DAD: Adalet öyküleri
“DAD bir bütün olarak, hem cezaevi koşullarına meydan okuyan cevvallikteki söylem ve kurgu, hem de bazen anlatıcının küçük ya da azgelişmiş kurnazlıklarını söylemeyi de içeren diyalojik anlatım özelliğiyle karnavalesk sıfatını hak ediyor.”

Selahattin Demirtaş, gelmiş geçmiş yurttaşlarımız arasında yaşamı demokrasimizin yaşamıyla en çok kaynaşmış olanlardan biri. Kürt özgürlük hareketi kadar Türkiye barışının ve demokrasisinin de öncülerinden. Bu iki ideali gömleğimizin iki yakası gibi bir araya getirmemize emek veren çok yönlü bir insan. Onun Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına rağmen altı küsur yıldır hapiste tutulması ülkenin maruz kaldığı dikta yönetiminin başlıca göstergelerinden biri. Ama Demirtaş bu zulmü sanat çalışmalarına daha fazla vakit ayırarak karşılıyor ve özgürlüğe susamış biz okurlara şenlikli bir yazarla güç kazanma olanağı sağlıyor. Her adımda, her kitap ve öyküde yükselen şenlik tonlarıyla karşılaşıyoruz.
Şenlikten söz edişimin nedeni anlaşılmış olabilir: Kurmaca yapıtları okuma sürecinde zihnimiz genellikle bazı kavramları yardıma çağırır. Bu bağlantı bazen belli belirsizdir, adını koyamazsınız ya da yerindeliğinden emin olamazsınız. Demirtaş’ta bu kavramlar beşinci kitabı DAD’la birlikte belirginleşti: 20. yüzyılın en önemli iki kavramını çağırıyor bu yapıtlar: Mikhail Bahtin’e borçlu olduğumuz “karnavalesk”[1] ve kapitalizmin sınai yönüne esaslı eleştiriler getirmiş olan Ivan Illich’ borçlu olduğumuz Şenlikli Toplum.[2]
“Karnavalesk” kavramının iki ana öğesinden biri olan “diyalojik” sıfatına Demirtaş bağlamında daha önce de değinilmişti.[3] Aynı kavramın diğer öğesi olan “şenlikli söylem” de ilk öğenin tamamlayıcısı olarak Demirtaş’ta sürekli gelişim halinde. İzleyen okurlar farkındadır, bu gelişmeye edebiyat dışında, “Selo”nun gündelik siyasal ortamı yankılayış üslubu da dahil...[4] Ama biz burada DAD’a odaklanalım.
Önce adıyla şaşırttı bu yapıt bizi. DAD, Türkçe okurları için tanıdık bir sözcük değil(di). Büyük harflerle yazıldığı için, acaba bir kısaltma mı diyor insan önce. İngilizce olması olasılığı da akla geliyor; ne de olsa zihin kendi anadilinde tanımını bulamadığı bir sözcüğü bellekteki diğer dillerde arar, varsa tanımı oradan getirir. “Dad” sözcüğü dünya yurttaşları olarak artık ikinci dilimiz olan İngilizce çocuk dilinde ‘baba’ anlamına geldiğinden, Dêd diye okunup ‘baba’ diye algılanabiliyor... Oysa kitapla aynı adı taşıyan öyküden, “dad” sözcüğünün çeşitli dillerde farklı anlamlara geldiğini, o arada Kürtçede ‘adalet’ demek olduğunu öğrendik. Gerçi bu yeni kitabın adı ve anlamı haberden habere hemen yayılmış olduğundan, çoğu okur iş okumaya kalmadan öğrenmişti zaten. Sözcükle tanışıklığım artsın diye Zana Farquînî’nin Kürtçe sözlüğüne bakıyorum: “Dad”ın ikinci anlamı çocuk dilinde ‘anne’! Ne güzel kökendaşlık! Ve ne kadar kurcalayıcı. Ayrıca okur için mükemmel bir yol açıcı, çünkü kitapta problem olarak “adalet” kavramının çeşitli belirişleri etrafında örülmüş dokuz öykü yer alıyor. Daha geniş bir açıdan, Demirtaş’ın önceki yapıtları için de temel sorunsalın aynı (adalet) olduğunu anlayabiliyoruz.

DAD
Dipnot Yayınları
Mart 2023
152 s.
Bunu der demez bir tür boşluk da hissettiriyor kendini, hem öykülerin hem de kavramın önümüze koyduğu sorularla dolu bir boşluk: Hangi adalet? Nasıl bir adalet? Bizde böyle sorular ve fikirler uyandırdıklarına göre bu öyküler birer kavramsal kurmaca mı? vb.
DAD’daki ilk öykü “Çöplük” ilk anda Oya Baydar’ın Çöplüğün Generali'ni[5] çağrıştırsa da, iki yapıt arasındaki ortaklaşma fazla ileri gitmiyor. Tür farkından başka, kuruluş farkı da var: Baydar’ın romanının az çok klasikleşmiş denebilecek bilimkurgusal yapısına karşılık Demirtaş bir ironi ustası olarak çoğu yerde alegorisini okura açıkça gösteren özgün bir üslupla yol alıyor. Başta Seher olmak üzere ilk yapıtlarında daha belirgin olan didaktizm eğilimi DAD’da hayli azalmış; belirdiği yerde yazar tarafından bu eğilimin hakkından gelinmiş. Sözgelimi “Çöplük” bizi karnavalesk bir yapıttan çok, bir vicdan çağrısına hazırlar gibi karşılıyor. İlk cümlesi şöyle:
“Hiç, bir şehir çöplüğünde zaman geçirdiniz mi?”
Bu tür sorular (‘hiç düşündünüz mü, ... vb.’) genellikle bir sınava çekilme ya da vaaz başlangıcı izlenimi uyandırır, burada da biraz öyle. Ancak ikinci paragraf ilkinin hemen hakkından geliyor, hem içerik hem söylem olarak:
“[Çöplükte] her şey ayan beyan, bok gibi ortadadır. (...) Umurunuzdaysa tüketmeyin oğlum, tüketmeyin; bırakın yıkılsın kapitalizm.”
Şenlikli söylem, gençlik söylemi. “Oğlum” diyen kişi bir babanın ya da büyüğün ağzından çok, gençlik argosuyla, kuşaktaşlarına seslenir gibi konuşuyor. Ve az ötede, alegorisini açık eden söylem çıkageliyor. Arka kapakta da yer verilmiş olan bölümden:
“Şehir çöplüğü gibi kokuyor diyesim var fakat burası zaten şehir çöplüğü”.
Burada alegori katmerleniyor, çünkü Demirtaş metnin önceliği ilkesini kısa süreliğine de olsa askıya almak gereğini duyduğumuz bir yazar, çünkü çoktan yıllanmış bir mahpus. Tıpkı İlhan Sami Çomak gibi, yapıtlarının yorumunda mahpusluk konumunu göz ardı edemeyeceğimiz yazarlara onu da ekliyoruz. Ve bir iki satır sonra da “... mahpuslar gibi” diye biten bir cümleyle karşılaştığımızda, Türkçe edebiyatın ironi ustalarından birini okumakta olduğumuz duygusu pekişiyor. Şenlikli söyleme, eğlenceli benzetmeleri de katkıda bulunuyor.
DAD, özellikle üçüncü öykü “Ben’i Unutma”dan itibaren didaktizmin tam tersine şaşırtıcı, bazen popüler edebiyatın motiflerine uğramak pahasına gitgide hem çarpıcı ve itici, hem de sert ve ironik öğelerle kurulmuş. Hani boş bulunsanız, Demirtaş popüler edebiyata mı yöneliyor sorusuna kapılacağınız bir biçimde fantastiğe yakın kurgular var. Bazen adalet fikrini en ilkel, bireysel ya da hukuk dışı, otantik de denebilecek, intikam türü adalet arayışlarına kadar götürerek okuru irkiltiyor, meydan okuyor. Kavramın içeriğindeki uzanımları sergilemek ister gibi.
DAD bir bütün olarak, hem cezaevi koşullarına meydan okuyan cevvallikteki söylem ve kurgu, hem de bazen anlatıcının küçük ya da azgelişmiş kurnazlıklarını söylemeyi de içeren (“Mütevazı davranıp onu sonradan şaşırtarak etkileme fırsatı yakalamıştım” –s. 11) diyalojik anlatım özelliğiyle “karnavalesk” sıfatını hak ediyor, özellikle de aynı adı taşıyan öyküyle. Diyalojik sıfatının, bilinçler arası “diyalog”la ilgisi var. Karnavalesk gitgide yükseliyor, “Haydar Haydar” ve “Kader” adlı öykülerin sonlarında biraz yorgunluk gösterse de, “Kartonpiyer” adlı öyküde zirveye ulaşıyor.
Diyebilirim ki adalet kavramına etik dolayımlar sağlayan birer sorgulama rehberi ya da malzemesi gibi bu öyküler. DAD, edebiyattan öte, güncel toplumsal muhalefetin bir numaralı ilkesi haline gelen “ADALET”e yüksek sesle verilmiş desteklerden biri olarak da geldi. Adeta “bunun Kürtçesi de var” diyen bir destek.
NOTLAR:
[1] Mihail Bahtin, Karnavaldan Romana, çev. Cem Soydemir, der. ve önsöz: Sibel Irzık, Ayrıntı Yay., 2001;
Mihail M. Bahtin, Dostoyevski Poetikasının Sorunları, çev. Cem Soydemir, Metis Yay. 2004.
[2] Ivan Illich, Şenlikli Toplum, Ayrıntı Yay., çev. Ahmet Kot.
[3] Bkz. Necmiye Alpay, “Çok Okunan İki Yazar: Kutlu ile Demirtaş”, K24. Erişim tarihi: 25.3.2013.
Bu bağlamda Sinan Tepe’nin Leylan’la ilgili “çoklu bilinç” tespiti de önemliydi: Bkz. “Çoklu Bilincin Akışı ve Kapatılamazlığı”, T24. Erişim tarihi: 25.3.2013.
[4] Sözgelimi, ben bu satırları yazarken twitter’da ve gazetelerde bir ileti-karikatür yayımlandı: ünlü bir diplomanın “replika”sı! Tipik şenlik unsuru, tipik Gezi ruhu.
[5] Oya Baydar, Çöplüğün Generali, Can Yay., 2009.
Önceki Yazı

Haftanın kitapları – 14
K24'te Nisan ayının ilk vitrini: Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevleri tarafından bize gönderilen, dikkatimizi çeken; okumak ve üzerine yazı yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar...
Sonraki Yazı

Zümrüt Alp’in öyküleri:
Vezinlerini kaybedenler
Hiç Kötülük Görmemiş Gibi’de hayatlarının veznini kaybetmiş insanların hikâyelerine odaklanıyor Zümrüt Alp. Hislerden yakınlıklara, yardımlardan ufak tefek kumpaslara, kişinin kendisiyle ya da başkasıyla girdiği ilişkide, iletişimde neyin asıl neyin suret olduğunun birbirinden ayrılamadığı bir dünyadan hikâyeler anlatıyor.