• HAKKINDA
  • YAZARLAR
  • YAZILAR
  • İLETİŞİM
  • DENEME
  • DOSYALAR
  • EDİTÖRDEN
  • ELEŞTİRİ
  • ENGLISH
  • EVVEL ZAMAN
  • HABERLER
  • HER ŞEY
  • İNCELEME
  • KİTAPLAR
  • PORTRE
  • SANAT
  • SİNEMA-TİYATRO-TV
  • SÖYLEŞİ
  • SORUŞTURMA
  • SPOR
  • TADIMLIK
  • TARTIŞMA
  • VİDEOLAR
  • VİTRİNDEKİLER

John Williams, Dag Solstad, Wilhelm Genazino:

Erkekler nasıl yaşlanır?

“John Williams, Dag Solstad ve Wilhelm Genazino erkeklik hakkında yazan üç yazar. Kitaplarında kadınlar var, ama daha çok erkek kahramanların tahayyülleri, niyetleri ya da hayal kırıklıkları olarak; kitaplar erkekliğin durumları ile ilgililer. Erkeklik deneyimine –demeliyim– bu kadar yakından bakma cesareti olan bu üç yazarla ilgilenmemek zor.”

Dag Solstad, Wilhelm Genazino, John Edward Williams (soldan sağa).

FATİH ÖZGÜVEN

@e-posta

DENEME

25 Mayıs 2023

PAYLAŞ

Hırs ve tutkuyla, savaşarak ve pes ederek, kendilerini muktedir sanarak, ince ince hesaplar yapıp hesaplarında yanılarak ya da sadece avare avare; John Williams, Dag Solstad ve Wilhelm Genazino erkeklik hakkında yazan üç yazar. Kitaplarında kadınlar var, ama daha çok erkek kahramanların tahayyülleri, niyetleri ya da hayal kırıklıkları olarak; kitaplar erkekliğin durumları ile ilgililer. Erkeklik deneyimine –demeliyim– bu kadar yakından bakma cesareti olan bu üç yazarla ilgilenmemek zor.

John Edward Williams

John Edward Williams –onu, hem film müzikleri bestecisiyle karıştırmamak için hem de karakterlerinin kendilerini ciddiye alma eğilimine atfen üç ismiyle anmak yerinde olur– hâlâ 19. yüzyıldaymışız gibi Bildungsroman/yetişme romanı’na duyduğu samimi inançla Stoner, Augustus ve Kasap Geçidi adlı üç roman yazmış. Romanların su gibi okunabilirliklerinin de, düz hayat çizgilerine samimiyetle inanmalarının da hem sebebi hem sonucu olan Bildungsroman etkisi Stoner’ın başından belli. Amerika’nın bir yerlerinde bir köy enstitüleri sahnesi çizerek açılan romanda bir çiftçi çocuğu tarım okumak için gittiği üniversitede edebiyatı keşfeder. “Gelecek hakkında planları yoktu ve kimseye de bu belirsizlikten bahsetmiyordu”; çünkü o âna kadar Stoner’ın “hayatta olup bitenlerden bahsetmeye yarayan şey”le, edebiyatla ilgisi olmamıştır. “Sone nedir Mr. Stoner?” diye sorar dersin hocası – edebiyatla çoktan hemhal olmuş diğer çocukların atak cevaplarının tersine, bu soru Stoner’ın zihnine bir mantra gibi iner, sadece kekeler.

Kitapları geç keşfeden Stoner sonelere ve Shakespeare’e iman etmeye karar verir. Bir üniversite profesörünün hayatı olarak devam edecek hayatı başlar ve biz bu hayatı ölümüne kadar izleriz. “Arkadaşları yoktu ve hayatında ilk kez olarak bu yalnızlığın farkına vardı.” Stoner’ın kitaptaki hayatının başında kurduğu cümle, romanın Stoner’ın ölümünü anlattığı müthiş bölümde de geçerlidir. Belki o aydınlanma geç gelmiştir, kitapları geç keşfetmiştir, belki kitapları hayatına tercüme edememiştir, –çünkü yaşamak için bu gereklidir,– belki yeterince sinik değildir, kitaplara fazla samimiyetle inanmıştır; onun kitaplarla olan macerası için bütün bunları söyleyebiliriz. Her halükârda, yaşlı Stoner genç Stoner’dan farklı değildir; sonunda kendisi de Stonerdiye bir roman olan bu hayatı izlerken, yaşlanmak en başta seçtiğimiz yolda şöyle ya da böyle yol almak gibi bir şeydir diye düşünebiliriz.

Augustus’un kahramanı Roma İmparatoru Octavius Caesar, nam-ı diğer Augustus için ise hayat ve seçimler başından beri berrak ve net gibidir. Williams, Julius Caesar’ın manevi oğlu olan bu “seçilmiş”, “önünü gören”, narin bünyeli ama dayanıklı adamın hayatını kendi ağzından ve başkalarının ifadeleri, mektupları, yazıları, dedikodular üzerinden anlatır. Hayatının sonunda bilmem kaç cihanın sultanı olan Augustus şunu düşünecektir: “İnsan kendini yaptıklarının neticeleri konusunda kandırmaz, insan kendini o neticelerle rahatça yaşayabileceği konusunda kandırır.”

Yaşlılığın bu buruk bilgeliği ölüm döşeğinde Stoner’ın zihnine de uğramış olabilir.

Kasap Geçidi ise kendince idealleri olan genç bir adamın Vahşi Batı’da geçen “çıraklık yılları”nı anlatır. Görmüş geçirmiş, her biri kendince deli üç yaşlı adamın yamacında vahşi bir mesleğin inceliklerini öğrenen, bu uğurda küçük sermayesini de batıran bu Bostonlu çocuğu Bildungsroman’ın “çıraklık yılları” evresinin sonunda bırakır Williams. Bir şey öğrenmiş midir? Belki, belki de hayır, ya da belki dönüp Stoner ve Augustus’u yeniden okumalıyızdır.

Dag Solstad

Dag Solstad’nın Kuzey Avrupalı erkek kahramanları ise hayatları ve ilişkileri hakkında büyük, önemli kararlar verir, büyük dönemeçler çizer gibidirler. Hayatlarını değiştirirler, şehirden şehire taşınırlar, bir kadını kazanır ya da terk ederler, bir çocuğu evlat edinir, bir diğerinin hayatın akışına karışıp kaybolmasını önlemeye çalışırlar, vs. vs. Bunlar büyük kararlardır, fakat hepsinin dibinde bir karardan çok kararsızlık ya da roman kişilerinin varoluşlarıyla ilgili bir “hata” var gibidir. Ve bu onları hayatları boyunca takip eder. En iyi romanlarından biri olan T. Singer adeta şunu sorar: “Bir insan doğru olan her şeyi yapar da gene de yanlış sonuçlara nasıl varır?”

Bu, neredeyse absürd denecek fakat can alıcı bir noktadır. Zaten roman da bu meseleyle açılır: “Singer’in kendine özgü bir utanma sorunu vardı; kesinlikle gündelik bir sorun değildi ama arada sırada şu ya da bu tür utanç verici bir yanlış anlamanın sıkıcı anısı olarak ortaya çıkıyor, olduğu yerde kaskatı kesilmesine neden oluyor, yüzünde beliren çaresiz ifadeyi iki eliyle birden örtmeye çalışırken yüksek sesle ‘Hayır, hayır!’ dedirtiyordu ona (…) başkalarının karşısında kararlı, açık bir kişiliği varmış gibi davranıyor olabilir ama kendi gözünde kararsız, kişiliksiz biri ve böyle olmayı yeğliyor.”

Kütüphaneci, diplomat ya da üniversite hocası, Solstad kahramanı bütün erkekler böyle bir utanç ya da “eksiklik”ten mustarip gibidirler. Yaşadıkları rasyonel, iyi düzenlenmiş, özgür iradeye saygılı toplum sanki aslında bu küçük, öngörülemez “hata”lar için bir pay bırakmamıştır. Bu yüzden Solstad kahramanlarının hikâyenin belli bir noktasında ayakları sürçer, kurdukları denklemler sarsılır; üstelik bu, o yapıları o âna kadar az çok idare ettikleri orta yaşlarına doğru olur. Onlar küçük kaçakları öngöremeyen teknik adamlar gibidirler. Birden yaşlılığın eşiğinde yıkımla karşı karşıya gelirler. Olayların sakin sakin ilerleyen akışı, art arda Solstad romanı okuduğunuzda okuru gizli bir gerilimle, olay örgüsüyle ilgili, neredeyse polisiye romana özgü bir “acaba şimdi ne olacak?” duygusuyla baş başa bırakır. Bir Solstad romanı, Norveç’in doğa manzaralarının sürrealist denecek kadar ayrıntılı tasvirleriyle de bu duyguya önemli katkıda bulunur.

Wilhelm Genazino

Beş yıl önce ölen, Türkçede Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk, O Gün İçin Bir Şemsiye gibi romanlarıyla tanınan ve kendine haklı olarak tiryakiler edinen Wilhelm Genazino ise flaneur’lüğü yeniden keşfeder. “Genazino tiryakiliği”, Solstad’yı –her romanındaki erkeklerin aynı yanlış adımları atacağını bildiğimiz halde– elimizden bırakamayışımıza benzer. Ama farklıdır. Genazino’nun erkek kahramanları –hatta belki de bütün romanlarının tek erkek kahramanı– için hayat güzelce dertop edilmiş ama çok geçmeden çözülmez hale gelecek bir yumak değil, kendi akışı içinde uzayıp giden bir ipliktir.

Genazino-adam, durmadan sokaklarda nasıl dolanıyorsa hayatta da aynı başına buyruklukla gezinir. Zapt-u rapta gelmeyecek flaneur’lüğü bir tavır, bir program haline getirmemesi ise belki de romanlarının asıl cazip tarafıdır… Katışıksız bir aylak adamdır. Çevresinde bir sürü kadın karakter vardır. Eski sevgililer, yeni gözağrıları Genazino-adam için durmadan bir şeyler yaparlar. Bu yumuşak, kadın seven adam için durmadan hayatı kolaylaştırırlar, angarya gibi görünse de bu çabalar onlara da iyi gelir gibidir.

Genazino erkeklerinin bir yerlerden ufak tefek bir şeyler yürütmeye varan aylaklığının ardında bir hüzün okumak isteyenler için ipuçları mevcuttur: “Bu mağazada birinin bana dünyada olmayı isteyip istemediğimi sormasını diliyorum.” Ya da çocukluğun hayaletine işaret etmek üzere: “Çocukluğumun, çocukluğum hakkında bir anlatıya dönüşmesini istemiyorum, onu gözlerimin arkasında ısrarla bekleyen, somurtkan, çetrefil, ısırgan bir şey olarak saklamak istiyorum.” Buradan da bir şey çıkmaz; Genazino sadece “şimdi”yi anlatıya dönüştürmekle ilgilenir. Bazen avareliğin su yüzeyinde bir kıpırtı, bir ürperiş belirir: “Bir zaman bir insanı yarım yamalak anlasam bir önce tanıdığım bir insanı hatırlamadan edemememin ne kadar sefil bir durum olduğu…” Genazino-adamlar için yaşamak böyle bir şeydir.

Yaşlanırlar ve ölürler. Eğer ta başından beri yaşlı, çocuk ya da birer çocuk yaşlı değillerse. Madonna’nın diyeceği gibi: “Hayat bir sırdır / Herkes tek başınadır...”

 
Yazarın Tüm Yazıları
  • Augustus
  • Dag Solstad
  • John Edward Williams
  • Kasap Geçidi
  • Mutsuzluk Zamanlarında Mutluluk
  • O Gün İçin Bir Şemsiye
  • Stoner
  • T. Singer
  • Wilhelm Genazino

Önceki Yazı

ELEŞTİRİ

Elli yıl sonra Devlet ve Tabiat  

ve 1973 kavşağında politik şiir

“Ece Ayhan, İkinci Yeni’den çıkmadı; bütün tarihsel-kronolojik ilişkilere rağmen spekülatif şekilde belirtirsek İkinci Yeni, Ece Ayhan’dan doğdu. Ama İkinci Yeni, Ece Ayhan’ı ilk günden itibaren reddetti. Onu biçimsel bazı özellikleriyle benimsedi kuşkusuz ama özüyle, problemleriyle hiç ilgilenmedi. Ece Ayhan, Türk şiirinde yapayalnız bir isim, sorunsallarıyla bambaşka bir burç olarak sivrildi ve hâlâ ağır bir yeraltı suyu olarak akıyor...”

HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Sonraki Yazı

ELEŞTİRİ

Lenz ya da şizoid duyum

“Büchner daha çok oyunlarıyla, Woyzeck’le, Leonce ile Lena’yla, Danton’un Ölümü’yle tanınan bir yazar. Lenz’se diğerlerine kıyasla daha az bilinen ama Büchner’in düzyazının sunduğu olanakları zincirlerinden boşanırcasına kullandığı bir metin (ya da daha net ifadesiyle, bir novella). Ve Büchner’in diğer eserlerinde de (özellikle de Woyzeck’te) ortaya koyduğu ele avuca sığmaz bir ruh halinin, bir ifadenin en yoğun örneği.”

HASAN CEM ÇAL
  • P24 Logo
  • Hakkında
  • İletişim
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram

© Tüm hakları saklıdır.
Designed by Katalist