Avrupa’ya musallat olan hayaletler

Musallat

GEORGES DIDI-HUBERMAN

NIKI GIANNARI

Tetes Kitap
Mart 2025
96 sayfa

çev. Esin İleri

8 Mayıs 2025

BEHÇET ÇELİK

Tetes Kitap yeni bir yayınevi, ilk kitapları Karl Marx’ın on dokuz yaşındayken yazdığı Scorpion ve Felix adlı romandı ve bu sene başında yayımlanmıştı. Geçtiğimiz günlerde de sosyal bilim dizisinin ilk kitabı okurla buluştu. Georges Didi-Huberman ile Niki Giannari’nin kalemlerinden çıkan Musallat. Kitap Giannari’nin “Hayaletler Avrupa’ya Musallat Oluyor” başlıklı şiiri ve Didi-Huberman’ın bu şiirden yola çıkarak yazdığı “Duvargeçenler” başlıklı denemesinden oluşuyor. Kitabın girişinde epigraf olarak da Paul Celan’ın Nefes Dönümü kitabındaki birkaç şiirinden yapılmış bir kolaj yer alıyor. Musallat’tan söz ederken bu isimlerin yanı sıra adı anılması gereken biri daha var: Maria Kourkouta. Giannari, “Hayaletler Avrupa’ya Musallat Oluyor” başlıklı şiiri Kourkouta’yla beraber çektikleri aynı isimli filme “ses vermek için” yazmış. Yunanistan’daki İdomeni mülteci kampındaki Suriye, Afganistan ve başka yerlerdeki savaşlardan kaçan mültecilerin görüntülerinden oluşan bir belgesel bu film.

Giannari ile Kourkouta’nın İdomeni’deki mülteci kampında gördükleriyle ilgili olarak tanıklık etmeye karar verdiklerini vurguluyor Didi-Huberman, “mütevazı bir şekilde, herhangi bir ‘medya stratejisi’ olmadan”. “Tanıklık” Didi-Huberman’ın denemesinin merkezindeki kavramlardan. Tanığın inandığını, borçlandığını, gördüğünü ve aktardığını belirtiyor, ne ki bunun kendisi için değil, öteki için yapıldığının altını çiziyor:

[Tanık] sesini ve bakışını öteki için verir. Tanığın ötekisi kimdir? Her şeyden önce, hareketini ya da acısını ifade etmek için zamanı ya da olanağı olmayandır. […] Öteki ayrıca, bu eylemi ya da acıyı dinleyecek zamanı ya da cesareti olmayandır: Konforlu hayatının ıvır zıvırıyla uğraşan büyük şehirli tuzu kurudur. Tanıklık bu nedenle “iki öteki” arasında yaşanır; her durumda bir habercinin, bir taşıyıcının yaptığıdır; öteki için ve bir şeyin geçmesi için yapılan harekettir. (s. 27-28)

“Musallat” ve “hayalet” de Didi-Huberman’ın (ondan önce Giannari’nin ve Kourkouta’nın) merkezî başka kavramları. Mültecilerin Avrupa’ya başka diyarlardan geldikleri açıktır, ama bunun bir “geri geliş” olduğuna dikkat çekiyor Didi-Huberman; “hiçlikten ya da hiçbir yerden” gelmediklerine de… Mültecileri istilacı kalabalıklar olarak görmenin, onların yabancı olmalarından ötürü düşman sayılmalarının çok önce yaşanmış bir şeyi yaşanmamış kılma çabası olduğuna dikkat çekiyor. Nedir bu çok önceden olan? Hepimizin göçmen çocuğu olduğumuz. Yani mülteciler düpedüz geri dönen atalarımızdan başkaları değiller. İdomeni mültecilerinin Giannari’ye hayalet olarak görünmesi bundandır. “Bir hayaletin bize göründüğü an[da], aslında kendi soy kütüğümüz aydınlığa çık[ıyor], sorguya aç[ılıyordur.] Bu yüzden, “hayaletler bizim ‘aile içindeki yabancı’mızdır”. Yine Didi-Huberman’ın dikkat çektiği üzere, “‘Avrupa’ya musallat olan hayaletler’ aslında geçmişin hayaletleridir”.

Avrupa’nın güncel siyasi tercihlerinden ve söylemlerinden hâlâ tam olarak “geçmeyen” –yani bir kemik parçası gibi boğazımıza takılan, bastırılmışı, semptomu, yani bilinçdışına bastırılıp su yüzüne çıkanı temsil eden– bir zamandan geri gelendir. (s. 49-50)

Denemenin merkezindeki bir başka kavramsa geçmek. (Kitabın özgün adı da “Ne Pahasına Olursa Olsun Geçmek” zaten.) Nitekim İdomeni’deki mültecileri Didi-Huberman, “Geçme arzusunda bütünleşmiş bir topluluk olarak” tanımlıyor. Giannari’yse şiirinde, “Burada duruyorlar/ bekliyor ve hiçbir şey istemiyorlar,/ yalnızca geçmek” diyor. Bu dizeleri alıntıladıktan sonra, Didi-Huberman geçmek fiilini, geçmek arzusunu şöyle açıyor.

Geçmek. Ne pahasına olursa olsun geçmek. Ölmek geçememekten iyidir. Bu lanetli topraklarda ve onun iç savaşında ölmemek için geçmek. Kaçmış ve her şeyi kaybetmiş olmak. Burada, savaşın daha az acımasız olduğu bir yerde yaşamını sürdürmeye çalışmak için geçmek. Hukukun öznesi olarak, basit vatandaşlar olarak yaşayabilmek için geçmek. (s. 39-40)

“Hukukun öznesi olmak”; mülteciler bağlamında bunun ne anlama geldiği üzerinde de derinlemesine duruluyor kitapta. Meseleyi kendisi de bir süre toplama kampında bulunmuş Hannah Arendt’in 1943’teki bir yazısından yola çıkarak, onun görüşleri çerçevesinde ele alıyor Didi-Huberman. Arendt’in bu kamplardaki insanların (“yabancı” topluluğun) belirsiz bir kitleye indirgendiğini, yurttaşlık haklarından yoksun bırakıldıklarını, her birinin yüzünün silindiğini, onurunun yanı sıra etik varlığının da yok edildiğini vurguladığını aktarıyor.

Günümüz kamplarında “sonsuz bir bekleyişe mahkûm” edilen mültecilerin her ne kadar barınmaları sağlanıyorsa da, birer hukuk öznesi olarak kabul gördükleri söylenemez. Didi-Huberman, Arendt’in bu kez de Totalitarizmin Kaynakları kitabında yazdıklarından yola çıkarak Kafkaesk bir kara mizah durumunu aktarıyor. “Hukuki statüsü bulunmayan masum mülteci (çünkü savaştan kaçmak suç değildir) polisin keyfiliğine terk edilmiştir ve yalnızca işlediği bir suç onu yeniden ‘uygar’ hukuk alanına sokabilir.”

Didi-Huberman denemesinde sadece Kourkouta ve Giannari’nin filmiyle Giannari’nin şiirini tartışmıyor; ancak mülteciler ve hayaletler konusunda bu ikisinin onu derinden etkilediği, esin verdiği açık. Başka düşünürlerin ve edebiyatçıların görüşlerinden ve önermelerinden de el alarak savlarını geliştiriyor. Arendt’in yanı sıra, özellikle Marx’ın Hayaletleri kitabı bağlamında Derrida, ayrıca Kafka, Freud, Agamben, Heinrich Heine örnek verilebilir. Walter Benjamin ise hayat hikâyesiyle, sınırı geçemeyişiyle ve sınırdaki intiharıyla hem Giannari’nin şiirinde var hem de Didi-Huberman’ın denemesinde. Şiirde şöyle geçiyor bahsi: “Portbou, 1940 senesi Eylül 26/ Sınırın kapatıldığı gün, Walter Benjamin/ canına kıydı./ Ya bir gün önce ya da bir gün sonra varsaydı?/ Ama kimse sınıra/ bir gün önce ya da bir gün sonra varmıyor/ Şimdi’de varıyoruz sınıra.” Gelgelelim Didi-Huberman, 26 Eylül 1940 günü hem sınırı geçemeyen hem de intihar eden Benjamin’i, Giannari’nin, “Anlıyorum ki/ onlar çoktan geçmişler” dizelerinin kapsamında değerlendirmek gerektiğini belirtiyor.

İdomeni’deki mülteciler henüz geçmemişlerdir. Günlerce, belki aylarca ya da yıllarca bu kapalı sınırın önünde mahsur kalacaklardır. Ancak Niki Giannari’nin düşüncesi, tabiri caizse, daha çok zamanın bir durumu ile ilgilidir: Bu açıdan bakıldığında onlar çoktan geçmiştir. Geri dönüyorlar, geçiyorlar ve bizi aşıyorlar. Bu anlamda, gerçekten de “hayaletler Avrupa’ya musallat oluyor”. (s. 82-83)

Georges
Didi-
Huberman

Didi-Huberman bu noktada yakın arkadaşı Benjamin’in ölümünün ardından Bertolt Brecht’in yazdığı şiiri de alıntılıyor: “Sonunda aşılmaz bir sınıra sürüldün/ Ama duyduğuma göre aşılabilir bir sınırı aştın.” “Çoktan geçmişler” ifadesinin hayaletlere özgü “kalım” gücünü ifade ettiğini belirten Didi-Huberman bu ifadenin sanki şu anlama geldiğini ileri sürüyor: “Görüyorsunuz ya, onlar çoktan beri geçiyorlar. Ve aslında, zaten geçmişler.” Bu noktada şunu da ekliyor: “Hayatta kalma sadece geçmişe dönük değildir: O, hafızayı bir arzu gücüne, dolayısıyla, geleceğe ve yeniliğe dönüştürür.” Derrida’nın şu önermesini de referans alıyor Didi-Huberman: “Hayaletin düşüncesi, sanılanın aksine, geleceğe işaret eder. Bu, geçmişin bir düşüncesidir, ancak henüz gelmemiş olandan – bizzat hayalete mirastır.”

Mültecilerin neden hayaletler olduğu bahsini birçok açıdan tartışan Didi-Huberman’a göre esas meseleyse Avrupa’nın neden hayaletler ürettiği. Buna verdiği cevap Avrupa’nın hem seküler olmayı hem de kutsal olmayı bilmemesi. “[Avrupa] artık nasıl dünyevileşeceğini ve aynı zamanda kutsalını nerede konumlayacağını bilmiyor[dur].” Mültecilerse bu konuda Avrupalılardan hayli farklılar. Film için seçilen formun, yeğlenen sekansların ve görüntülerin filmin konusunu, anlatılmak istenenleri nasıl belirginleştirdiğini, hatta kurduğunu örneklerle açıklayan Didi-Huberman, Kourkouta’nın filmindeki mültecilerin jestlerini, yüzlerindeki basit ifadeleri, hatta gülümsemelerini acil durumlara yanıt veren, basit ve seküler ifadeler olarak tanımlıyor; ama aynı zamanda çok derin bir etik ve kültürel kökenden geldikleri için bunların kutsal da olduğunu ekliyor. Hayaletlerin Avrupa’ya musallat olması bu yüzden “Avrupa’nın başına gelebilecek en iyi şey”dir. Homo sapiens’in Neandertallerin ve Denisova insanlarının aksine, göç yetenekleri olduğu için var kalabildiklerine dikkat çektiğini ekleyeyim Didi-Huberman’ın.

Niki Giannari

Hayaletlerin Avrupa’ya iyi gelmesinin gerekçesiyse Giannari’nin şiirindeki şu dizelerde:

“Unuttuğumuz ölüler,

verdiğimiz sözler ve vaatler,

benimsediğimiz fikirler,

yaptığımız devrimler,

reddettiğimiz kutsallar,

tüm bunlar onlarla birlikte geri döndü.

Batının sokaklarında

veya caddelerinde nereye bakarsan bak,

yürüyorlar: sanki kutsal bir alay gibi

bize bakıyor ve bizi aşıyorlar.

 

Şimdi sessizlik.

Her şey dursun.

 

Geçiyorlar.”