Alberto Manguel ile söyleşi:
“Hayatımın hikâyesi benim eserim.”
“Kitap için Hayali Bir Hayat adını seçtim, çünkü hayatımın gerçekten de hayal gücümün ürünü olduğunu hissediyorum.”

Alberto Manguel
Türkçede yeni yayımlanan Hayali Bir Hayat kitabınızdan başlamak istiyorum. Bu kitap pandemi zamanı sizinle yapılmış sohbetlerin bir toplamı. Peki ismi neden Hayali Bir Hayat?
Hayali Bir Hayat başlığını seçtim, çünkü hayatımın gerçek anlamda hayal gücümün ürünü olduğunu hissediyorum. Olaylar, tanıştığım insanlar, bu insanları ve olayları çevreleyen koşullar değil, ilk çocukluğumdan bu yana başıma gelenlerin ve bu olaylarla ilgili hatırladıklarımın bir araya getirilmesi olduğu için bu isim kitabın içeriğini yansıtıyor. Hiç kimse hayatındaki gerçek olayları hatırlamaz: Hepimiz seçer, unutur, nakışlar yapar ve allayıp pullarız. Hayatımın hikâyesi benim eserim, sanki bir kitabı sayfa sayfa yazıyormuşum gibi ve şimdi son bölümündeyim. Kitabımı memnun ve minnettar bir iç çekişle kapatacağım.
Sieglinde Geisel kitabın önsözünde sizin için, “Dünyanın en ‘üretken’ okuru” demiş. “Evet, kitapları çok seven biri olarak tam da bunun olmasını istiyordum, tesadüf olmadı” mı dersiniz, yoksa “Kitaplar kitapları takip etti ve zamanla ‘dünyanın en üretken okuruna dönüştüm’” mü dersiniz?
Sürecin böyle gelişmesine kimse karar veremez. Hiçbir şey yazmayan ve sayfanın diğer tarafında kalmaktan hayli memnun olan olağanüstü okuyucular tanıyorum. Bir okuyucu olarak ne yaptığımı anlamak, antolojiler toplamak ve sevdiğim metinleri arkadaşlarımla paylaşmak istediğim için yazmaya başladım.
“İYİ BİR OKUYUCU” OLMANIN NE OLDUĞUNU HİÇBİR ZAMAN TAM OLARAK TANIMLAYABİLECEĞİMİZİ SANMIYORUM.
Kitapta bir kitabevinde çalışan görevlinin sizin için, “Kitaplar hakkında kitaplar yazan adam” tanımı yer almakta. Okurluk adına farklı bir boyut, farklı bir seviye diyebilir miyiz sizin için söylenen bu tanım için? İyi okur olmanın katmanları, basamakları var mı; vardığı en üst nokta gibi bir yer var mı?
“İyi bir okuyucu” olmanın ne olduğunu hiçbir zaman tam olarak tanımlayabileceğimizi sanmıyorum. Birkaç yıl önce benim için iyi bir okuyucuya ait olan şeylerin bir listesini yazmıştım, ancak bir sonuca varamadım.
Michel De Montaigne’in Denemeler’inin ikinci cildinde sorulan o meşhur soruya dikkatimizi çekiyorsunuz: “Ne biliyorum?” Ben de şunu sorabilir miyim size? Her ânı dolu dolu geçen edebiyat yolculuğunuzda, geldiğiniz noktada, edebiyata dair ne biliyorsunuz? Ona karşı duygularınız ne? Sizi nasıl bir insan yaptı edebiyat?

Hayali Bir Hayat
–Sieglinde Geisel ile söyleşi
çev. Orhan Düz
YKY
Mart 2024
136 s.
“Ne bildiğimi bilmiyorum.” Sorunun odağı buna yönelik. Bilgi içimizde değişir, genişler, çeşitlenir ve merakımız hep daha ileri gitmek ister. Kendi sınırlamalarımız dışında nihai bir ufuk yoktur. Astrofizik ve kuantum matematiğini merak ediyorum ama çoğunu anlayamıyorum. Fakat bu bana sunulan bilginin hatası değil, kendi kavramsal sınırlamalarımdan kaynaklanıyor.
Şu soruyu sıklıkla duymuşsunuzdur: “Bu kadar kitabı gerçekten okudunuz mu?” Edebiyatı çok sevenlere, kitapları ve okumayı çok sevenlere hiç vazgeçilmeksizin sorulan bir sorudur bu. Bizlere, edebiyatseverlere neden bu soru sürekli soruluyor; çok kitap okumanın nesi tuhaf? Mesela bir cerraha sorulmuyor günde nasıl bu kadar ameliyat yapıyorsun diye, ya da bir inşaat mühendisine nasıl bu kadar ev yaptın, bir aşçıya bu kadar çeşitli yemeği nasıl yaptın diye sorulmuyor…
Belki de bu soru, bir nevi her şeyi okuma, evrensel kütüphaneye bütünüyle sahip olma özleminden kaynaklanıyor. Okuyucuların çoğu yeterince okumadıklarını düşünüyor ama benim için bu kaygı yaşlandıkça neredeyse yok oldu. Artık çoğunlukla yeniden okuyorum ve yeni dünyalar keşfetmeye pek ilgi duymuyorum. Çünkü daha önce okuduğum kitaplarda keşfedilecek ne kadar çok şeyin kaldığını fark ediyorum.
“Neden içimizden okuyoruz?” Bu sorunuz üzerine okumanın hafıza ve bilince etkisini, psikolojimize, ruhumuza, aldığımız kararlarımıza etkisini anlatıyorsunuz. Freud’un aldığı tek ödülün Goethe Enstitüsü Edebiyat Ödülü olduğunu buraya not düşerek, insanın karmaşık ruh dünyasına dair çözümlemelerde edebiyatın psikoloji ve psikiyatri bilimlerinden daha iyi, etkin ve hatta faydalı bir yapıya sahip olduğunu söyleyebilir miyiz?

Hem Jung hem de Freud sanatçıların insan zihninde olup bitenleri bilimcilerden çok daha fazla bildiklerini söylediler. Belki de sanatın belirsizliğe dayanması, yanıtlar değil, daha iyi sorular araması ve bu sayede daha fazlasını keşfetmemiz için bize sürekli açık pencereler bırakması nedeniyledir.
Yine “içimizden okumak” meselesi üzerinden devam ederek, okumanın içe dönük yapısının karşısında duran “konuşmak”, “konuşarak ifade etmek” meselesini konuşmak istiyorum sizinle. Konuşmak okumanın hangi aşamasında gerekli oluyor? Mesela seminerlerinizde, konferanslarınızda zorlandığınız zamanlar oluyor mu konuşurken?
Okuma ve konuşma birbiriyle bağlantılıdır. Ancak ikisi de tamamen tek taraflı değildir; okuma alıcı ve aktif konuşmadır. İster dinleyicilerle diyalog halinde olsun, ister bir kitabın sayfalarıyla olsun, her entelektüel faaliyet diyalektiktir. Eskiden utangaçtım. Şimdi topluluk önünde konuşurken kendimi daha rahat hissediyorum, çünkü bu konuşma etkinliklerini her türlü hiyerarşik prestijden arındırmayı başardım. Dinleyicilerle, sanki fikirleri ve şakaları paylaşabileceğim bir arkadaş grubu ile berabermişim gibi konuşuyorum.

Dünyada okur sayısının düşüklüğü, hep gündeme gelir. Katılıyor musunuz buna? Arjantin Ulusal Kütüphanesi’nin genel müdürlüğünü yapmış, edebiyat üzerine, okur olmak üzerine antolojiler yazmış biri olarak okur oranı yeterli mi sizce ve neye göre bir belirleme yapmak gerekir?
Edebiyat mülk değildir. Yazılı sözün her toplumda, her zaman küçük bir okuyucu yüzdesi olmuştur. Özellikle tüketim toplumlarında okuyucu olma mücadelesi yoğundur, çünkü bu toplumlar vatandaşlarının okuyucular gibi düşünen ve mantığı kullanan insanlar değil, tüketici olmalarını isterler. Tüketim toplumlarının insanları aptallaştırmaktan başka bir fikri planı yok. Fransız filozof François Dosse şöyle diyor:
“Entelektüel planı olmayan bir toplum, bireyin hiçbir planının olmadığı bir toplum, yok olmaktan başka bir şey beklemeyen bunak bir toplumdur [...] Kriz içindeki bir topluma hiçbir planının olmadığını söylersek planı var ve geleceği yok, ne yapıyor? Kendine, hayalî bir kimliğe, başkalarına karşı nefrete yöneliyor. Burası uluslararası faşizmin üreme alanıdır.”
“HER ZAMAN EDEBİYATIN ANONİM OLMASI GEREKTİĞİNE VE OKUYUCULARIN OKUDUKLARI METNİN BAĞLAMINI HAYAL ETMELERİNE İZİN VERİLMESİ GEREKTİĞİNE İNANDIM.”
Okur ve yazar olmanın bir kimliği var mıdır? Çok dil bilen, bu dillerde düşünebilen, konuşabilen, yazabilen biri olarak nerede doğduğunuzun, nereli olduğunuzun, yaşamınızı nerede kurduğunuzun bir önemi var mı?
Her zaman edebiyatın anonim olması gerektiğine ve okuyucuların okudukları metnin bağlamını hayal etmelerine izin verilmesi gerektiğine inandım. Bu elbette akademisyenler için bir lanettir, ama yıldızlara şükürler olsun ki ben bir akademisyen değilim. Çok dillilik konusuna gelince, konuştuğum farklı dillerin her birinde biraz farklı bir insan olduğumun bilincindeyim. Bir dil ne düşünebileceğimizi belirler ve başka bir dilde görünmeyebilecek fikirlere ve kavramlara ilham verir. Bu nedenle çeviri en yaratıcı sanatlardan biri olarak çok önemlidir.
Klasik, modern, çağdaş… Hangi dönem kitaplarını okumaktan haz alıyorsunuz genelde? Bir de onca kitap okumuş biri olarak okumadığım ve okumam gereken birçok kitap var duygusuna kapıldığınız oluyor mu hiç?
Tüm dönemler… Düşüncenin büyük berraklığı ve özgünlüğü nedeniyle Ortaçağ’dan hoşlandığımı itiraf etmeliyim ama diğer tüm çağlarda da hazineler buldum.
Şu sıralar masanızda neler var, hangi kitap üzerinde çalışıyorsunuz ve elinizin altından kaldırmaksızın hangi kitabı okuyorsunuz, merak ediyorum. Fakat kitapta “Maimonides (Musa bin Maimonides; İbn Meymun) biyografisini yazmam gerekiyor” diyorsunuz. Din tarihi alanında önemli bir düşünür, evet. Ama niye onun biyografisini yazmak istediniz?
Geçen yıl yazdım, bitirdim biyografiyi. Yakında Türkçe olarak da çıkacak. İbn Meymun’un akla olan inancına hayranım. Mantıksızlığın ve anlamsız vahşetin hüküm sürdüğü bu günlerde, hem Yahudi hem de İslam kültürlerinde yetişen İbn Meymun biz okuyuculara düşünce özgürlüğü tanıyan, son derece açık ve saygılı bir düşünürdür.
BORGES “OKUMAK ZORUNLU OLAMAZ,” DEDİ,
“ÇÜNKÜ ZEVK ZORUNLU OLAMAZ”.
Borges’le geçen günlerinize dair çok merak ettiğim bir şey var, yanıtlamak isterseniz: Hiç aklınızdan çıkmayan ve sizi hem okur hem de yazar olarak sonraki hayatınızda etkileyen, size rehberlik etmiş bir anı veya söz. Sizin okuma deneyiminize rehberliği ne yönde oldu?
Bu deneyim hakkında koca bir kitap yazdım. Ancak Borges’le karşılaşmamın bir yönünü seçecek olsaydım, bu onun edebiyatın cömertliğine olan inancı olurdu: Hiçbir teori ya da okul kendi kurallarını okuyucuya dayatmamalı. Borges “Okumak zorunlu olamaz,” dedi, “çünkü zevk zorunlu olamaz”.

Ödül sistemini nasıl buluyorsunuz? Nobel, Booker, vb… Edebiyat dünyasına önemli bir ivme kazandırdığını düşünüyor musunuz ödüllendirilmenin?
Bir yazar yaşamak zorundadır ve bir yazarın aldığı telif ücretleri çoğu durumda göz ardı edilebilir olduğundan, ödüller ve ödüllerin yazara destek olması memnuniyetle karşılanmalıdır.
Pandemi de atlatıldı. Dünya dönmeye devam ediyor. Dünya yenilenecek, yenileniyor dendi ama savaşlar, ekonomik krizler, iklim krizi hız kesmeksizin devam ediyor. Umudunuz var mı?
Kafka, arkadaşı Max Brod’la bir şeyler tartışmaktadır ve her zamanki gibi Kafka’nın bakış açısı telafi edilemeyecek kadar kasvetlidir. Sonunda Kafka’nın kötümserliği olarak gördüğü şeyden hayal kırıklığına uğrayan Brod patlar:
“Ama eğer böyle söylersen umut yok!”
Kafka ise kocaman bir gülümsemeyle cevap verir:
“Hayır, hayır, umut var. Ama bizim için değil.”