir işlevi yoktur. Böylelikle kitleye sunulan, acının, bozgunun ya da hatta adaletin büyük gösterisidir. Kaç insanın acısını tragedya maskelerinin bütün abartısıyla sunar. Dilin Yedinci İşlevi’nde de bu düşünür ve yazarları yanlış yorumlayarak, karikatürleştirerek, abartarak onları tanımlamak değil, tanınabilir, görünür hale getirmek söz konusu olabilirken, aynı şekilde gösterge niteliğinde bir giyim detayı ya da lüks bir aksesuar da komik-pitoresk gevezelik haline geliyor. Bu yüzden göstergebilimci Herzog bir bakışta ruhları ve kalpleri araştırabilen ve kötü ütülenmiş bir takım elbiseden şu tahminleri yapabilen kişidir:
“… ordudaki göreviniz basit bir askerlik hizmetinden ibaret değildi; sizde öyle kalıcı bir iz bırakmış ki, oradan gelen bazı bilinçdışı alışkanlıklar hâlâ duruyor. Yani büyük ihtimalle savaşa katıldınız ama Çinhindi’nde savaşacak kadar da yaşlı değilsiniz, ben de bu yüzden Cezayir’e gönderildiğinizi düşündüm. Polis kuvvetlerinde çalışıyorsunuz, yani mecburen sağcısınız, zaten öğrencilere ve entelektüellere düşmanlığınız da bunu doğruluyor… fakat eski bir Cezayir askeri olarak, de Gaulle’ün getirdiği bağımsızlığı ihanet saydınız, bu yüzden de de Gaulle yanlısı Chaban’a oy vermeyi reddettiniz.” (s. 36)
1970’lerin başı, Barthes’ın yapısalcı formalizmden uzaklaşıp daha üstlenilmiş bir öznelliği tercih ettiği yoğun bir yayın dönemiydi, dolayısıyla öldüğünde, üzerinde böyle bir belgenin olması zayıf bir ihtimaldi diyerek kurguya, ya da idolleri çürütmek bazen faydalı olsa da o dönemin yazarlarının yarattığı sistematik yapıya eşlik eden alaycı ton okuma zevkinin önüne geçiyor diyerek üsluba itiraz etsek de, kendini polisiye türünün bir pastişi olarak sunan, “Fransız teorisi”nin farklı düşünce okullarının izinde, roman ve dil üzerine hiçbir şey söylemeden dizginsizce konuşan Dilin Yedinci İşlevi’ni bağrımıza basıyoruz.
NOTLAR
[1] Bu mevzudan “sürükleyici” bir roman konusu çıkmazdı elbette: Nisan 2018’de The New York Times, Julia Kristeva’nın Bulgar casusluk servisleriyle bağlantıları hakkında bir haber yayımladı; komünist dönemin gizli servislerinde çalışmış kişileri tespit eden Bulgar komisyonu, Kristeva’nın “Sabina” kod adı altında Devlet Güvenlik Komitesi’nin ilk departmanının işbirlikçisi olduğunu duyurmuştu. Bu arada, Kristeva’nın ‘80’lere kadar ‘68’in, Michel Foucault, Jaques Lacan, Philippe Sollers gibi şöhretlerin takma adlarla yer aldığı bir arkadaş grubunun, her biri birer Samuray olan bu kahramanların anlatıldığı Samuraylar (Les Samouraïs, Gallimard) ve seri cinayetleri konu eden tarihi ve metafizik bir gerilim polisiyesi Bizans’ta Cinayet isimli iki romanı olduğunu da hatırlatalım.
[2] Aynı şekilde bu mevzudan da: Louis Althusser karısını boğduğunda, kamusal alanda ânında delilik tezi ortaya atıldı. Psikolojik argümanlar soruşturma sırasında kendisini temize çıkarmasına olanak tanıdı, polis nezaretine alınmadı. Francis Dupuis-Déri’ye göre, “Aklı başında bir bilimci olarak tanınan Althusser, kendisini deli ve dolayısıyla cinayetten sorumlu tutulamaz olarak sunmak için bütün gücünü harcadı”. Yargı makamları konuyu ele almadan önce, bir savunma hattı oluşturan Ecole normale supérieure yönetiminin, terapistlerinin, arkadaşlarının ve müritlerinin sarsılmaz desteğinden yararlandı. 2023 yılında Louis Althusser’in karısı Hélène Rytmann’ın son günlerine ilişkin bir araştırma yayımlayan Liberation gazetesinin yaptığı bir ankette toplanan ifadeler, Paris’ten uzakta, partneri tarafından tacize uğrayan mutlu bir kadının portresini çizer. Olay o dönemde yeni yeni ortaya çıkan bir kavram olan kadın cinayetininözelliklerini (bilhassa kadının eşinden ayrılma arzusu noktasında) yansıtır.
[3] Roland Barthes, “Kaç Dünyası”, Çağdaş Söylenler, çev. Tahsin Yücel Hürriyet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1999, s. 3.
Önceki Yazı

2024'ten bende kalan kitaplar
“Ahmet Rasim çok kısa, çok öz yazar. Fakat bir vapurdaki gürültüleri bile yazıyla ifade etmeyi başaran, gerçek bir yazma virtüözüdür. Kıymetini de bugünkü Türkçede ve edebiyatta, muhtemelen ona kısmen de özenen Salâh Birsel’den başka bilen olmamıştır.”