Çatılardan Düşen Bir Renk: Kuş Grisi

Kuş Grisi

ABDULLAH EZİK

Vacilando
Nisan 2023
96 sayfa

15 Haziran 2023

SAMET ALTINTAŞ

Sanatın hemen her alanında karşımıza çıkan, âdeta ‘edebiyat muhabirliği’ yaparak hızlandırılmış hayatlara estetik sahneleri hatırlatan Abdullah Ezik’in Kuş Grisi adını verdiği şiirleri, çiçek pazarından okuyucuya uzatılan sarı laleler gibi oldu.

Tanrı, Evde mi?

Bu çok yönlü, çok sesli bir adamın evindeki saati andıran ve zamanı kendine göre ayarladığı kitap, üç bölümden mürekkep: Eşik, Tanrı Düşleri ve Florida Günlüğü. Ezik’in şiirleri, 1980 Kuşağı’nı bugüne uzatan bir tazelikte akıyor. Ama öte taraftan tam da böylesi zamanları imleyen bir dönüşlülük izi (zamiri?) var dizelerde.

Abdullah Ezik’in şiir kapısını ‘Eşik’te çalıyorsunuz. Pek tabii bu kavram, Tanpınar sözlüğünün vazgeçilmez bir maddesi. Haliyle aynı bahçenin mahsulünü topluyoruz biz de. Bir de kapı boşluğunun alt yanında bulunan alçak basamağın tedirginliği sinmiş bu ilk uzunçalara. Genç şairin kimi mısralarında yoğun bir Allah ağrısı geziniyor. Her ne kadar ikinci bölüm Tanrı düşlerine adansa da kapı ağzında da benzer kokular (korkular?) var: “Seyrederiz göğü/Bir daha görmemecesine/Şu mavi avuntuyu/Tanrının evinden çaldığımız.”

Abdullah Ezik’in sesinde Rimbaud ve Rilke’nin işaret levhaları yok değil, fakat Edip Cansever, İsmet Özel, Sezai Karakoç, Asaf Halet Çelebi, Süreyya Berfe telleniyor iki kapak arasında, ama en çok Arkadaş Zekai Özger’in resmine bakıyorsunuz. Sayfaları çevirdikçe Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası’yla yeniden tanışıyorsunuz gibi: “Sendeki bu: kibir!/Azdırıyorsun gülü dikeninden/Şehvetiyle albatrosun/Geri dik zarını aynı yerinden/Atalarından sana yadigâr/Ve kumaşa baş harflerini nakş-et”

Abdullah Ezik. Fotoğraf: Emre Tardus

Metinlerarasılık, bu ödünç alma keyfiyeti Ezik’in şiirlerinde alttan akan nehir misali. Bu ırmağı takip etmek okurun alakasına kalmış, ‘yırtık gömleğinde rüzgârı taşıyan geceyi’ beklemek gibi. Tuz ve Gül, biraz Ses ve Öfke gibi: “Öfkemden kussam tanrıyı/Ve kana bulasam geceyi orta yerinden/Kim soracak hesabını sessiz gecenin.” Kuş Grisi (ki bence harikulade bir kitap ismi) damdan düşünce ellerimize bulanan bir renk, biraz bulantı, ama en çok kişisel bir fotoğraf banyosu, şairin karanlık odasını gösterdiği. Bu arada Ezik’in gündelik telaşlara (şahsî yoğunluğunun diyeti belki de) karşı tahammül şeridi çekme gayreti var. Mesela onun (Evet, Necatigil bingo!) “Ve ev/ başımıza gelen en güzel şeydir/Birlikte olunca” demesi kendine yonttuğu bir yedek zaman bence.

Kendini Bir Yara Gibi Dolaştırmak, İçinde

İkinci Yeni’nin çevreden ayrılma ve kaçışı ne hikmetse sosyal medyalı zamanlarda, yeni kuşak şairlerin de gerçeküstü bir sığınağı sanki. Eskimeyen dil, yeniden yaratılan üslup, evet tren dolu kadınlara özlem… Şairin memleketinden uzakta kaydettiği şu dizeler, aradaki ‘mesafe’nin kilometrelerle ölçülebilen bir şey olmadığını da söylüyor bize: “Kendimden kurtulamıyorum/Ve bir yara gibi/Dolaştırıyorum içimde/Kendimi” Bir de akla karşı tezler ileri sürdüğü yerler söz konusu. Bunu gerçeğin önemli olmamasından, bildiklerimizin sınırlı olmasından anlıyoruz. Çünkü ona göre kalemi bilenmeye, gözkapaklarıysa düşmeye, yanakları yaşlanmaya, gözaltlarıysa eskimeye muhtaç.

Özetle İsmet Özel, “Şiirin yüzünün hiç kimsenin hatırlamadığı bir dünyada birinin kalkıp, şiirin tanınmaya değer bir yüzü olduğunu, ortalıkta dolaşan renkli ve solgun yüzlerce hayaletin yalnızca maskeler olduğunu söylemesi lazım.” diye konuşur. Abdullah Ezik de şiirle var olmayı deneyen bir kalem erbabı olarak, tüfeğin kendisine doğrultulmasından çekinmiyor, belki de mertlik çoktan gittiği için. O zaman son söz genç şairin: “Kirece boyanmış duvarların içinden geçiyorum/Ve çatı katında rastlıyorum kendime/Sen çoktan gitmiş, düş bitmiş, şiir/Ben bir başıma kalmışım yine/En mahrem yerinde”