Gozo ve Sagre:

Korkunun doğası umut,

umudun doğası korku

Gozo ve Sagre

UĞUR ERBAŞ

İletişim Yayınları
Mart 2024
268 sayfa

5 Haziran 2025

ŞULE KAYNAR

“Korku ve umut yan yana gelmeyegörsün, zalimler kolayca ele alır hâkimiyeti.”

Gozo ve Sagre


“Korkusuz hiçbir umut ve umutsuz hiçbir korku olmaz.”

Spinoza

“İnsanları hurafenin etkisine bırakan unsur, talihlerinin her zaman yaver gitmemesi ve işlerini şaşmaz bir öğüde uyarak yoluna koyamamalarıdır ve de bu durum, onların umut ve korku duyguları arasında çaresizce dolanmalarına neden olur.”

Spinoza, doğa, akıl, duygu, irade, özgürlük gibi en temel felsefi kavramları sıradışı bir üslupla ele alıp irdelediği Etika[1] adlı eserinde böyle açıklar korku ve umut ilişkisini. Ona göre korku ve umut duygularının güdümündeki insan, kurtuluşa erişmek için farkına varamadan köleleşir. Sürekli ilerleme yaşadığımız yanılgısında olduğumuz bu çağda bile umut ve korku duyguları arasında çaresizce dolanma, ne çok insanın ne çok toplumun varlığını edilgin kılmış ve onları yapabileceklerinden koparıp köleleştirmiştir. İşte Uğur Erbaş’ın yazıp çizdiği, görselleri, hikâyesi, karakterleri ve çizdiği dünya portresiyle Gozo ve Sagre[2] adlı grafik roman da korkuyla umut duyguları arasında gidip gelen, korktukça umuda sarılan insanların yıkımını görsel şölenle anlatan bir romandır. Detaycı arka plan görüntüleri ve renkleriyle etkileyici olan bu eser, güçlü hikâyesiyle ön plana çıkmıştır. Romandaki olaylar, ütopyanın distopyaya dönüştüğü başka bir gezegende geçer. Ütopik bir düzende yaşayan bu gezegendekiler, asırlar önce insanın doğaya tahakkümünün insanın insana tahakkümünü de normalleştirdiğini anlamış, bu nedenle toplumsal hiyerarşik düzeni, hayvanları yemeyi ya da onlara eziyet etmeyi geride bırakmış, doğayla da barışmıştır.

“Asırlar önce bırakmıştı insanlar hayvanları yemeyi, güçlü kuvvetli tiranlar tarafından yönetilmeyi. Murka yasası der ki, ‘Her canlı yaşam hakkında eşittir. Olmayacak bir canlının diğerine üstün gelmesi’.” (s. 6)

Komün benzeri şehirlerde yaşayan insanlar ortak işler yapmakta, kitapları ve kütüphaneleri hayatlarının merkezine koymakta ve dünyayı gezip onun hakkında yazan seyyahlara ellerinden gelen yardımı yapmaktadırlar.

“Böyle bir dünyada seyyahlar özgürce dolaşıyordu ormanda, dağda gölde. Bilgiyi taşıyorlardı bir kütüphaneden diğerine.” (s. 6)

Ütopyayla başlayıp zamanla distopyaya dönüşen bir toplumsal yapıyı anlatan roman, ütopya şehri Odriya’da yaşayan aylak Sagre’nin âşık olduğu Zarabel’i etkilemek için seyyah olmaya ve Güneşin Doğduğu Yer’i görmeye karar vermesiyle başlar. O esnada seyyahların en meşhuru, kadın bir seyyah olan Yelkovan, kötü haberlerle Odriya’ya gelir. Doğudaki Caborya kentinde insanlar kıtlık bahanesiyle hayvanları avlamaya başlamıştır. Yasalar delinmiş, ütopik düzen tehlike altına girmiştir. Bu felaketi durdurmak için Yelkovan’ın yanında getirdiği kitapla ilgili yedi şehrin yaşlılarına başvurmaları gerekecektir. Ancak kibirli ve sabırsız Sagre ona yol göstermeye çalışan bilge Napuzar’ın “Seyyah olman için kitap okuman, okuduklarını yazman, yazdıklarını taşıman, durmadan dünyayı dolaşman lazım” (s. 18) sözlerini dinlememiş, kitabı çalarak kendi başına Güneşin Doğduğu Yer’i bulmak için yola koyulmuştur. Bunun üzerine Yelkovan ve genç seyyah Morev onu bulup geri getirmekle görevlendirilmiştir. Kibrinin yarattığı körlükle yetersiz ve eksik bilgisini göremeyen, gerçekliğin zorunluluğunu kavrayamayan, seyyahlığın gerçek doğasını anlamaktan uzak biridir Sagre. Tüm bu yolculuk sırasında acemiliği ve kendini beğenmişliğiyle hem kendi başını hem de yaşadığı dünyadaki halkların başını bin bir türlü belaya sokmuştur. Burada attığı yanlış adımlar, Goethe’nin şu ünlü sözünün canlı örneği gibidir: “Hiçbir şey eyleme geçen cahillik kadar korkunç olamaz.”

Romanda korkuyu temsil eden birçok öğe yer almış, ancak en çok öne çıkan Sagre’nin yolculuğu sırasında karşısına çıkan canavar Zendar olmuştur. Zendar varlığıyla daha sonra tüm gezegenin korku timsali olacaktır. Sagre’nin Zendar’dan kaçışı ve yolda kayboluşu onda büyük bir korku yaratır. Ancak kendisine yardım ettiğini düşündüğü biri vardır: Bir kuş olan Ude aracılığıyla konuşan, sadece Sagre’ye görünen bir dev, Gozo. Büyük bir korku yaşadığı sırada Gozo’nun ortaya çıkışı ve onu sadece Sagre’nin görmesi ilginçtir. Romanda Gozo’nun kurgulanışı, korku karşısında aranan umudun temsili olduğunu düşündürür. Zaten romanın sonlarında Gozo da bu durumu kendi ağzıyla açıklayacaktır Sagre’ye. “Sagre: Umut nedir Gozo? Gozo: Gozo umuttur Sagre.” (s. 253) Korku ve umut duyguları arasında güçlü bir bağ vardır. Tam bu noktada Spinoza yine hatırlatır kendini:

“Gerçekten de her iki duygu da edilgin bir biçimde ve imgelemin kazandırdığı eksik ve yetersiz fikirler ile şeylerin eksiksiz ve yeterli bilgisini kazandıramaz. O halde korkusuz hiçbir umut ve umutsuz hiçbir korku olmaz.”

Uğur Erbaş

Korku ve onsuz düşünülemeyecek olan umut duygusu, aslında bir korku ve keder kültürü de oluşturmaktadır. Bu kültür pasif, tutkulu ve korkan bireyler üzerine kurulu, dahası cahil insanlardan oluşan bir düzlem üzerinde yükselir. Sagre bu düzlemin temsilcilerindendir. Umudunun peşine takılır ve aklını kullanıp ona gerçekten yardım etmek isteyenleri, yol gösterenleri görmezden gelir, dinlemez, hatta onların da başını derde sokar. Oysa umudun temsili Gozo onun kibriyle ve akılsızlığıyla çoğu zaman dalga geçer. Hazine sandığı boş ceviz çuvalını çaldırır, su kuyusuna düşürür. Yer yer de temeli olmayan boş bir umudun yol gösterici olamayacağını, duyarlıkla ve sezgiyle hareket etmesi gerektiğini belirtir Sagre’ye. “Korku olsun korktuğun tek şey.” (s. 58) Ama Sagre bu durumların hiçbirini sorgulamaz. Gozo’nun sık sık gözden kayboluşu bu nedenledir. Sagre’ye bu şekilde yardım edemeyeceğini bilir. Kurtuluş, bilginin gücüne ve eyleme kuvvetinin çoğaltılmasına bağlıdır. Boş bir umut değil, bilinçli bir mücadele gereklidir.

Yüzyıllar önce açgözlülükle, vahşice yaşanan katliamlarla gezegende yer alan Marsolat şehri tiranların elinde yok olup gitmiştir. Bu nedenle çıkarılmıştır Murka yasaları. Yasaların “Her canlı yaşam hakkında eşittir” temel maddesi tiranların önündeki en büyük engel olmuş, onların çok uzun zaman ortaya çıkmalarını engellemiştir. Ancak Caborya şehrinde kıtlık yaşanır ve yaşanan kıtlık bahane edilip yasa delinir. Yasanın çiğnenmesi, şehirde Dazar adlı bir tiran yaratmıştır. Yelkovan’ın yanında getirdiği kitapta da bu tehlikeli sistem anlatılmaktadır. Aylak Sagre seyyah olma derdinde, Yelkovan onun elindeki tehlikeli kitabın peşinde koşarken, Dazar tüm adamlarını toplamış, şiddetli saldırılarla şehirleri işgal etmeye başlamıştır. Hayvan katliamları yapılmış, doğada kendi halinde yaşayan canlılara eziyet edilmiştir. Zendar da bin bir eziyet uygulanarak canavara dönüştürülen bir hayvandır aslında. Zendar bir canavara dönüştüğünde insanların üzerine salınmış, tüm şehirlerde korku yaratarak Dazar’ın korku imparatorluğundaki gücünü gittikçe artırmasını sağlamıştır. Korku her yere yayılmıştır. Sagre ise bu sırada hayalî kahramanı Gozo’yu, yine kendi gibi yaşadıklarının nedenlerini pek de sorgulamayan insanlara anlatarak, onlarda da boş bir umut yaratmış, insanlar çaresizce bu umuda sarılmıştır. Korku bu umutla birleşip Odriya’yı bile kuşatmış, zorbalar karşısında halk yenilmiş, eşitlikçi, paylaşımcı bir gezegenin yerini ürkütücü tiranlık almıştır. “Günün birinde birleşti Dazar’ın zulmü ile Gozo’nun koruyucu şefkati. Şarlatan bir tiran daha ne isteyebilirdi ki? Korku ve umut yan yana gelmeyegörsün, zalimler kolayca ele alır hâkimiyeti.” (s. 265)

Gozo ve Sagre’de korku ve umut kavramları sorgulanmış, boş inançların ortaya çıkardığı umudun insanlara yaşama direnci veriyormuş gibi görünürken, onları kolayca istenen biçimde kontrol edilebilecek bir hale soktuğu gösterilmiştir. Korku duygusu insanları edilgin kılıp onları yaşamlarında yapabilecekleri nice güzel şeyden koparmıştır. Sagre gibi bilgisiz, cahil insanlar korkularını boş umutlara bağlayarak ondan bir inanç yaratıp korku toplumların yayılmasına neden olmuşlardır. Ütopik dünyanın nice güzellikleri yaklaşan karanlığın ve kaosun arifesinde gezegen halkının korkunun egemenliği altına girmesiyle yok olmuş, halk akla aykırı eylemlerle daha başlamadan kaybedilmiş bir savaşın içine girmiştir. Aynı zamanda yok olan doğaya ağıt olan bu grafik roman, heyecan yaratan hikâyesini görsel bir şölenle harmanlamış, arka planda toplumsal ve bireysel birçok başka sorun da kurgu aracılığıyla derinlemesine tartışılmıştır. Sadece yazılan hikâyeyle değil, yaratıcı çizimlerle de okuyucu tekrar tekrar umut ve korku kavramları üzerine düşünmeye davet edilmiştir.

 

 

[1] Benedictus de Spinoza, Etika, çev. Hilmi Ziya Ülken, Dost Yayınları, Ankara, 2004.

[2] Uğur Erbaş, Gozo ve Sagre, İletişim Yayınları, İstanbul, 2018.