Adnan Alper Demirci ile söyleşi:
Türkiye’de Ağır Müziğin Geçmişi
“Kitabın kapsadığı dönem içerisinde mekânlar arasında başrolde İstanbul Açıkhava Tiyatrosu var. 2000’lere kadar her dönemde orada geçen bir konsere rastlamak mümkün. ‘90’ların ortalarına doğru rock barlar öne çıkıyor ve gruplar düğün salonlarından, sinemalardan buralara taşınıyorlar.”

Rock the Nations Festivali. 29 Haziran 2003, Maslak Venue.
11 yıl önce Facebook üzerinde başlayan macera kitaba dönüştü. Türkiye’de rock ve heavy metal müziğin geçmişine dair belgelerin ve anıların eşlik ettiği kitabın hikâyesini sizden dinleyelim mi? Bu serüven nasıl başladı?
2020’nin yaz sonlarına doğru Koray Sarıdoğan’ın Yeraltı Kütüphanesi kitabını okurken benim daha önce Headbang dergisi için yazdığım Devil yazısına verilmiş bir referansa rastladım. ‘80’li yıllardaki grupların hikâyesi orada kitabın odağı gereği kısaca anlatılıyordu, uzun uzun anlatmak gerektiğini düşündüm. Böylece 2021 yılı başlarında kitabın önsöz ve giriş bölümlerini yazdım. Nisan 2021’de yolum Tolga Akyıldız ile kesişti. Kitabın planı hazırdı, bu hazırlığa güvendi ve Karakarga Yayınları bünyesindeki müzikmentor Kitaplığı serisi için Türkiye’de Ağır Müziğin Geçmişi’ni ajandasına aldı. Ben de 1981 yılından itibaren bu geçmişi yazmaya başladım.
Kitap “dijital dönüşüm müzik arşivciliğini yok edecek gibi görünüyor” cümlesiyle başlıyor. Dijital mecralar müzik arşivciliğini sizce nasıl etkiliyor? Seçimlerimizi nasıl etkiliyor?

Türkiye'de Ağır Müziğin Geçmişi: 1981-2020
Karakarga Yayınları
Şubat 2023
424 s.
Bu cümle Tolga Akyıldız’ın önsözünden. Bence bu cümleyle kast ettiği albüm arşivciliği olsa gerek, çünkü dinleme alışkanlıkları Spotify ve Apple Music gibi platformlar üzerine yönelmiş durumda. Yeni bir albümün çıktığı gün bu platformlarda dinlenebiliyor olması eminim ki birçok kişinin albüm satın alma tercihlerini olumsuz etkiliyordur. Tabii bu durum dinleyicinin albüm notlarına erişmesini engelliyor, çünkü bu platformlara albümlerin kartonetleri yüklenmiyor. Keza grupların diskografileri de birebir temsil edilmiyor. Dolayısıyla yeni nesiller buralardan grup keşfederken birçok bilgiden mahrum kalıyorlar. Üstelik aynı ismi paylaşan farklı tarzlardaki sanatçılar yüzünden yanlış izlenimler de ortaya çıkabiliyor. Bu bakımdan dijital platformları müzik arşivciliği için tehlikeli bence. Müziğe erişim kolaylaşmakla birlikte, müziği bilen insanlar yetiştirmekte başarısız bir yapı söz konusu.
Siz aynı zamanda eski dergi ve kasetler biriktiriyorsunuz. Koleksiyon maceranız nasıl başladı?
Lise zamanları Aydın’da oturduğum dönemde İzmir’e her gittiğimde kaset alırdım. Kasetlerin müzik marketlerde satıldığı son zamanlardı. Sonra İzmir’e yerleştim, bir arkadaşımın tavsiyesiyle Zor dergisini tanıdım, yeni sayıları çıktıkça aldım. Bu esnada Stüdyo Ümit, Excalibur gibi heavy metal dükkânlarını keşfettim. Onlar kapanınca bu defa sahafların müdavimi oldum. O zaman eski kasetlerin yanı sıra eski dergilerle de karşılaşma imkânım oldu. Edindiğim dergilerin dönemi belgeleme özellikleri ilgimi çekti ve İstanbul ziyaretlerimde de sahaf seferleri yaptım, çantamı eski dergi ve kasetlerle doldurdum. Bu şekilde dijital arşivimin yanı sıra böylesi bir fiziksel arşiv de oluşmuş oldu.

Türkiye’de Ağır Müziğin Geçmişi, 1981-2020 yıllarına uzanıyor. 1981’de Egzotik Band’ın Fitaş Sineması’ndaki konseri 1980 sonrası rock müziği için bir dönüm noktası oluyor. Peki biraz öncesine gidersek nasıl bir etkileşimden bahsetmek gerekir? Egzotik Band konserinin önemi neydi? Kendinden önceki dönemlerden nasıl etkilendi ve sonraki dönemi nasıl etkiledi?
Egzotik Band’in 30 Mayıs 1981 Fitaş Sineması konseri bir milat, çünkü kendinden önceki hiçbir olayla bağlantısına rastlayamıyorum. ‘70’lerin grupları arasında da sert müzik yapanlar vardı fakat onlarla ‘80’ler arasında bir etkileşim görmek mümkün değildi. Erkin Koray’ın Kramp ile turneye çıkması, Cem Karaca’nın Kronik konserini izlemeye gelmesi, Dervişan’dan Sefa Ulaştır ve Derya Elver’in Egzotik Band’de çalması gibi ufak tefek etkileşimler söz konusu, ancak bir araya gelip müzik konuşan, müzik üreten bir etkileşim görmedim. Bu sebeple kendinden önceki dönemlerden etkilendiğini söyleyemem. Egzotik Band’in kendi akranlarından ziyade 1988’den itibaren çıkan bir sonraki nesil grupları etkilediğini düşünüyorum. Bu grupların üyeleri ‘80’li yıllarda Egzotik Band ve diğer grupların konserlerine gelerek bu müziğin mensubu oldular. Yaptıkları sert müziğe bakılırsa dönemin en sert grupları Egzotik Band ve Whisky’den etkilendiklerini söylemek mümkün.

21 Şubat 1988’de Metropol Sineması’nda yapılan Rock Festival’in afişi.
1988’de ikinci dalga metalciler olarak adlandırdığınız gruplar sadece müzisyen görünmekle kalmıyor, farklı iş kolları da üretiyor. Burada öne çıkan gruplar kimler? Ve müzik sektörüne nasıl bir etkileri var?
Aklıma ilk gelen örnek, Pentagram’dan Cenk Ünnü ve Hakan Utangaç’ın kaset tezgâhı deneyimlerinin olması. Biraz daha ileriye gidince Kronik’ten Özer Sarısakal ve Tolga Soyhan’ın “Azı Dişi Kerpeteni” adında bir radyo programı yapması var. Konser organize edenler, dükkân açanlar, dövme yapanlar, aksesuar üretenler dönemin henüz sektörleşememiş sahnesinin gelişimine doğrudan katkıda bulundular. Sadece müzisyenler değil, dinleyiciler arasından da müteşebbis isimler çıktı ve müzik sektöründeki kritik pozisyonları ele geçirerek ağır müzik camiasının önünü açtılar. Örneğin gruplar böylece basında yer buldu, kaset anlaşmaları yapabildi.
1995 yılına geldiğimizde speed ve thrash metal tarzındaki grupların farklı arayışlara gittiğini görüyoruz. Bu arayış sonucunda hangi gruplar ve türler doğuyor?

6 Mart 1988’de Hacettepe Üniversitesi’nde yapılan Dr. Skull konserinin afişi.
1995 sonrası ortaya çıkan gruplar önceki neslin bu zamandaki arayış ve dönüşümlerinden etkilenerek mi doğuyor bunu bilmiyorum, bu konuda bir gözlemim yok. Ancak death metal, black metal, doom metal gibi daha karanlık tarzların icrasında bir yükseliş olduğunu görüyorum.
2000’li yıllarda yaz festivalleri yeni rota oluyor. Öne çıkan festivallerden bahsetmek ister misiniz?
Rock the Nations özellikle ikinci defa yapıldığı sene (2004) oldukça iddialı bir kadro açıklamıştı. Birkaç iptal yaşandı, ancak yine de o zamana dek görülmemiş bir kadro seyirciyle buluştu. Majör Müzik’in nadir metal işlerinden Rock Republic (2005) keza 2010’daki Unirock Festival’e kadar en sert grupların bir araya geldiği festival olmuştu. Sonrasında her sene seyirciyi mutlu edecek gruplar olsa da, 2010 yılı bir başkaydı. Birer hafta arayla üçer günlük Sonisphere Festival ve Unirock Festival vardı. İkisinin toplamında onlarca yabancı grubu canlı izleme imkânı bulduk.

1-3 Haziran 2005’de düzenlenen İstanbul Rock Republic Festival’den…
Gezi Parkı direnişiyle birlikte 2013’ten sonra pek çok konser-festival iptal oluyor. Bu tarihten sonraki süreç ağır müzik için nasıl gelişti?
2014 ile 2012 yılları arasında festival düzenlemek adına olumsuz gelişen birçok parametre var. Ekonomik şartlar, politik iklim, yasalardaki değişiklikler sadece ağır müzik değil, bütün tarzlarda müzik etkinlikleri düzenlemek için ortamı zorlu bir hale getirmişti. Benim gözlemlediğim, bu yıldan itibaren yabancı konserlerde gözle görülür bir düşüş yaşandı ve yerli gruplara bir rağbet söz konusu oldu. Burada Güven Erkin Erkal ve Çağlan Tekil gibi isimlerin çabalarını görmek lazım. Onlar sayesinde sadece yerli değil, eski yerli grupların konserleri organize edildi. Çağlan Tekil’in aramızdan ayrılması ve salgın sebebiyle kapanmalara dek bu tarz konserler döneme damgasını vurdu.
Günümüzde ağır müzik adına öne çıkan gruplar kimlerdir? Günümüzü nasıl değerlendiriyorsunuz?

14 Kasım 1991’de Boğaziçi Üniversitesi’nde yapılan Kesmeşeker konserinin afişi.
Benim müzik keşiflerim biraz el yordamıyla olduğu için açıkçası güncel yerli grupları takip etmiyorum. Günün birinde yollarımız kesişecek elbette fakat şu an için pek bir fikrim yok. Biraz önce bahsettiğim 2010’lar döneminde eski gruplarla bağlantısı en çok olan grup Razor idi, her bir “Laneth Bir Gece” etkinliğinde eski bir grubun şarkılarını yorumlamak suretiyle sahne aldılar.
Türkiye’de Ağır Müziğin Geçmişi’nin kapsadığı yıllar boyunca bu müzik türüne dair yapılan süreli/dijital yayınlar nelerdi? Plaklar, CD ve kaset satılan yerler nerelerdi?
Bu konuda cevap verecek çok yayın, çok dükkân var. Aklıma ilk gelenleri sayayım: Laneth, Non Serviam, Headbang, Şebek, Enred, Zor, Rock Kazanı, Rock Station uzunca bir süre çıkan dergilerdi. İzmir’den Stüdyo Ümit, Yücel Müzik ve Excalibur, Ankara’dan Shades, İstanbul’dan Hammer Müzik, Zihni Müzik, Pena Müzik Evi, Bursa’dan Şenol Heavy Metal Shop aklıma ilk gelen dükkânlar, bugün çok azı her sabah kepenk kaldırıyor.
Bu dönemlerde müzisyenler, gruplar hangi mekânlarda çalıyorlar, öne çıkan eğlence anlayışıyla gelişen/değişen giyim tarzı veya tüketim alışkanlıkları nelerdir?
Kitabın kapsadığı dönem içerisinde mekânlar arasında başrolde İstanbul Açıkhava Tiyatrosu var. 2000’lere kadar her dönemde orada geçen bir konsere rastlamak mümkün. ‘90’ların ortalarına doğru rock barlar öne çıkıyor ve gruplar düğün salonlarından, sinemalardan buralara taşınıyorlar.

Kitabın editörlüğünü yakın zamanda kaybettiğimiz Tolga Akyıldız yaptı. Kendisi sürece nasıl dahil olmuştu? Akyıldız’ın varlığı üzerine kendisine de selam göndermek için ne söylemek istersiniz?
Twitter üzerinden yaptığım bir anket sonrası bahsettiğim matbu proje üzerine konuşmak için bir mesaj attı, yolum Tolga Akyıldız ile bu şekilde kesişti. Kendisinin başlıca rolü benimle yayınevinin arasında köprü kurmaktı. Bu kitap onun sayesinde yayınlanabildi; o olmasaydı ben yayınevi gezecek zamanı bulabilecek miydim, bulsam bir yayınevini kitabı basmaya ikna edebilecek miydim bundan emin değilim. Bu sebeple kendisine minnettarım.

Kitapta anlatının bitişi, Çağlan Tekil’in aramızdan ayrılış tarihi. Tekil’in ağır müzik geçmişimizdeki yerinden bahsedelim mi?
Çağlan Tekil’in en önemli özelliği bence içinden gelen ile ortamın gerektirdiğini aynı potada eritebilmesiydi. Yaptığı işlere baktığımda hep kendinden bir şey kattığını görüyorum, ancak yaptığı şey aynı zamanda insanların istediği, ihtiyaç duyduğu da bir şey. Böylece hem kendisi olabiliyor hem de Türkiye’de bir boşluğu doldurabiliyordu. Bu Laneth’te de böyle oldu, Non Serviam’da da, Headbang’de de… Keza son yıllarında düzenlediği “Laneth Bir Gece” başlıklı konserlere de ihtiyaç vardı. Dr. Skull geri dönsün istiyorduk, dönmelerinde başrolü oynadı. Hazy Hill keza, geri dönsün istiyorduk, onların da dönüşünde başrolü oynadı. İnatçı grupları ikna etmede inanılmaz bir yeteneği vardı. Bu sayede “olmaz” denen konserler gerçekleşti. Onun izinden gidip benzer bir etkiyi yapacak biri çıkacak mı, merak ediyorum.
Önceki Yazı

Büyülü Dağ ve zamanın içrek anlamı
“Thomas Mann Buddenbrooklar ile ününü kazansa da, Joyce’un Ulysses’i ve Proust’un Kayıp Zamanın İzinde yapıtları düzeyinde kabul edilen Büyülü Dağ romanı onun opus magnum’u olarak değerlendirilir. Peki ne olmuştur da Büyülü Dağ'ın etkileme alanı diğerlerinin gerisinde kalmıştır?”
Sonraki Yazı

Sami Blood:
İnsan kendisini terk edebilir mi?
“Sınıfta her gün kendinizi reddettiğiniz marşlar söylüyorsunuz, annenizden duymadığınız bir dinsel inanç öğütleniyor! Sarışın, mavi gözlü birtakım insanlar sürekli olarak birtakım aletlerle kafatasınızı ölçüyor, hesaplar yapıyorlar. Yedi yıl boyunca, efendinin dilini, kural ve yasalarını öğrendiğiniz eğitimden sonra da tekrar otlaklarınıza dönüyorsunuz...”