Çocuk yoksulluğunu kim anlatacak?
“Kitlesel göç, küresel krizler çağında boyundan büyük dertlerle başa çıkmaya çalışıyor çocuklar. Edebiyat sorunları çözmeye yeterli değil elbette, ama birbirlerini anlamaları, yalnız olmadıklarını hissetmeleri, dünyanın bin bir haline dair fikir sahibi olmaları için hiç de fena bir başlangıç sayılmaz.”
Çocuk dünyası safi oyun ve neşeden ibaret değil. Biz yetişkinler romantizmle karışık bir öykünmeyle öyle algılayıp idealize etmeye çalışsak da zaman zaman, hayatın içindeki tüm olumsuz koşullara en az yetişkinler kadar maruz kalıyor onlar da. Kayıp, yas, savaş, göç, yoksulluk, intihar, istismar gibi toplumsal sorunların her biriyle mücadele ediyorlar. Üstelik sorunlarla başa çıkacak tecrübeleri olmadan.
O zaman neden kaçıyoruz bu konuları çocuklarla konuşmaktan? Neden konuşup anlamaya çalışmıyoruz da sakıncalı ilan ediyoruz en baştan? Çağdaş çocuk ve gençlik edebiyatı hitap ettiği kitlenin sorunlarını dile getirmeyecekse, onların duygu dünyalarını anlamlandırıp başka hayatların var olduğunu/olabileceğini sezdirip hayal kurdurmayacaksa niye var?
‘90’larda çocuk olmuş herkes için 52’lik Monami pastel boya seti zenginlik nesnesiydi. Okul formalarının sınıf farkını ortadan kaldırdığı söylense de, yoksulluk beslenme çantasına konan yemeklerle, giyilen ayakkabıyla, kullanılan kalemle kendini ele verirdi. Füruzan’ın Parasız Yatılı’sı sadece öykü değildi, bir kuşağın gerçeğiydi.
Günümüz koşullarındaysa şartlar daha ağır, kışlar daha çetin. Kitlesel göç, küresel krizler çağında boyundan büyük dertlerle başa çıkmaya çalışıyor çocuklar. Edebiyat sorunları çözmeye yeterli değil, biliyorum ama birbirlerini anlamaları, yalnız olmadıklarını hissetmeleri, dünyanın bin bir haline dair fikir sahibi olmaları için hiç de fena bir başlangıç sayılmaz.
Hayatımın Rolü
Katalan edebiyatının ödüllü yazarlarından Maite Carranza’nın yazdığı, Saliha Nilüfer’in Türkçeye kazandırdığı Hayatımın Rolü, yoksullaşan bir çocuğun gündelik hayatına, duygu dünyasına davet ediyor okurlarını. Yazar bu romanı Barselona’daki ekonomik krizden en çok etkilenen semtlerden Sant Vicenç dels Horts’daki bir okulu ziyaret edip oradaki umutsuzluk ortamını gördükten sonra yazmaya karar verse de, evrensel ve zamansız bir hikâye anlatıyor aslında.
İnsanın kendi annesini, ödeyemediği faturaların önünde eski, kırık dökük bir oyuncak gibi ağlarken görmesi çok ağır bir darbe.
Bir anda kendimi alabildiğine çaresiz, yapayalnız ve acınacak halde hissettim.
On iki yaşındaki Olivia diğer çocuklardan farklı olduğunu düşünmüyordu. “Hayatın kartları rastgele kardığını, bu oyunda herkesin payına düşen kartlarla oynadığını, hile yapılmadığını ve zaten bunun çok fena bir şey olduğunu da bilirdi.” Onun da şansına oyuncu bir anne, kayıp bir baba, ürkek bir kardeş, gizemli dede ve nineler, fazlasıyla seçici arkadaşlar, sınıfları tek şubeli bir kooperatif okul ve Barselona’nın Eixample semtinde güneye bakan, şirin bir daire düşmüştü. Ama hayat düz bir çizgide seyretmiyordu işte. Olivia da normal insanların değişmez sandığı her şeyin bir anda değişebildiğini öğrendi.
İlk bakışta annenin işsiz kalmasıyla hayatı değişen bir aileyi konu ediniyormuş gibi görünen roman, sanatçıların güvencesiz çalışma koşulları, annenin ağır depresyonu, Olivia’nın erken yaşta nasıl büyümek zorunda kaldığı ve yoksulluğun yarattığı duygusal tahribatla katman katman açılıyor. Okur da ajitasyona boğulmadan on iki yaşındaki bir kız çocuğunun duygu dünyasına çekiliyor.
“Yoksul olduğumuzu biliyorum ama bu, insana tuhaf gelen ve sesli söylemeye cesaret edemediğiniz bir sözcük.”
Olivia ilk başlarda yoksulluğunu dile getirmeye cesaret edemese de, yeni taşındıkları mahalleye, yeni okula alışmaya çalışırken hayatın ona getirdiği yeni rolünü cesaretle üstleniyor. Tutunacak bir dal aramaktan vazgeçip kardeşi Tim’i oylamak için kurduğu oyunla dalın kendisi oluveriyor.
Hayatımın Rolü türlü sebeplerle hayatları tepetaklak olan çocuklara cesaret aşılayıp inatla devam etmenin inceliklerini gösterirken, yaşıtlarına da dünyayı algılamanın kapılarını aralıyor.
Harika Bir Başlangıç
Hermann Hesse Edebiyat Ödülü başta olmak üzere pek çok prestijli ödüle değer görülen Annette Pehnt’in son çocuk romanı Harika Bir Başlangıç ise dünyanın en önemli sorunlarından biri olan ama ısrarla görmezden gelinen “çocuk işçiliği” konu ediniyor.
On iki yaşındaki Philip’in tek istediği yıllar önce yurtdışında gittikleri tatil köyüne yeniden gidip sınırsızca “bedava” patates kızartması yemektir. Dileği kabul olsa da, işler bu kez umduğu gibi gitmez. Aradan geçen beş yılda Palmiye Kulüp değişmemiştir ama Philip’in dünyayı algılama biçimi, olaylara bakışı farklıdır artık. O tatil yaparken onunla aynı yaştaki otel görevlileri neden çalışmak zorundadır?
İşte roman da bu farkındalık ânı üzerine inşa ediliyor.
Mekân olarak beş yıldızlı bir tatil köyünün seçilmesiyse kimi nerede, nasıl gördüğümüz ya da görmek istemediğimiz üzerinden zihin açıcı bir tartışma olanağı sunuyor. Öyle ya, sokakta araba camları silen, mendil satan, ayakkabı boyayan çocukları görmek “normal” olabilir ama tüm yıl çalışıp krediyle gittiği tatilde çalışmak zorunda kalan çocukları düşünmeyi kim ister? Philip’in yaşıtlarının neden tatil yapamayıp çalıştığını fark etmesinin ardından ebeveynlerine durmadan soru sorması ve babasının da, “… boş ver şimdi… tatilimizi bununla mahvetmeyelim” demesi bundan.
Palmiye Kulüp mermer kaplamalarla alabildiğine beyaz, hoş kokulu ve sürekli gülümseyen (gülmek zorunda kalan) çalışanlarıyla cennet gibi bir yer. O cenneti var edenler ise mümkünse çok göze görünmeden çalışıp cehennemi yaşayanlar. Bütün gün tatil köyünde çalışan, işten çıkınca da evde kardeşlerine bakan Anuka, onun taş ocağında çalışan kardeşi Mo, hasta düşen küçük kardeş Stefane’ye bakmak için işini tehlikeye atan Valencia ve işini kaybetmiş Tommie…
İki anlatıcıyla ilerleyen roman boyunca Philip’in anlattığı bölümlerde adaletsizliği fark edip üzerine düşünüyoruz, Tanrı anlatıcının Anuka’nın dünyasını anlattığı bölümlerde ise çalışmak zorunda kalan çocukların ürkek hayallerini, boyundan büyük dertlerini ve birbirlerine nasıl kol kanat gerdiklerini okuyoruz.
Sınıf çelişkisini çocuk dünyasındaki yansımasıyla anlatan Harika Bir Başlangıç, orta sınıfları da işin içine katarak bir arada hareket etmeyi ve dayanışmayı yüceltiyor. Romanın sonu çocuk işçiliğine ve yoksulluğa çare bulmuyor elbette ama harika başlangıçlara referans oluyor. Toplumsal sorunları çözmek de çocukların işi değil zaten, orada görev biz yetişkinlere düşüyor.
Kırlangıç Zamanı
Çağdaş edebiyatımızın ödüllü öykücülerinden Ahmet Büke’nin Can Çocuk tarafından yayımlanan öykü kitabı Kırlangıç Zamanı ise bu topraklardaki çocukların yaşam koşullarını, hayata tutunma çabalarını, erkenden büyümelerini anlatıyor. Mert Tugen’in desenleriyle zenginleşen kitaptaki özellikle “Kırlangıçlar Durmadan Uçuyor”, “Çırak Savaşları” ve “Bir Gün Kimse Kuyuda Kalmayacak” adlı öyküler, günümüz Türkiye’sinde sayıca fazla olmalarına rağmen iktidar ve ana akım medya tarafından görünmeyen, başlarına bir musibet gelince iki-üç gün konuşulup sonra unutulan çocukları görünür kılıyor. Ahmet Büke tam da bu yüzden benim için sınıfına sırtını dönmeyen yazarlar arasında yer alıyor.
Çocuk yoksulluğu kimi çocuklar için o günün sorunu değil sadece, bazıları için geleceğe de içkin. Adım attıkları hayatın sonu baştan belli. Katiyen “kader” demiyorum; bu hayat, bu çocukların yazgısı değil.
“Kırlangıçlar Durmadan Uçuyor”daki Mine mesela. Gün doğmadan aniden uyanınca vardiyadan dönen Hüsnü Abi’nin sesini duyor. Babasını hatırlıyor sonra, o da bu saatlerde dönerdi ama çok zaman oldu yok.
“Büyükler madende çalışıyor hep. Büyüyünce ben de madene gireceğim.”
Hüsnü Abi daralıyor. Yere bakıyor. Ayak parmaklarıyla taşların arasında boy vermiş bir papatyayı seviyor.
“Sen madenci olma Mine,” diyor. “Doktor ol, avukat ol, ne bileyim, öğretmen ol.”
“Yok, Hüsnü Abi, madenlere inmem gerek. Babam orada. Çok oldu gelmiyor. Kimse gidip aramıyor da. Bir başına kalınır mı oralarda?”
Kitaptaki “Bir Gün Kimse Kuyuda Kalmayacak” ismiyle bir dilek, bir temenni, bir umut öyküsü; hikâyesiyle ise gerçeğin ta kendisi. Caddelerde, sokaklarda her gün rastladığımız ama belki de üzerine hiç düşünmediğimiz kâğıt toplayan çocukların hikâyesi. Tıpkı hayat gibi zalimlikle birlikte dayanışmayı da içinde barındıran bir öykü.
“Çöp toplamak zordur ama hurda, kâğıt toplamak daha da zordur. Çünkü kâğıt kilo tutmaz kolay kolay. Durmadan toplamak gerekir. Üstelik yağmurda çamurda hemen heba olur. Sabır ister. Bir de iyi arkadaş.”
Önceki Yazı
Uzaklarda kalmış çokkültürlü bir geçmişi Rus oryanyalistlerin gözünden okumak
“Etnik kökenlerinden bağımsız tabi oldukları devletin (Rus İmparatorluğu) ve dilin (Rusça) çerçevesinde Osmanlı Batum’unu, Rize ve Artvin ile Van-Bahçesaray bölgelerini ziyaret eden üç Rus oryantalistin çalışmaları çokkültürlülük ekseninde derin ve (paradoksal bir şekilde sükûnet vaat eden) sarsıcı okumalara gebedir.”