
"Roman yüzeyde bir psikotik çözülmeyi anlatıyor gibi görünse de psikanalitik düzeyde Yeong-hye’nin yaşadığı şey bir beden politikasıdır. Yememek, susmak, arzuyu reddetmek… tüm bu eylemler, eril dile, aileye, toplumsal disipline ve kadına biçilen role bir başkaldırıdır. Yeong-hye konuşmaz; ama bedeni dile gelir."
Han Kang’ın Vejetaryen adlı romanı, görünürde bir kadının et yememe kararını konu alır. Ancak bu karar, metin ilerledikçe yalnızca bir beslenme tercihi değil, bedenin içsel tarihine yazılmış bir isyan, dilini kaybetmiş bir öznenin sessizce kurduğu politik bir cümle haline gelir. Vejetaryenlik burada bir başlangıçtır; ardında ise psikotik bir çözülme, bastırılmış travmalar ve yarım kalmış bir beslenme ilişkisi gizlidir.
Psikanalitik literatüre göre yemek, anneyle kurulan ilk ilişkinin sembolik bir uzantısıdır. Yemeği reddetmek, anneye duyulan öfkeyi ve bireyleşme arzusunu ifade ederken bedene zarar vermek, çoğu zaman bu anne imgesine yönelmiş yıkıcı bir eylemdir. Kusmak, içeride birikmiş “anne”yi dışa atmanın bilinçdışı yolu haline gelir.
Yeong-hye’nin yemeyi reddetmesi, psikanalitik düzlemde anorektik bir savunma olarak okunabilir. Bilinç düzeyinde anne ve gıda ayrıdır; fakat bilinçdışında, özellikle erken gelişim döneminde bu iki figür özdeştir. Anne, yalnızca besleyen değil; doyum sunan, sınırlayan ve kimlik kazandıran bir figürdür.
Winnicott’un “İştah ve Duygusal Bozukluklar” başlıklı makalesinde belirttiği gibi, iştah yalnızca biyolojik değil; aynı zamanda duygulanımsal bir ifadedir. Yemek yemek ya da yememek, sevginin kabulü kadar onun reddini de imler. Bu duygular bedende vuku bulur; zayıf kalma arzusu, çocuk bedenine tutunma, cinselliği reddetme ve kadınsılaşmadan kaçınma isteğiyle iç içe geçebilir.
1930’ların erken psikanalitik anoreksiya okumalarından itibaren, bu durum sıklıkla Oidipal çatışmalarla ilişkilendirilir. Baba arzusuyla yaşanan içsel gerilim, beden üzerinden dışa vurulur. Yemek yeme ya da yememe kimi zaman düşlemsel bir hamilelik fantezisine, kimi zaman onun inkârına, suçluluğa ya da anneye yönelmiş bilinçdışı bir savaşa dönüşür. Kusmak, annenin beden içindeki hayali işgaline karşı bir savunmaya; kabızlık ise içe alınan ama dışarı atılamayan bir anne-çocuk bağına işaret eder. Böylece beden, anneyle yaşanan ilişkinin sessiz ama somatik bir anlatıcısı olur.

Fransız psikanalist Philippe Jeammet’nin ifadesiyle “Anoreksiya, arzunun kaynağından kaçıştır.” Bu nedenle yeme bozuklukları yalnızca gıda alımı üzerinden değil; arzu ve yasak arasındaki çatışma temelinde de değerlendirilmelidir. Çocuğa “bir kaşık anne için, bir kaşık baba için” denildiğinde besin sadece fiziksel bir gereksinim olmaktan çıkar; ebeveynlerin arzusuna boyun eğmenin de simgesine dönüşür. Yemek bu bağlamda haz, aşk ve şiddetin iç içe geçtiği bir iktidar alanıdır.
Yeong-hye’nin etten tiksinmesi, yalnızca şiddetin maddesel temsilinden kaçınmak değil; aynı zamanda kendiliğini dayatılan kimliklerden koruma çabasıdır. Yememek, bu bağlamda edilgen değil; son derece aktif ve simgesel bir eylem hâline gelir.
Anoreksiya ve diğer yeme bozuklukları, özellikle kadınlarda daha sık görülür. Bunun nedeni yalnızca biyolojik değildir; aynı zamanda toplumsal ve kültürel baskılardır. Kadın bedeni, yüzyıllardır gözetlenen, şekillendirilen, arzusu bastırılan bir beden olmuştur. Bu nedenle yeme bozuklukları bireysel olduğu kadar kolektif bir fenomendir. Kadınlar hâlâ “güzel ama ulaşılmaz”, “ince ama sağlıklı” olmalıdır. Toplumsal normlar, bedenle kurulan ilişkinin patolojisini hazırlar. Yemek ya da yememek; anneye bağlılık, ondan kopamayış ya da susarak ifade bulan bir isyan olarak tezahür eder. Yeong-hye’nin yaşadıklarında da bu sessiz isyanın izleri vardır.
Roman yüzeyde bir psikotik çözülmeyi anlatıyor gibi görünse de psikanalitik düzeyde Yeong-hye’nin yaşadığı şey bir beden politikasıdır. Yememek, susmak, arzuyu reddetmek… tüm bu eylemler, eril dile, aileye, toplumsal disipline ve kadına biçilen role bir başkaldırıdır. Yeong-hye konuşmaz; ama bedeni dile gelir.
Altını çizmek gerekir ki vejetaryenlik ya da veganlık kendi başına bir psikopatoloji değildir. Yeong-hye’nin psikotik kırılması, et yememe kararından değil; bu kararın etrafında örülen inkâr, baskı, anlam yükleme ve tahakkümden doğar. Bugün etik, ekolojik ya da kişisel gerekçelerle vejetaryen olmayı seçen bireyler için bu tercih, sağlıklı ve bilinçli bir yaşam pratiğidir. Tıpkı yemek gibi, yememek de başlı başına bir patolojinin işareti değildir.
Vejetaryen, bir hastalığın değil; bedenin, özellikle de kadın bedeninin susarak kurduğu dilin anlatısıdır. Anneyle kurulan ilk temastan toplumla kurulan son mesafeye kadar uzanan uzun bir yolculuğun izidir.
KAYNAKÇA
- Philippe Jeammet, “Anoreksiya ve Arzu-Yasak Çatışması”, Yeme Bozuklukları Psikanalitik Bir Yaklaşım, çev. C. Ceylan, Bağlam Yayınları, 2001.
- Han Kang, Vejetaryen, çev. Günseli İnal, April Yayıncılık, 2016.
- Donald W. Winnicott, “Yeterince İyi Anne ve Nesne İlişkileri”, Oyun ve Gerçeklik, Metis Yayınları, 2010.