Mitolojinin sebep olduğu bir mit: Zeus Altarı
Schliemann’ın Troas’a yolculuğu
“Gezinin amacı esas olarak 'Hisarlık dışında arkeolojik kazı yapmaya değer yerler olup olmadığını saptamak' olsa da, gezdiği yörelere dair Schliemann’ın gözlemlerine kitapta sık sık rastlarız...”

Zeus heykelinden ayrıntı, Gian Lorenzo Bernini. Piazza Navona, Roma. Fonda, Adatepe köyünün yakınlarında, Zeus Altarı olduğu ileri sürülen manzaralı mevki. (Fotoğraf: Alp Onbaşıoğlu)
“Homeros, İlyada Destanında Tanrıların İda Dağında yaşadıklarından ve Troia (Truva) Savaşını buradan izleyip yönettiklerinden söz eder. Tanrılar Tanrısı Zeus’un da burada yaşadığı ve savaşı izleyip yönettiği yine bu destanda yer alır. Bölgede çalışma yapan araştırmacılar da bu yüksek, denize ve Edremit körfezine hakim bir tepe üzerine inşa edilen mekânın baş tanrı Zeus’a ait olduğunu düşünmektedirler.”
Küçükkuyu Belediyesi’nin web sitesinde Adatepe köyünün yakınındaki Zeus Altarı böyle anlatılıyor. İyi de, söz konusu tepe “denize ve Edremit körfezine hâkim” olmasına hakim ama, çok daha yukarılarda kalan Troya ovasına hâkim değil. Zeus bile olsanız Troya savaşını buradan göremezdiniz.
Adatepe Zeytinyağı müzesinin web sitesinde biraz daha net bilgiler ve ihtiyatlı yorumlar var. “Bölgede çalışma yapan araştırmacılar”dan söz etmek yerine John Freely’nin 1996 basımı The Aegean Coast of Turkey kitabına referans verilmiş:
“Adatepe köyünün hemen yanıbaşında dev kaya kütlesi, Truva’yı gün yüzüne çıkartan Alman maceraperest Heinrich Schliemann ve Alman arkeolog Judeich tarafından Ida Zeusu Altarı olarak tanımlanmıştır. Maalesef bu bulguyu kanıtlamaya yarayacak arkeolojik veriler mevcut değildir. Yine de Schliemann, buranın İda’nın tepesinde yer alan ve tanrı Zeus’un kuzeydeki Truva ovasında süregiden savaşı izlediği Gargaros Tepesi olduğuna inandırmıştır kendisini.”[1]
Yakın zamana kadar Zeus Altarı mevkiinin girişinde yer alan büyük bilgi panosu da aynı şeyleri söylüyordu bize.
Gargaros nerede? Kazdağları'nın zirvesi olan Sarıkız civarında mı yoksa dağın ancak etekleri sayılabilecek bir yerde, Adatepe’de mi? Bu belirsizlik Strabon’un Coğrafya’sının çevirisinden mi kaynaklanıyor, yoksa Strabon’un kendisinden mi?
Adatepe Zeytinyağı Müzesi’nin web sitesinden alıntılamaya devam ediyorum:
Bu konuda Schliemann gibi formel arkeoloji eğitimi almasa bile sezgilerinin güçlülüğünü kanıtlamış birinin tespitlerini de dikkate almaya değer. Kuşkusuz Schliemann Türkiye'deki araştırmaları esnasında bölgemizi de etraflıca incelemiştir. Dolayısıyla, Zeus Altarının yer aldığı, dolayısıyla Gargaros olarak adlandırdığı tepenin İda'nın en yüksek tepesi olmadığını fark etmemesi pek akla uygun değil.
Herhalde İlyada'nın VIII: kitabındaki şu bölüm Schlieman'ı Zeus Altarının Adatepe köyü yakınlarındaki tepede olduğuna inanmaya sevk etmiş:
“Vardılar hayvanların anası, kaynağı bol İda’ya,
Gargaron’daydı Zeus’un tapınağı, kokulu sunağı.”
Nitekim, Freely de Zeus altarının bulunduğu tepenin Gargaros olduğuna pek kuşku duymamış.
Belki de kuşku duymuştur Freely! Sonradan da olsa... Nitekim 2004 yılında basılan, The Aegean Coast of Turkey'in de içinde olduğu, daha geniş kapsamlı kitabı Western Shores of Turkey'de, Küçükkuyu'ya gelindiğinde Adatepe-Zeus Altarı bahsi yok, hemen Devren'e ve Altınoluk'a, Antandros'a geçiliyor.[2]
Freely bize Schliemann hususundaki kaynağını açıklamıyor. Ama olağan şüpheli Heinrich Schliemann’ı işaret ettiğine ve bu işaretler sonradan çokça kopyalanıp çoğaltıldığına göre, en iyisi Schliemann'ın kendi yazdıklarına bakmak. Elimizde birinci elden, Türkçeye 10 yıl önce çevrilmiş bir kaynak var: Troya'dan İda Dağı'na Troas'ta Yolculuk, 2014’te Say Yayınları tarafından basılmış. 1881’de kaleme alınan metin, Schliemann’ın Troya’dan yola çıkarak Kazdağları'nda yaptığı seyahatin güncesi.
Gargaros’un zirvesinden 1 .350 metre aşağıda Menderes’in kaynakları olduğu ve bu ırmak Homeros (XXI; 268, 326) tarafından “Zeus’tan doğma” ve “Zeus’un oğlu” (XIV; 434; XXI; 2; XXIV; 693.) olarak adlandırıldığı, zirvesinde taht benzeri bir doğal yapı bulunduğu ve adı da “kutsanmış Gargaros” olduğu için hiç kuşku yok, burası Zeus’un ikametgâhı olarak nitelendirilmiş. Buna karşılık sunağın kendisi burada olmamalıdır. Sunak çevresi kutsanmıştı ve kurbanlar oraya götürülürdü: Gargaros’taydı Zeus’un tapınağı, kokulu sunağı. (VIII; 48) [3]
Schliemann’ın bu satırları, gerçekten de yanlış anlamanın habercisi gibi görünüyor, değil mi? Ama hemen ardından şöyle devam ediyor söze:
Fakat bütün bunlar için burada yeteri kadar alan yok; bu nedenle bana öyle geliyor ki, sunağın olduğu kutsanmış yerin komşu zirve Sarıkız’da olmuş olması gerekir. Öncelikle burasının ulaşımı daha kolaydır ve her iki yapı için de yeteri kadar alan vardır. Gargaros’un komşusu olması hasebiyle aynı adla anılmıştır. (s. 60)
Yani söz konusu olan Adatepe değil, Sarıkız tepesi. Schliemann’ın Adatepe ile macerası da pek heyecan verici sayılmaz; aşağıdakinden ibaret:

Troya'dan İda Dağı'na Troas'ta Yolculuk
çev. İlhan Pınar
Say Yayıncılık
2014
112 s.
Assos’tan ayrıldıktan yedi saat sonra Araklı [Arıklı] İskelesi’ne ulaştım. Türkçe olmayan bu isim muhtemelen Yunancadan bozma bir isimdir. Çünkü burada bu isme benzeyen bir yerleşim hiçbir yazar tarafından aktarılmamaktadır. Buradan yarım saat uzaklıkta Musarratlı [Nusratlı] Çayı’nın denize döküldüğü yerde bulunan Nusratlı İskelesi’nden geçtim. Buradan bir saat sonra da çok sayıda kereste deposuna sahip Çepni İskelesi’ne ulaştım. Önceden de belirttiğim gibi Assos’tan başka hiçbir yerde limana rastlamadım. Onun içindir ki, kereste yükleme işlerini –iskele Ayvalık ve Midilli tarafından korunuyor olsa da– ancak dingin havalarda yapmak mümkün. Çepni İskelesi’nden 45 dakika sonra Ada İskelesi’ne ulaştım. Burada, bir saat uzaklıkta Ada Köyü’nün [Adatepe] olduğunu ve köydeki dağın zirvesinde merdivenle inilen bir sarnıç oyuğu bulunduğunu, ancak kalıntının olmadığını öğrendim. Her iskelede özenle çevrede herhangi bir duvar kalıntısı olup olmadığını sordum. Maalesef yoktu. Ada İskelesi’nde hava sıcaklığı 20,5 dereceydi. Buraya kadar yol boyunca her gün ortalama iki saat boyunca yağmur yağdı ve uzaklarda şimşekler çaktı. Ada İskelesi’nden hemen sonra, derinliği 20 santimetre, genişliği 18 metre olan Mıhlı Çayı’ndan geçtik. Çaydan 30 dakika sonra Narlı İskelesi'ni geçtik ve hemen Küçük Çay'a ulaştık. Buradan deniz seviyesinden 123,2 metre yükseklikte bulunan Papazlı Köyü'ne [Altınoluk] gittik. (s. 36)
Seyahat bu şekilde devam ediyor. Bu satırlardan çıkan doğal sonuç, Heinrich Schliemann’ın maiyetiyle birlikte Adatepe’ye hiç uğramadığıdır, değil mi? Değil ki sarnıcı görüp Zeus Altarı ilan etsin…

Schliemann’ı okumaya devam edelim biz:
Öğleden sonra saat birde, Sarıkız’ın 1 00 metre çapındaki ve 1 .766,8 metre yüksek olan zirvesine ulaştım. Hava sıcaklığı 14 dereceydi. Otlaktan bu zirveye yaya olarak tırmanmak 45 dakikamı almıştı. Zirveye çıktığımızda masmavi bir gökyüzü ve pırıl pırıl bir güneş vardı. Buradan gözler önüne serilen manzara, çektiğim her türlü zahmete değmişti. Her yer ayaklarımın altında bir tabak gibi uzanıyordu; Troya’nın tüm ova ve çayları, kuzeyde Marmara Denizi, kuzeybatıda Çanakkale Boğazı, daha ötesinde Trakya Khersones ve daha da ötesinde Sinus Melas, Trakya Denizi, İmbros [Gökçeada] ve Poseidon’un ikametgâhı olan ve Troya Savaşı’nı izlediği Samothrake [Semadirek]; batıdaysa Limni Adası, hemen üst kısmında mağrur Athos Dağı, Edremit Körfezi’nin güneyinde ve güneybatısında Midilli Adası ile Ege Denizi vardı.
Özel bir hayranlıkla gözlerim Troya tarafına daldı gitti; Hisarlık, Menderes yatağı gözlerimin önünde uzayıp gidiyordu. O anda aklıma, buradan savaşı izleyen ve askerî birliklerin hareketlerini ayırt edebilen Zeus’un gözlerinin çok keskin olması gerektiği geldi; çünkü buradan Hisarlık devasa bir kaya gibi görünebiliyordu. İda’ya çıkan birçok seyyah, buradan İstanbul’un gözüktüğünü iddia etmiştir. Bu bana Zeus’un bile gerçekleştiremeyeceği bir imkânsızlık gibi geliyor. (s. 54)
Kendi gözlerimle görmedim, gitmedim çünkü, ama bu tepeden aynı anda hem Marmara hem de Ege’nin görülebildiği hep söylenir. Adatepe’den Troya savaşını izleyebiliyorsa, Zeus Sarıkız’dan İstanbul’u haydi haydi görür, değil mi?
Elbette Sarıkız’ın zirvesinde herhangi bir kalıntı yoktu; burada gördüğüm yapılar, sadece ekim ayına kadar kalan çobanların kendileri ve sürüleri için yaptıkları korunaklardı. Temmuz ayı ortasından önce ne bir çoban ne de bir koyun burada yaşamamaktadır. Zirvede sadece bir Türk’ün, muhtemelen bir çobanın mezarı vardı. Burada kar yoktu. Bitki örtüsü kıştan yeni uyanma aşamasındaydı. Buna karşılık ileride sözünü edeceğim binlerce ilkbahar çiçeği burayı süslüyordu.
Homeros’a göre burada Zeus’un bir tapınağı vardı; fakat bu yapının izini boşuna aradım. (s. 55)
Homeros’a bu ölçüde bir inanç! İliada’dan yola çıkarak Troya’nın yerini bulmuş olmak, Schliemann’da şairin sözünü ettiği her şeyin ve her yerin gerçek olduğuna dair bir kanaat uyandırmış olmalı. Şairin (şairlerin?) hayal gücüne hürmetsizlik sayılsa yeridir.
Bu kanaate daha kitabın ilk satırlarında şahit oluruz:
Troya coğrafyasının sihirli havası burada her yerde hâkimdir; her dağ, her vadi, her nehir, deniz ve Hellespontos [Çanakkale Boğazı] burada Homeros'u ve İlyada'yı solumaktadır.
Gezinin amacı esas olarak “Hisarlık dışında arkeolojik kazı yapmaya değer yerler olup olmadığını saptamak” olsa da, gezdiği yörelere dair Schliemann’ın gözlemlerine kitapta sık sık rastlarız. Birkaç örnek:
Midillililer dünyada ticari yetenekleriyle ün yapmışlardır. Kanıt olarak da, Midillililerin ticaret yaptığı şehirde Yahudi’nin olmadığını göstermektedirler. Durumu ne olursa olsun Anadolu Rumları arasında Yunanistan’a bağlılık çok sıkıdır. Anavatan diye Yunanistan’dan söz ederken akan gözyaşları insanın içini sızlatır. Hem de Yunanistan’ı hiç görmedikleri halde bu durum böyledir. (s. 41)
Türkler leyleği neredeyse kült derecesinde görürler. Bundan dolayı Rumlar leyleğe “Türklerin kutsal kuşu” derler ve kendi evlerinde bu kuşun yuva yapmasına izin vermezler. Türklerin övgüye değer bir başka özellikleri de yolcuların ve hayvanların su ihtiyacını karşılamaları için yollara yaptıkları çeşme geleneğidir. Onun içindir ki, ister küçük ister büyük olsun hiçbir köy yoktur ki insanlar ve hayvanlar için çeşme yaptırmamış olsun. (s. 19)
Türklerin övgüye değer bir başka özellikleri de ölülerine derin hürmet göstermeleridir. Çünkü ölülerine Amerika ve Avrupa’da davranıldığı gibi barbarca davranmazlar. (s. 20)
Son bir alıntı: Schliemann Sarıkız tepesinin zirvesinde “74 santimetre uzunluğunda, 60 santimetre genişliğinde ve 35 santimetre kalınlığında beyaz mermer bir blok” bulur:
O anda bu mermer bloğunun Zeus’un sunağı olduğunu ve dindar Hıristiyanlar tarafından kayalığın tepesinden aşağı atıldığını düşündüm. Tanrıların tanrısının Sanctuarium’u olan ve kutsanmış bir yerde bulunan böyle bir şeyin, 100 İngiliz mili bir çevreden görülebileceği, ancak yılın altı ayında çıkılabildiği için büyük bir öneme sahip olacağından, büyük hac yeri olmuş olması gerekir. Bir yüzündeki iki büyük çukurun, mutlaka ayaklar için olması gerekir. Büyüklüğü ve ağırlığı bakımından ovadan buraya getirmenin zorluğu düşünülecek olursa, büyük bir olasılıkla Sarıkız ile Gargaros arasındaki küçük beyaz mermer kayalıktan alınan mermer işlenerek yapılmış olmalıdır. (s. 60)
Demek ki Zeus Altarı mitinde birinin payı varsa, Schliemann değildir o. Daha çok John Freely, hatta belki biraz Strabon! Ama her şeyden önce, ortada hiçbir kanıt olmamasına rağmen oraya altarı yakıştıran bizler. Adeta efsanevi Bob Norman Ross, fırçasıyla buralara kadar gelmiş, resim bitmeye yakın “şuraya da bir Altar koyalım” demiş ve biz de “ne güzel olur” diye tasdiklemişiz. Güzel manzaralı, sarnıçlı ve yatırlı bir mevkiyi –belki de Berlin'e götürülen Bergama'daki Zeus Altarının bir telafisi olarak– Turizm Bakanlığı'nca onaylanmış (yoksa kahverengi levha koyarlar mıydı?) bir antik kalıntıyla süslemişiz.
Süslemeciliğin sonu yok: Doğma büyüme Adatepeli olan bir tanışımız (Ünal Tekin), trafiğe kapalı olan Zeus Altarı yolunda yürüyenlere at kiralamaya başlamış ve başarıyla sonuçlanmayan girişimine “Zeus Atları” adını vermişti…
İsim güzeldi, çünkü burası pek çok kişi tarafından zaten Zeus Atları diye bilinirdi. Maalesef Ünal'ın Zeus Atları çok kısa sürede ortadan kalktı. Adatepe Zeus Altarı’nın yeriyse çok daha sağlam görünüyor.
Hiçbir kanıt olmamasına rağmen Zeus Altarı olarak anılan bu mevki muhtemelen –resmi tabelalar kaldırılsa bile– Zeus Altarı olarak kalmaya devam edecek. Bayramlarda ve tatillerde insanlar biraz da güzel manzara için akın akın gelip duracaklar. Mitler sağlamdır. Eskisi de, yenisi de. Kolay kolay yıkılmazlar.
NOTLAR:
[1] Bkz. John Freely, The Aegean Coast of Turkey, Redhouse Yayıncılık, 1996, s. 21.
[2] Bkz. John Freely, Western Shores of Turkey: Discovering the Aegean and Mediterranean Coasts, Tauris Parke Paperbacks, 2004, s. 61. Freely bu kitapta Schliemann'dan epeyce söz ediyor, ama Gargaros'ları karıştırdığına, Zeus Altarı için Adatepe'yi gösterdiğine dair herhangi bir bilgi yok.
[3] Heinrich Schliemann, Troya'dan İda Dağı'na Troas'ta Yolculuk, çev. İlhan Pınar, Say Yayıncılık, 2014, (s. 59)
Önceki Yazı

İkinci Eş Serüveni:
Bir Abdülhamid ve
Sherlock Holmes hikâyesi
“Andrew Finkel bu pastiş romanı ustaca kurgularken Sherlock Holmes hikâyelerini ve ünlü dedektifi çevreleyen koşulları büyük bir titizlikle bir araya getirerek son derece özgün ama bir o kadar da 'Sherlockyen' bir hikâye kaleme almış..”.
Sonraki Yazı

Cem Savran’ın romanında “yeraltı”, “av” ve “avcı”nın katmanlı gönderimleri
“Cem Savran her ne kadar 12 Eylül 1980 darbesini izleyen günleri anlatsa da, –çünkü devrimci direniş ruhu ayaktadır henüz– romanını 2000’lerde yazdığına göre kendi önerisini, devrimci seçeneğini sunuyor okura.”