Talihsiz Anjel Hala ve Edirne Kuşatması Günleri

Talihsiz Anjel Hala ve Edirne Kuşatması Günleri

İZEL ROZENTAL

Kırmızı Kedi Yayınevi
Ekim 2024
173 sayfa

26 Aralık 2024

BEHÇET ÇELİK

İzel Rozental’ın yazıp, çizip çevirdiği Talihsiz Anjel Hala ve Edirne Kuşatması Günleri’nin ana gövdesini Angèle Guéron’un 24 Ekim 1912 ile 27 Mart 1913 arasında tuttuğu günlük oluşturuyor. O tarihlerde Edirne’de bulunan Alyans Okulları’nın kız bölümünün müdiresi olan Guéron, kuşatmanın sona ermesinin ardından günlüğünü okulun Fransa’da bulunan yönetimine göndermiş ve bu günlük doksan yıl sonra 2002’de Fransa’da kitap olarak yayımlanmış. Beri yandan, bu günlük daha önce Türkçe olarak da yayımlanmış, hem de iki kez; ilk olarak Rıfat Bali 1999’da Tarih ve Toplumdergisinde dört bölüm halinde yayımlamış Guéron’un günlüğünü, 2016’da da eski Edirne Belediye Başkanı Güngör Mazlum, Edirne’nin Yahudileri kitabında ayrı bir bölüm olarak bu günlüğe yer vermiş.

Talihsiz Anjel Hala ve Edirne Kuşatması Günleri, sadece bu günlükten ibaret değil, İzel Rozental, bir yandan da bu kitabın hazırlanma hikâyesini çizerek anlatmış. Bu hikâye Rozental’ın Angèle Guéron’la akraba olduklarını öğrenmesiyle başlıyor – büyük halasıymış, anneannesinin “Zavallı Anjel” diye andığı kişiymiş. Önce annesinden biraz bilgi almış büyük halası hakkında, sonra Alyans Okulları’nın Fransa’daki merkeziyle bağlantıya geçip günlüğü Türkçe çevirmek için izin istemiş, iznin yanı sıra okul yönetimi Rozental’e Angèle Guéron’un kaleminden çıkma 600 kadar mektup iletmiş. Uzun süre nasıl bir kitap hazırlaması gerektiğini düşünmüş Rozental, başkalarının fikrini almış, tam bu sıralarda da günlüğün Türkçeye çevrilmiş olduğunu öğrenmiş.

Normalde böyle bir kitabı çevirmeye kalkışan kişinin daha önce çevrildiğini öğrenince pes etmesi beklenir, gelgelelim öyle olmamış. Kitabın hazırlanma hikâyesinin devamını aktarmayacağım, ama en başta Rozental’ın bu kitabı “yazıp, çizip çevirdiğini” söylememden anlaşılmıştır; Talihsiz Anjel Hala ve Edirne Kuşatması Günleri çizgili bir kitap, bir grafik roman. İzel Rozental’ın karikatürist olduğunu bilenler için bunun hiç şaşırtıcı olmadığını tahmin ediyorum.

Kitabın ana gövdesini oluşturan Angèle Guéron’un günlüğü çok önemli bir belge. Kuşatılmış bir şehirdeki bir kadının gün be gün izlenimlerini içerdiği için çok önemli hiç kuşkusuz, ama bu kadının Edirne’deki Yahudi cemaatinden bir kadın olduğu, bir okulda yönetici olduğu dikkate alındığında önemi daha da artıyor. Kaldı ki Angèle Guéron’un günlüğü salt şehri kuşatan Bulgarların neler yaptıklarından, şehrin savunmasını kırmak için ne yoğunlukta bombalar attıklarından yahut kuşatma nedeniyle şehirde yaşanan kıtlıktan, hastalıklardan vs ibaret değil. Ablukaya alınan Edirne’de o tarihlerde önemli bir nüfusu bulunan Yahudi cemaatinin içindeki çatışmaları da içeriyor. Bu çatışmalar arasında özellikle Angèle Guéron’la ilgili olanlar da var, bunların anlatıldığı satırlarda cemaate hâkim ataerkil zihniyetle de savaşmak zorunda olduğunu görüyoruz. Şehirdeki insanların büyük bölümü açlık ve sefalet içindeyken birilerinin nasıl hayatlar sürdüklerini de isyan ve kederle günlüğünün sayfalarına dökmüş Angèle Guéron.

İzel Rozental

Bu günlüğünün bir önemli özelliği de Angèle Guéron’un kuşatma altında olmak ya da savaşla ilgili fikirlerini de içeriyor olması. Sadece olayları değil, olaylara ilişkin fikir ve çözümlemelerini de aktarmış.

Vatanseverlik kendini göstermenin [savaştan] daha az kanlı yollarını bulamaz mıydı? Savaşın amacı asil ve cömert olabilir, ancak kendisi bir şiddet çağrısıdır ve şiddet insanın yüreğinde acımasızlık duygusuyla birlikte çok fazla vahşi içgüdüyü uyandırır. Yasalar ve din ile ahlak tarafından ehlileştirilen vahşi insan, ırksal nefret serbest bırakıldığında üstünlüğü yeniden kazanır. (s. 72)

Angèle Guéron, günlüğünde dönemin gazetelerinde Edirne kuşatması ve Osmanlı-Bulgar savaşındaki gelişmeler hakkında çıkan haberlere de yer veriyor. Okuduğu bu haberlerle bizzat tanık olduğu gerçekleri karşılaştırdığı satırlar, şu meşhur “Savaşlarda önce gerçekler ölür” önermesini haklı çıkarıyor. Edirne kuşatması beş aya yakın sürmüş ve Edirne’yi savunan Osmanlı ordusu hiç beklenmeyecek bir direnç göstermiş. Bu yanıyla bir kahramanlık anlatısı, Angèle Guéron da günlüğündeki yorumlarında bu durumun hakkını veriyor, ancak kuşatma döneminde siviller arasında yaşanan ya da askerlerle, idareyle ilgili olumsuzlukları anlatmadan da geçmiyor. Kuşatma uzadıkça sadece açlığın ve hastalıkların değil umutsuzluğun da yayıldığını aktarıyor mesela. Birçok insan şehrin savunmasına elinden gelen katkıyı yapmaya çalışırken bazılarının da koltuk, istikbal, iktidar kavga ve telaşını sürdürdüğünü, kendilerine karşı çıkanları alt etmek için iftiralardan medet umduklarını anlatıyor.

Talihsiz Anjel Hala ve Edirne Kuşatması Günleri, kuşatma ayları hakkında önemli bir belge, beri yandan günümüzün genç okurlarının Edirne’nin yirminci yüzyıl başındaki kozmopolit yapısını öğrendiklerinde hayli şaşıracaklarını zannediyorum. Sadece Yahudiler değil, Hristiyanlar da yaşıyor Edirne’de o yıllarda. Top atışlarının yoğunlaştığı dönemde şehirdeki en güvenilir yerlerden biri olan Agram Rahibeleri Manastırının farklı dinlerden, topluluklardan insanları misafir etmesinin anlatıldığı bölüm oldukça ilgi çekici mesela.

Levantenlerin, Avrupalıların, Yahudilerin, Rumların, Ermenilerin, hatta Türklerin bu apayrı dünyasında kin ve nefret duyguları yükselirken, bazı yeni dostluklar da oluşuyor. Ancak yüz elli sığınmacıya rağmen, başrahibe manastırda sükûneti ve yerleşik kuralları aynen korumaya çalışıyor. (s. 98)

Beş ay boyunca süren kuşatmanın ardından Edirne’ye Bulgar askerleri 1913’ün Mart sonunda giriyorlar, Angèle Guéron’un günlüğünde işgal altında geçirilen aylarla ilgili izlenimler de mevcut. Benzer biçimde Temmuz sonunda Osmanlı ordusunun Edirne’yi geri alması ve onu takip eden günler de. Günlüğün tamamı boyunca Angèle Guéron’un umutla umutsuzluk arasında salınan ruh halini takip etmek mümkün. İsyan dolu satırları da var, sağ duyuyla olan biteni çözümleme çabası da; gözyaşlarını saklayamadığı, şaşkınlığını gizleyemediği satırlar da elbette.

Günümüzde de ablukalar, kuşatılarak dış dünyadan izole edilen şehirler az değil. Çok yakınlarda Gazze’de yaşananlara bütün dünya tanık oldu mesela. Kuşatmalara eşlik eden bir görüntü de kitlelerin kuşatılan bölgenin içerisinde bombalardan biraz daha uzak olacaklarını umdukları yerlere kaçmaları. Angèle Guéron’ın günlüğünün başlarında da Edirne’den Karaağaç’a kaçma sahnesi yer alıyor. Onun çizdiği şu görüntünün benzerini maalesef günümüzde de sıklıkla görüyoruz ekranlarda.

Zaten korku içinde olan halk, Bulgarların henüz dokunmadığı Karaağaç’a doğru hareket etti. Ne hüzünlü bir göç! Herkes koltuğunun altında bir somun ekmek, Tanrı’ya dualar ederek evini terk etmiş. Erkekler, kadınlar, çocuklar, rahipler, askerler, hastalar at arabalarıyla önümüzde uzun bir kuyruk oluşturuyordu. Kardeşlik duygularının alaya alındığı, insanın insandan kaçtığı acıklı bir gösterideydik adeta. (s. 59)

Talihsiz Anjel Hala ve Edirne Kuşatması Günleri’nde İzel Rozental kendi çizimlerinin yanı sıra o yıllara ait kartpostallar, günümüz Edirne’sinden fotoğraflar, dönemin gazete ve dergilerinden sütunlar ve karikatürler gibi birçok görsel malzeme kullanmış. Günlük, kitapta blok halinde yer almıyor, Rozental’ın anlatılanları görselleştirdiği çizimleri eşlik ediyor günlüğün sayfalarına. Bu haliyle ortaya hayli sıra dışı bir grafik roman çıktığı söylenebilir. İzel Rozental’ın kendi hikâyesini, bu kitabı hazırlamadan öncesini ve hazırladığı dönemde yaşadıklarını, düşündüklerini, hayal ettiklerini çizdiği sayfalar da tarihteki acı olayları farklı şekillerde aktarmaya çalışanların sıklıkla içine düştükleri tereddütlerin bir anlatımı aynı zamanda. Yapmalı mıyım, yapabiliyor muyum, uygun mu, doğru mu, daha iyi nasıl aktarabilirim? Belki de büyük halası Angèle Guéron’ın tereddütleriyle de uzaktan akraba hisler bunlar. Talihsiz Anjel Hala’nın günlüğünün etkileyici yanı, tarihi bir belge olmasının yanında kuşatma altındaki bir şehirde yararlı bir şeyler yapmak için çırpınan bir kadının haletiruhiyesini de bize iletmesi. Günlüğü okudukça kuşatma altındaki şehirdeki sıkıntıları biraz olsun azaltmak için elinden geleni yapmaya azmeden, arada kendisini sorgulayan, olur olmaz engellerle mücadele ederken yılgınlık da duyan ama bildiklerini yapmaktan, başkalarına yardımcı olabilmek için yeni dertleri, sıkıntıları göze almaktan çekinmeyen bir kadını tanıyoruz ve saygı duyuyoruz.