Ümid-i Âfil:
Kadın yazarlığın ve hassas erkekliğin edebi performansı
“Râşit Bener, Seyhan bintü’l-Halim takma adıyla başta Kadınlar Dünyası olmak üzere dönemin kadınlara yönelik dergilerinde makaleler yayımlamış, kadın yazarların sayısında ciddi artışlar olduğu 1908 sonrası koşullarda, yazı alanına bir tür kadın yazarlık performansıyla girmişti. Üstelik Seyhan bintü’l-Halim feminizm yanlısı bir yazardı.”
Kadınlar Dünyası dergisi / 1910'larda Galata köprüsünde yayalar...
Everest Yayınları geçen yıl Vüs’at O. Bener’in eserlerini yeniden yayımlarken Bener ailesi mensuplarının birbirleriyle kurduğu edebi ilişkileri, yeniden yazımları, metinler arası bağları gösteren “Yazınsal Akrabalıklar” külliyatını da okur kamusuna sunmuştu. Bu esnada Vüs’at O. Bener ve Erhan Bener’in babası Râşit Bener’in Ümid-i Âfil romanı diğer kitapların gölgesinde kalıp yeterince dikkat çekemedi. Halbuki 1913’te yayımlanan bu roman, çok benzeri olmayan bir girişime işaret ediyordu. Râşit Bener, Seyhan bintü’l-Halim takma adıyla başta Kadınlar Dünyası olmak üzere dönemin kadınlara yönelik dergilerinde makaleler yayımlamış, kadın yazarların sayısında ciddi artışlar olduğu 1908 sonrası koşullarda, yazı alanına bir tür kadın yazarlık performansıyla girmişti. Üstelik Seyhan bintü’l-Halim feminizm yanlısı bir yazardı.
24 Ağustos-14 Eylül 1913 tarihleri arasında Kadınlar Dünyası’nda tefrika edilen, aynı yıl Nusret Kütüphanesi sahibi Nusret Bahai tarafından kitap formatında basılan Ümid-i Âfil anlatı yapısının ve olay örgüsünün kuruluşu bakımından da Râşit Bener’in cinsiyet perspektifleri arasındaki geçişleri seven tavrını örneklendiriyor. Kitapta imzası bulunan yazarla aynı adı taşıyan anlatıcı Seyhan, İnceğiz köyündeki toplum ve cinsiyet ilişkilerinden başlayıp aşama aşama ağabeyi Bînâ’nın hikâyesine odaklanır. Metnin ikinci yarısı Bînâ’nın İstanbul’da yaşadığı bir aşk tecrübesini Seyhan’a anlatmasından oluşur. Seyhan, Bînâ ve okur arasında dolayımlayıcı işlevini görürken aşkından verem olmuş Bînâ için de Seyhan’a derdini ve içini açması bir tür terapi seansı gibi işler.
Ancak Bînâ’nın romana da adını veren batmış ümidine, sönmüş hayaline odaklanmadan önce Seyhan’ın sunduğu İnceğiz’e bakalım. Anadolu’nun ücra bir köşesinde olduğu söylenen bu köy, Azgınteke çayının kıyısında hayal edilir. Bu kurmaca mekândaki isimler de standart değildir. Bînâ gibi az kullanılan Farsça bir ismin yanında Seyhan’ın eşi Dalkılıç, oğulları Alptekin ve Denizhan gibi o dönemde pek rastlanmayan Türkçe isimler de yer alır.
İnceğiz, İstanbul’un karşısında bir tür tamlık mekânı gibidir. İstanbul’un aksine komşuların birbirinden haberdar olduğu, insanların birbirine kayıtsız kalmadığı fikir alışverişinin, toplumsal dertleri paylaşmanın, bilime, fenne, edebiyata dair konuşmanın yürürlükte olduğu bu neredeyse mükemmel köyde Bînâ, istisnai bir konuma sahiptir. Köyün her meselesine koşan, herkesin saygı gösterdiği Bînâ, özellikle kadınların gözünde yüce bir varoluşa sahiptir. Köydeki diğer erkeklerden, özellikle Dalkılıç’tan farklı olarak kadınların tahakküm altında yaşamasından rahatsızdır ve onların hürriyeti için uğraşır. Bînâ’da kadınları isyana çağıran girişken bir eylemlilikle kırılganlık, hassasiyet iç içedir. Kadınlığın hor görülen konumundan incinir, hisleri galeyana gelir ve bazen hüngür hüngür ağlar. (s. 20) Seyhan tarafından “Erkek suretinde halk olunmuş bir kadın ruhuna pek de ziyade malik” (s. 21) bir kişi olarak sunulan Bînâ, köyün kadınlarıyla ilişkisini feminizm yanlısı bir meşrepten kurar. Aşağıdaki söylev, Bînâ’nın kadın erkek ilişkilerine dair konumunun özünü barındırır:
Zavallı hemşireler! Sizler, erkeklerin analık suretinde nazlarını çeker, hemşirelik halinde yaralarına merhem sürer, zevcelik zamanında arzularını tadil eder (gerçekleştirir), maşukalık ânında da veremlerini teşfiye edersiniz (iyileştirirsiniz). Ve fakat bizler, evet biz alık herifler bütün bu lütufkâr halinizle mütenasib sizlere hizmette bulunmayız ve tekmil kuvvetimizle sizleri ezmek ister, isteriz ve ezeriz! Zaten Cenâb-ı Peygamber (SA) buyurmamış mı? “İtkı şerre men ahsente ileyh.” (“İyilik yaptığın kişinin şerrinden sakın.”) İşte siz de bize karşı ettiğiniz iyiliklerin, sarf ettiğiniz şefkatlerin mukabilini kaba bir fenalık suretinde görüyorsunuz! O halde hamisiz hemşirelerim! Sizler, bizlere unf [şiddet, sertlik] ile muamele ediniz. Nezahetinizden vazgeçiniz, rikkat-i kalp biz erkeklerin bahusus biz Türklerin kalbini yumuşatmaz. Türk’e ağam dedikçe kolunu kaldırır. Aman efendim, zaman efendim, bizim halimize de merhamet edin efendim dedikçe ne oldum delisi olurlar. Siz çalışınız. Metin ve esaslı müdafaalarınızla na-tırâşîde (yontulmamış) kafalarımızı düzeltiniz. Ah hemşirelerim, ben sizlerin, evet siz kadınların hal-i pürmelallerini görüyorum da ne yapacağımı şaşırıyor ve bir Müslüman erkek olduğuma utanıyorum! (s. 21-22)
Cinsiyet eşitsizliği tespitlerinden millilik ve dinsellikle kesişimi içerisinde erkeklik eleştirisine ve bu erkeklikten utanca uzanan, bizatihi iyiliğin kurtarıcı olmayacağını ifade ederek şiddetli bir direnişe davet eden bu söylemi yine Bînâ’nın hassasiyeti takip eder: “Yaralı kalbimin kanlarını, cerihalarını [yaralarını], âlâmını [elemlerini] bütün bu kalpsiz heriflere göstermek istiyorum.” (s. 22) Aşk acısından dolayı yakalandığı verem nedeniyle ömrünün azaldığının farkında olan Bînâ, geleneğe uygun olarak tabutunu kadınların taşımayacağını bildiğinden dolayı üzgündür. “Vücudum, ham hum ederek gözleri körleşmiş, kalpleri kararmış, bir alay eçhel heriflerin elleriyle, evet, haşin elleriyle yıkanacak ve defnolunacak.” (s. 22) Ancak Bînâ’nın ölümünden sonra köyün kadınları, erkeklerin tepkilerine aldırış etmeden, kanayan kalpleri, coşup taşan ruhları, dökülen gözyaşlarıyla tabutu kendi elleriyle taşıyıp cenazeyi defnederler.
Bînâ, kadınların tahakküm altında oluşunu dert edinen, yumuşaklığın yeterli olamayacağı sert bir direnişe çağıran haliyle kırılganlığın, hassasiyetin baskın olduğu bir erkeklik halini mezcederken köyün kadınlarıyla benzersiz bir bağ kurabilmiştir. Başka bir deyişle, Râşit Bener’in Seyhan bintü’l-Halim takma adıyla yazdığı Ümid-i Âfil’de Seyhan adlı kadın anlatıcı erkek-suretinde-kadın-ruhunda addettiği ağabeyi Bînâ’nın –kelimenin tüm anlamlarıyla–[1] hassas/duyarlı öznelliğini gözler önüne serer. Okur bir yandan Bînâ’nın hassasiyetinin farklı veçhelerini katederken yazar(lar)ından anlatıcısına ve karakterine uzanan düzlemler de birbirine temas eder, hem düzlemler hem cinsiyetler arasında geçişler ve müphemiyetler doğar.
Romanı kuşatan bu anlatılar ve söylemler yumağının ortasındaki bir deneyim, kuşatıcı koşulları da kökten etkiler. Bînâ’nın İstanbul’da Saadet adını verdiği genç bir kadına âşık oluşu ve bu aşkın hazin sonu Bînâ’nın hassasiyetler terkibinin içerisinden kırılganlığın öne çıkıp diğer tüm unsurları zayıflatmasına yol açar. Hasta ve yıkık bir şekilde döndüğü İnceğiz’de uzun bir sükûttan sonra kardeşi Seyhan’a yaşadıklarını anlatması sayesinde biz de yaşananlardan haberdar oluruz. Râşit Bener/Seyhan bintü’l-Halim yalnızca olanları değil, olanları anlatmayı da kurmacalaştırarak hem yıkıcı deneyime hem de nispi ve geçici de olsa anlatarak şifa bulma imkânına işaret eder. Bînâ’nın İstanbul’daki aşk tecrübesi kadar, anlatırken birdenbire gelen mıhlanma, ağlama, şiir söyleme halleri de kaydedilir.
Bînâ’nın sevdiği kadının da yayımlanmış eserleri olan münevver ve şuh biri olması da dikkate değerdir. Bu ilişki sözden çok bakışların ve mektupların iletişimiyle ilerlese de, Saadet’in “bütün mevcudiyetiyle bütün bir kafile-i nisviyyeye [kadın kafilesine] hitap etmek iktidarın[a]” sahip bir hatibe olduğu da belirtilir. Kadınlar Dünyası’nda tefrika edilen bu romanın büyük oranda kadın olan ilk okurları, feminizm yanlısı bir erkekle kadın bir yazar ve konuşmacının aşkını okumak üzeredirler. Ancak bu ilişkinin geniş potansiyeller alanından ancak hassasiyetin, asabiyetin, mahcupluğun, asgari iletişimin, bakış alışverişlerinin, yanlış anlamaların, hayal kırıklıklarının baskın olduğu bir ilişki fiile dökülür. Bînâ, ilişkisinin maddilikten, süflilikten, hayvanilikten, cinsel arzudan uzaklığını ima ettikçe ilişki yücelir ve zeminini kaybeder. İdeal ilişki idealler âlemine gönderme yaptıkça somutluğunu kaybederken dayanıksızlaşır, dıştan gelecek etkilere karşı zayıf düşer. Saadet’ten gelen işaretleri mevcudiyetinde zapt eden Bînâ, gözlüklü diye bahsettiği arkadaşının motivasyonu muammalı olan müdahalesi karşısında ilişkisini kurtaramaz. Kendini dışarıya, radikal öteki olan sevgilinin tecellilerine açmak, maddiliği silmekle birlikte gerçekleşince dışarının tehlike ve tehditleri de ilişkiye sirayet eder ve ilişkiyi akamete uğratır. Bînâ kelimesi Farsçada gören, kalp gözü ile gören, basiretli gibi anlamlara sahiptir. Kalp gözünü açan Bînâ’nın fiziksel olarak görüşe eşit önem vermemesi hassasiyetler dengesini de karıştırır.
Saadet’in günah keçisi kılınmadığı, faillerden çok deneyimin etkisinin hüküm sürdüğü hastalıklı, kırılgan –ama bu sıfatlarla damgalanmamış– erkeklik koşullarında, Bînâ kendisini bir aşk şehidine dönüştürür. Şehitliğe gömülmesini kardeşinden rica ederken bile hassasiyet devrededir: Olur da Saadet gelirse mezarının önünde ağlamamalıdır; zira hasta ruhu manevi âlemde bu ağlayışı hissedecektir. Dıştan gelen titreşimlere kendini bu derece açan ve onlarla içi titreyen Bînâ bir türlü bu hasletini somutlaştıramaz, maddileştiremez; bir eş-titreşim oluşmaz, hassasiyetten bir rezonans neşet etmez. Ancak tabutunu taşıyan kadınlarla kurduğu istisnai bağ, onun bu dünyadaki mevcudiyetinin titreşmeye devam ettiğine işaret eder. O kendini aşk şehidi olarak görürken kadınlar kolektif bir tavırla onun varlığına ve izlerine mukayyet olarak erkek-suretli-kadın-ruhlu bu kişiyi defnederler.
[1] “Hassas: 1) Dış dünyadan gelen etkileri en ince noktasına kadar duyabilen, zapt edebilen; 2) Çabuk duygulanan, duygulu, hisli; 3) Titiz, dikkatli, uyanık; 4) Çabuk etki altında kalan, dayanıksız, zayıf.” lugatim.com
Roman, Bînâ’nın hassaslığın bu farklı veçhelerinin birbirinin şiddetlendirmesinin yahut azaltmasının dinamiğini takip ederek okunabilir.
Önceki Yazı
1915 yazında, Anadolu’da…
“Gobelyan’ın romanı Bardizag’tan gönderilenlerle oraya varmaya çalışanların yolda neler yaşadıklarının eşzamanlı anlatılmasından oluşuyor. Her üç roman kişisinin başlarına sayfalar ilerledikçe neler geleceği, yollarının nereye varacağı sorularındaki gerilim romanın sonuna dek eksilmeden sürüyor.”
Sonraki Yazı
Onuncu yılında: Nail Satlıgan
“Nail’in hitabet tarzının bir özelliği vardı ki, 'devrimci' olsun olmasın onu her halükârda her türlü düz siyaset pratiğinin uzağında tutmaya yeterliydi: yüksek dozda ironi. Nail her şart ve baskı altında bile istifini bozmaz, serinkanlılığını korurdu. İroni de bu serinkanlılığını mümkün kılan başlıca silahıydı. Adeta aristokratik zaviyeden bakan bir ironiydi bu. Gâvurca deyimiyle her daim cool'du. Siyaset için fazla cool.”