
Şeffaflık en basit haliyle iç ve dış arasında bilinmezlik yaratan katmanların ortadan kalkmasıdır. Günümüzün en çok olumlanan kavramlarından biridir şeffaflık. Öyle ki, şirketler artık bilançolarını halka açıyor, devletler zamanının gizli politikalarını vatandaşıyla paylaşıyor, yazılımcıların kodları çoktan açık birer kaynak oldu. İnsanlar özel hayatlarını sosyal medyada anbean yayınlıyor, pornografi ve çıplaklık ise hayatın akışında normalleşti. Hayatın hemen hemen her alanına yayılan bu açılma hali bir bakıma gizem ve bilinmezlik yitimi anlamına da geliyor.
Peki, bu gizlilik yitiminin üzerimizde ne gibi etkileri var?
Chul-Han, yazdığı Şeffaflık Toplumu (Transparenzgesellschaft) kitabında bu soruya siyasi ve psikolojik açıdan cevap vermeye çalışıyor. “Her şeyden evvel,” diyor Chul-Han, “olumlanan kavramlardan değil, olumsuzlananlardan güzel şeylere evriliyoruz.” Haliyle Chul-Han belirli ve erişimi kolay olan şeylerin değil, sınırların ve belirsizliğin, acının ve istediğini yapıp edememenin bizi ‘büyüttüğünü’ iddia ediyor.
Yazara göre kendimizi var kıldığımız bir iç var. Bir de bilinmeyen, denenmemiş olan, yani keşfedilmemiş şeylerden oluşan bir dış. Bu ikili arasında yeni bağlar kurdukça, yani kendimiz dışına çıkma cesareti gösterdikçe büyüyoruz, gelişiyoruz ve genişliyoruz. Ancak yaşadığımız bu çağda keşfedilmemiş olana duyduğumuz arzu yerini tahmin edilebilir ve hesaplanabilir olana, pasif bir razı olmaya bırakmış durumda. Chul-Han şeffaflaşmanın doğal bir sonucu olan bu dönüşümün iki büyük bedeli olduğunu düşünüyor: Kendi üzerindeki kontrolü kaybetmek ve kendine yoksunlaşmak.
İlkinin en bariz örneği, sosyal medya üzerinden ‘şeffaflaşarak’ kendimiz üzerindeki kontrolümüzü kaybetmemiz. Nerede ne yediğimizi, kiminle ne yaptığımızı, nasıl düşündüğümüzü, birini, bir yeri, bir şeyi ne denli sevdiğimizi sürekli olumlayarak anbean aktarma isteğimiz çoktan yeni kimliğimiz oldu bile. İçe kapalı, dışa bağımlı ve dış ile var olan, biraz hastalıklı bir aktarım hali bu. Kişinin üzerindeki kontrolünü kaybettiği, özsaygının ve sevginin bile dışa, yani beğenilmeye ve takip edilmeye bağımlı olduğumuz bir durum.
Instagram ya da Facebook hesabını defalarca açıp kapatan, uydurma hesaplar adı altında ya da sahibinin iznine tabi ‘gizli’ hesaplarla ‘mat’ olmaya çabalayan (yani bilinmeyen ve gizemli) ama diğer insanların ‘şeffaflığını’ merak eden insanların sayısının giderek artması, olan bitenden çok da tatmin olmadığımızı ve bir arayış içinde olduğumuzu gösteriyor.

Dışarısının hakkımızda ne düşündüğü hakkında kaygı duymak belirli bir yere kadar işlevsel olsa da, kaygının kendisinin eylem olduğu yaşamımız, özellikle sosyal medya aracılığıyla müthiş bir ‘dikta’ya dönüşüyor. Öyle ki, bu dikta kişinin içinden geldiği gibi değil, dışarısının beklediği gibi yaşama zorunluluğu yaratıyor. Üstelik bu ‘beklentiler’ dinlerin ya da devletlerin belirlediği gibi kâğıt üzerindeki kurallar tarafından da belirlenmiyor. Dinamik, ağsal, denetlemeyen ama denetleyen, ölçülmesi zor doğasıyla puanlaması kolay kimlikler yaratan bir ‘dış’ burası.
Kendini ve mahremiyetini gönüllü şekilde sürekli paylaşmamız yetmezmiş gibi, bunu bir de olumlayarak yapmak zorunda kalıyoruz. Sadece şeffaflaşmakla kalmıyoruz; kendimizi taraflı ve olumlu aktarmaya çabaladığımız, hayata ve kendimize dair olumsuzlukları bastırdığımız için sürekli bir eksiklik, huzursuzluk ve kıvranış içinde oluyoruz. Chul-Han kitabında bunu yitimi şu şekilde belirtiyor:
“Şeffaf iletişimin her şeyi hizaya getirici bir etkisi vardır. Eşzamanlılığa ve tek-tipliğe yol açar. Ötekiliği ortadan kaldırır. Uyum sağlama zorlaması şeffaflıktan kaynaklanır. Böylelikle şeffaflık egemen sistemi sabitleştirir. Şeffaflık insanı camlaştırır. Şiddeti de buradadır. Sınırsız özgürlük ve iletişim topyekûn kontrol ve gözetime dönüşüyor.”
Chul-Han’a göre, karşılaştığımız diğer hazin sonuç ise kendimize yoksunluk halimizdir. Süreklionline olma zorunluluğumuz, sürekli orada ve ‘şeffaf’ olma durumumuz bizi zaman ve mekân içinde yoklaştırıyor. Kişinin bir nesneyi net şekilde görebilmesi, o nesneyle arasına belirli bir mesafe koymasına bağlıdır. Benzer şekilde, kişinin kendisi ve dış dünyayla olan sağlıklı iletişimi de belirli bir mesafe koymasıyla mümkündür.
Ne yazık ki, doğası gereği, nesne şeffaflaştıkça kendisini değil, ardını göstermeye başlar. Şeffaflığının en üst noktasında ise nesne artık görünmezdir ve çevresinden ayırt edilemez. İnsan da hem hâlâ orada olan hem de olmayan haliyle, bu şeffaflaşmayla ne kendini ne çevresini görebilir ne de onlar tarafından ayırt edilebilir.
Belki de Chul-Han’ın kitabında sık sık aktardığı gibi, insanın sağlıklı bir şekilde toplumsallaşması için, kendiyle dışı arasına koyması gereken matlıkları tekrar tekrar hatırlaması hiç olmadığı kadar önemli artık.