“Sana bu güzel yolculuğu verdi İthaka. / O olmasa, yola hiç çıkmayacaktın. / Ama sana verecek bir şeyi yok bundan başka.”
Kadir Işık’ın yeni kitabı Yolda Olmak, Konstantinos Kavafis’in “İthaka” şiirinin bu dizeleriyle başlar ve şiir kitabın içeriği olur adeta.
Edebiyat klasiklerinden biri olan Homeros’un yazdığı Odysseia, ana kahraman Odysseus’u ve onun Truva’nın düşmesinden sonra evine yaptığı dönüş yolculuğunu konu edinir. On sene süren Truva Savaşı’ndan sonra Odysseus’un evinin bulunduğu İthaka’ya dönmesi bir on sene daha alır. Öldüğü varsayılan Odysseus’un yokluğunda karısı Penelope onunla evlenmek ve İthaka’nın hükümdarı olmak isteyen bir grup soylu erkekle mücadele etmek zorundadır. Odysseus bin bir türlü engelle karşılaşsa da sonunda hepsini aşar ve evine dönmeyi başarır. Burada anlatılan aslında zorlu da olsa kendi özüne yolculuğun ifadesidir. Kehribar kokuları, Fenike çarşıları, kırların serinliği, çam ağaçlarının gölgesi, yeni limanlar, yeni şehirler, yeni insanlar bu yolculuğun görünenleridir. Odysseia destanı, Odysseus’un geri dönüş yolculuğunda yaşadığı zorluklara ve karısının çektiği acılara odaklanırken, Kavafis’in şiiri Odysseus’un tersine, “yıllarca süren bir yolculuğu” ve sabrı deneyimlemeyi zenginlik olarak görür. Yolda Olmak kitabını okurken böyle bir his yolculuğunun içinde buldum kendimi. Bir destandan fırlamış farklı öykü ve maceraların ortasında daha doğrusu.
Kadir Işık’ın yolda olma macerası Tiflis’ten ve sevgiliyle başlar. Yolcudan gezgine dönüşür zamanla. Ancak bunun bir şartı var. Ya birlikte yola çıkılan sevgili gibi bireysel yanlarımıza yenik düşüp geri döneceğiz ya da yolda olacağız. Bu yolda bizi on bir farklı kent ve bellek bekliyor. Tiflis, Bakü, Tebriz, Tahran, İsfahan, Persepolis, Şiraz, Kirmanşah, Süleymaniye, Erbil, Midyat.
Aslında bellek esasen zamansal boyutuyla algılansa da, aynı zamanda coğrafyayla yakın bir bağla karakterize edilir. Böylece mekânlaştırma üzerinden belleğin kolektif doğası oluşur. İnsanlar mekânı kendi günlük kullanımlarına göre sahiplenirler. Süreç içinde biraz değiştirseler de zamanla uyum sağlar, yeniden yarattıkları bu yeri sahiplenirler. Dolayısıyla bellek kolektif deneyimle doğrudan bağlantılıdır. Hatta Kavafis’in şiiriyle düşünelim yeniden:
“Ve onu yoksul bulursan, sanma ki İthake aldattı seni. / Kazandığın büyük bilgelik, onca deneyden sonra / anlamış olmalısın İthakeler ne demek.”[1]
Deneyimler ve bellek, mekânsal bütünlükle tamamlanınca hem içe olan yolculuk hem de dışarıdaki yolculuk tamamlanmış olur.
Hikâyelere, geleneklere, mekânlara dayalı bu süreç toplumların kimliğinin oluşumu demektir. Kadir Işık sembolik değeri ifade eden ve bir topluluğun kimliğinin inşasına katkıda bulunan bu yerlere götürür bizi işte. Bu konuda özellikle mekân şekillenmesi üzerine farklı çalışmalarıyla bilinen Amerikalı filozof Edward S. Casey’nin “Bellek doğal olarak mekân odaklıdır veya en azından mekân desteklidir”[2] cümlesi, okuduklarımı çağrıştırıcı bir şekilde tamamlar.
Bakü yolculuğunda oda arkadaşı Keke ile olan ortaklığını şöyle anlatır:
“Keke’yle farklı coğrafyalarda benzer hikâyelerin içine doğmuş, aynı kaderi yaşayan iki insanız. Aidiyet duygusu geliştiremiyoruz, sınırlar bizi geriyor.”
Bunun öncesinde, “Sanki gezginler genelde çocukluğunda göç edenler, göçe maruz kalanlar, bulundukları yerden çocuk yaşta koparılanlardan oluşuyor” cümlesi dikkatimi çekti. Sürgünü, göçmenlik kavramını ve yerinden yurdundan çocuk yaşta koparılanları düşündüm. Metin Altıok’un “Yerleşik Yabancı” şiirindeki dize ile söylersem: “Ben eğilmem gündüz ama, / Geceleri kanatırım kendimi.[3] Göçmenlik kavramı bu dize gibidir. Yerleştiğiniz yerin ortasında ama oraya yabancı. Kadir Işık gezgini biraz böyle tarif ediyor sanki. Bu da bize yolda karşılaştıklarıyla bağ kurmaya çalışsa da, o bağın zaten var olduğunu gösterir. Ortak duygularla şekillenen kültürel ve manevi miras, içlerindeki ait olmama duygusuyla pekiştirilmiş gibidir insanlar arasında.
Bu yolculukların büyüttüğü mana İsfahan’a yapılan Ateşgâh ziyaretinde gizli sanki. Burası Zerdüşt mabedi. Zerdüştlükte su, toprak ve ateş kutsal. Ateşe, aydınlığa ya da güneşe yüzlerini dönerek ibadet ederler. Türkiye’de birçok Alevi inancında da bu var. Özellikle tanıdığım Dersim Alevilerinin bana aktarımları şöyledir: Dersimli Aleviler her sabah güneşi gördüklerinde parmaklarını üç kez öpüp alınlarına götürerek selamlayıp dua ederler. Tanrı Ahura Mazda aydınlığın temsilcisidir. Ateş iyiyi ve kötüyü birbirinden ayırıyor. Asıl kıble ise güneştir. Yazar da güneşi pusulası yapıp iyi insanların rehberliğine denk gelmiş. Yolculuğu boyunca çizdiği insan prototiplerinde kültürel farklılıkları da işler Kadir Işık. Bu yüzden tüm aktarımları ve gözlemleri dinamiktir.
Yukarıda da söylediğim gibi, kültürel çeşitliliğin buluşma yeri ve toplumsal yaşamın birincil mekânı olarak kentler belleği oluşturan bütünün önemli bir parçasıdır. Kentsel bellekle mekân arasındaki etkileşim, bireylerin kentsel mekânı algılama biçimleri ve farklılıklarıyla zenginleşmektedir. Burada kentsel belleği etkileyen en önemli unsurlar anılar, dil, geçmiş ve kültür olarak karşımıza çıkar. İran’da mollaların iktidara gelmesinden sonraki adıyla İmam Meydanı’nın (Nakşı’ı Cihan) geçmişte şahın halkla buluşma yeri olduğunu, sonrasında bu dokunun bozulup spor müsabakalarından alışverişe birçok aktivitenin yapıldığı alana dönüştüğünü aktarır. Burada hemen aklıma mimariyi olağanüstü bir siyasi propaganda aracı gören Mussolini ve Hitler geldi. Hitler’in Berlin’i Nazizm’in en büyük anıtı, totalitarizmin özelliklerini somutlaştıran baskı aracı haline getirdiğini biliyoruz. Almanya bu çatışmayı ancak 1989’dan sonra, Duvar’ın yıkılmasıyla çözse de, başta İran olmak üzere diğer kentlerdeki değişimi okurken içimin burkulduğunu da söylemeden geçemeyeceğim.
Aynı şey insanlar için de geçerli:
“‘Eve Farsça bilmeyen bir misafir geldiğinde, yani senin gibi, arada Farsça konuştuğumuz da oluyor’ dedi enişte, güldüler. Türkiye’de Kürt, İran’da Türk olmak; herkes ötekiyle değil de ötekileştirdiğiyle sorunlu.”
Kadir Işık’ın İsfahan yolculuğunu anlattığı bölümü okurken İran’ın büyük şairi Firdevsi’yi düşündüm. Şahnâme’nin bu büyük şairi ilk döneminde gazeller ve kasideler yazar. Ancak eski İran tarihine ilgi duyunca Pehleviceyi öğrenmeye karar verir. Babasından ve Zerdüşt rahiplerinden Pehlevice öğrenerek Şahnâme’yi hikâyeler şeklinde yazar. Şahnâme’de İsfahan için “padişahlar ve büyükler ülkesi” diye söz eder. Aynı zamanda büyük kişilerin oturduğu yer olarak aktarır.[4] İşte Firdevsi’deki bu anlatımı Kadir Işık’ın izlenimleriyle birleştirince İsfahan’ın nasıl bir yer olduğu daha da anlaşılır olacaktır.
“Sabah Zayende Nehri üzerindeki Siyose Pol Köprüsü’nü görmeye giderken Çahar Bağ’dan geçtim. Her yeri servi ve çınar ağaçlarıyla dolu, geniş, trafiğe kapalı bir cadde aynı zamanda mesire alanı olarak kullanılıyor. Servi ağacı İran edebiyatında insanın güzelliğinin simgesi olarak kabul ediliyor. İsfahan’da Siyose Pol Köprüsü, Nakş-ı Cihan’dan sonra görülmesi gereken bir başka şaheser. Üç yüz metre uzunluğunda, otuz üç sütun üzerine inşa edilmiş.”
Elbette Şiraz. Şiirin kalbi olan kent. Hafız’ın, Sadi’nin kenti. Hatta Işık’ın gezdiği birçok kent şiirin kenti. Tahran biraz Furuğ, biraz da Şamlu’dur. Biraz da Sepehri’dir. Süleymaniye, Şêrko Bêkes’tir. Bêkes’in “Gezgin Pencereler” şiirinden bir dizeyle gezgini nasıl gördüğüne tanıklık etmek mümkün. “Bir yaprağın küçük damarlarında / Ormanları görüyorum / Su damlasında denizi / Küçük bir toprakta / Kocaman yeryüzü / Ve gözlerinde de bütün gökyüzünü.”[5] Gezgin olmak biraz da bu olsa gerek. İçinde biriken duygu yoğunluğunun o kente çevrilmesi ve oradaki bütün ayrıntıların, yaşamsal gerçeklerin aktarılması. Gezgin bana göre biraz da bu. Kadir Işık kitaba Hafız’dan dizeler eklemiş. Ben de Furuğ ile renklendirerek Işık’ın Yolda Olmak kitabının öykü tadındaki diline, şiirin büyülü zenginliğini eklersem, kitabın bütünlüğünü aktarmış olurum. Güzel ve anlaşılır bir dili var Işık’ın. Kimseyi yormadan, toplumsal sorunlardan da uzak durmadan izlenimlerini aktarmış. Bir öykücü ve seyyahın buluşmasıyla yolda olun derim. Ve Furuğ’un dizeleri: “ellerimi bahçeye dikiyorum / yeşereceğim, biliyorum, biliyorum, biliyorum / ve kırlangıçlar mürekkepli parmaklarımın çukurunda / yumurtlayacaklar.”[6]
Biraz şiir, daha çok öykü ve deneme tadında bir gezi kitabı Yolda Olmak. Kahramanları her öyküde farklı ve gizli. Farklı ülkelerden ve çoğu oralı. Yaralı bir coğrafyanın tarihsel acılarına, kültürel zenginlikleri yüklemiş Kadir Işık. Bir sırt çantasına gizlediği sırları tek tek açığa çıkıyor sonradan. Serüven orada bitmiyor. Yeni mekânlar ve yeni insanlar var diğer yollarda. Midyat’ta yazıhaneden çantasını alırken görevliye dediği gibi: “Yol nereye götürürse,” dedim, “oraya gidiyorum.”
NOTLAR
[1] Konstantinos Kavafis, Seçme Şiirler, çev. Erdal Alova-Barış Pirhasan, Yön Yayıncılık, 1992.
[2] Edward S. Casey, Remembering-A Phenomenological Study, Indiana University Press, 2000.
[3] Metin Altıok, Bir Acıya Kiracı, YKY, 1998.
[4] Firdevsi, Şahnâme, çev. Mehmet Necati Lugal, Kabalcı Yayınevi, 2005.
[5] Şêrko Bêkes, Güneyden Şiir Yağmuru, çev. Sîrwan Rehim-Azad Dilwar-Baker Schwanî, Belge Yayınevi, 2011.
[6] Furuğ, Yaralarım Aşktandır, çev. Haşim Hüsrevşahi, Totem Yayıncılık, 2020.