Bir faşisti tanıyan, diğerlerini de tanır:

Nihâl Atsız üzerine bir portre okuması

H. Nihâl Atsız: Türkçü Bir İdeologun Entelektüel Portresi

MUTLU DURSUN

Beyoğlu Kitabevi
Eylül 2024
512 sayfa

17 Temmuz 2025

MAHMUT ŞENOL

Thomas More’un Ütopya adlı başyapıtında Raphael Hythloday’in söylediği o meşhur cümleyi hatırlayalım: “Bir ütopya şehrini bilen, diğerlerini de bilir.” Bu çarpıcı önerme, okuduğum kitap dolayısıyla zihnimde başka bir çağrışım doğurmakta: “Bir faşisti tanıyan, diğerlerini de tanır.”

Mutlu Dursun’un H. Nihâl Atsız: Türkçü Bir İdeologun Entelektüel Portresi başlıklı kapsamlı çalışmasını okurken, bu cümle 1980 öncesini ve 12 Eylül yargılamalarını hem üniversite öğrencisi hem de Cumhuriyet’te genç bir gazeteci olarak yaşamış biri olarak içimde tekrar tekrar yankılandı. 20. yüzyılın hatıralarının yükleriyle bugün vardığım noktada sadece bir kamusal figürün, bir entelektüelin biyografisini değil, Türkiye’nin modern siyasal düşünce atlasında kendine özel bir yer edinmiş radikal bir ideolojinin düşünsel anatomisini de okuyordum.

512 sayfalık bu hacimli eser, Hüseyin Nihâl Atsız’ın yaşamöyküsünü temel alırken onu yalnızca bir ideolog ya da siyasal aktör olarak görüp gözlemiyor. Mutlu Dursun, Atsız’ı bir zihniyetin öncü temsilcisi olarak ele alıyor ve son derece zengin bir Türkçeyle, ziyadesiyle detaylı bir literatür değerlendirmesi ve gayet mantıklı sorularla çizdiği bu portre, biyografi çalışmalarıyla entelektüel tarih çalışmaları arasında köprü kuruyor. Bahsetmek gerekirse, kitap ana hatlarıyla dört bölümden oluşuyor: İlkinde romantizm, sosyal Darwinizm ve militarizm gibi düşünsel kaynaklar; ikincisinde Atsız’ın yaşamöyküsü; üçüncüsünde onun entelektüel evrimi ve edebi-fikri üretimi; son bölümdeyse Türk siyasal düşüncesine bıraktığı miras kapsamlı ve sistemli bir biçimde değerlendiriliyor.

Mutlu Dursun’un aslen İstanbul Üniversitesi’nde bir siyaset bilimi doktora tezi olarak kaleme aldığı analizin en önemli yönlerinden biri, Atsız’ın düşünce dünyasını yalnızca metinlerden değil, tarihsel bağlamlardan, bireysel hislerden (çoğunlukla öfkelerden) ve sosyo-kültürel arka planlardan beslenen bir bütünlük içinde ele alıp incelemesi. Yazar, Atsız’ı “Hobbes’çu dünya tasavvurunun insanı” olarak niteleyip çağının genç entelektüelleri arasına bu bilinçle konumlandırıyor. Yaşamı bir tür doğa durumu olarak görüp güçlülerin ayakta kalırken zayıfların elendiği bir dünyaya inanan bu zihniyet, onu kaçınılmaz olarak sosyal Darwinist bir “hayatta kalma mücadelesi”ne yönlendirmiş görünüyor. Carl Schmitt’in dost-düşman ayrımı ve Mussolini’nin savaş yüceltisi de 20. yüzyılın başlarının zeitgeist’ıyla uyumlu biçimde bu çerçevenin parçası.

Mutlu Dursun

Eserde Atsız’ın militarist değerlerle kurduğu ilişki dikkatle inceleniyor. Dursun’un vurguladığı gibi, Atsız’a göre bir millet ancak savaşta soylulaşıp güçlü bir karakter kazanabilir. Bu yaklaşım, kitaptaki değerlendirmelerin nüanslıca ifade ettiği üzere, savaşın yalnızca bir savunma hali değil, pekâlâ bir yandan da milletin “ruhunu” ateşleyen yüce bir deneyim olduğu düşüncesine dayanmaktadır. “Bu yönüyle Atsız, klasik anlamda bir milliyetçiden çok, faşist düşüncenin yerli bir varyantı olarak okunabilir” diyen Mutlu Dursun, 1920’lerin ve ‘30’ların dünyasında Büyük Savaş’ın ve Büyük Depresyon’un gölgesinde güçlenen radikal ideolojilerin Atsız gibi on binler için ne denli çekici görünebildiğini hatırlatıyor.

Yazar bu çizgiyi, Arjantinli tarihçi Federico Finchelstein’in faşizm tanımıyla destekleyen bir noktada:

“Faşist ideoloji, insanların hiyerarşik biçimde üstün ve aşağı ırklar olarak bölündüğü bir yalan üzerine kuruludur.”

Atsız’ın düşüncelerinde de bu hiyerarşik tahayyül net biçimde görünmektedir zaten. “Yahudi bir çocuk, Türk gibi cesur ya da ahlaklı olamaz” diyecek kadar açıktan ırkçı bir dil kullanmakta beis görmeyen Atsız, kendi ideolojisini üstünlükçü bir doğallıkla savunmaktadır.

Hiç şüphesiz, Mutlu Dursun’un kitabı yalnızca ideolojik çözümlemelerle yetinmiyor; Atsız’ın kişisel tarihine de ciddi bir yer ayırıyor. Gençlik yıllarında okuldan kovulan, kavgalara karışan, Sabahattin Ali ile düello girişiminde bulunan bu figür sadece yazı masasında oturup polemik çıkarmaz; sokakta da kavgacı bir tavra sahiptir. Kitapta Atsız’ın bu yönü şu cümleyle özetleniyor:

“Mücadeleye duyduğu iştiyak, mizacının donanımlı ve saldırgan yanını sergilemekten aldığı tat, onu bulduğu her fırsatta cidale atılmaya yöneltmiş...”

Bu biyografi Atsız’ın edebiyatçı kimliğini de geri plana atmıyor. 1940’ların ikinci yarısında yayınladığı Bozkurtların Ölümü ve Bozkurtlar Diriliyor, sonraları bütünleşik bir cilt halinde yayınlanıp bilhassa son on beş yılda olağanüstü bir satış başarısı yakalarken; Ruh Adam, Dalkavuklar Gecesi gibi diğer eserleri üzerinden de Atsız’ın tarihsel roman türüyle “ideolojik nostalji” inşa ettiğini, kahramanlık anlatılarının okurda aidiyet ve direniş duygusu yarattığını incelikleriyle gösteriyor.

Nihal Atsız

Kitabın özgün yanlarından birine daha dikkat çekmek istiyorum. O da, Atsız’ın sürekli bir dönüşüm geçiren ve çatallanarak farklı versiyonlar üreten Türk milliyetçiliği içindeki yerini yalnızca kendi söylemleriyle değil, takipçileriyle birlikte değerlendirmesi. Atsız’ın sonraki kuşak Türkçüler üzerindeki etkisi, Milliyetçi Hareket Partisi dışında şekillenen Türkçü çevrelerde “Atatürk Başbuğumuz, Atsız yolbaşçımız” sloganıyla özetlenen bir figür haline gelişi titizlikle ve akademik etikten şaşmadan analiz ediliyor. Konunun bu boyutlarında metne yön veren Demokrat Parti tarihi, Necip Fazıl etkisi, anti-komünizmin devlet eliyle örgütlenmesi, 1960 Darbesi, Türkeş’in parti kurması ve peşi sıra gelişen olayların etkileri, yeni bağlantılar ve bağlamlar sunduğu için ayrıca kıymetli.

Yine dikkat çekici bir diğer yön, kitabın hem bir düşünce tarihçisinin nesnel mesafesiyle yazılmış olması hem de politik sonuçlar doğuran bir entelektüel mirasla hesaplaşmayı amaçlaması. Atsız’ı ne mutlak anlamda şeytanlaştırıyor ne de olağanlaştırıyor; onu içine doğduğu zamanın ve temsil ettiği ideolojinin dinamikleriyle ve muarızlarının gelişim süreçleriyle birlikte tahlil ediyor. Bu da Atsız’ı okurlar için hem daha anlaşılır hem de daha eleştirilebilir kılan, önemli bir metodik yaklaşım başarısı.

Neticede Mutlu Dursun’un yoğun emek ürünü olan kitabı H. Nihâl Atsız: Türkçü Bir İdeologun Entelektüel Portresi (Beyoğlu Kitabevi Yayınları, Eylül 2024) yalnızca bir portre çalışması olmanın ötesinde, Cumhuriyet’in ilk elli yılının kültür, siyaset, edebiyat ve akademi hayatına dair titiz bir inceleme ve 20. yüzyıl boyunca farklı etmenlerle şekillenmiş aşırı sağ düşüncenin karanlık noktalarla kaplı büyükçe bir aynasıdır. Bu kitap sayesinde Hüseyin Nihâl Atsız’ın yalnızca fikirleriyle değil, becerileri ve çelişkileriyle de nasıl etkili olduğunu, nasıl bir mitolojiye dönüştüğünü ve nasıl yeniden üretildiğini de anlamaya başlayabiliriz. Ve evet, Orhan Pamuk’un o meşhur açılış cümlesi kitabı bitirirken benim de zihnime sızıyor: “Bir gün bir biyografi okudum ve sırtım ürperdi; kara gömleklilerin ayak seslerini duyar gibi oldum.”