Belleğin gölgesinde varoluşsal bir arayış:

Encam

Encam

İBRAHİM YILDIZ

Dipnot Yayınları
Şubat 2025
116 sayfa

13 Şubat 2025

MERVE ŞİT

Şehirler değişir, sokaklar silinir, insanlar unutur... Ama bazı hikâyeler, zamanın derin dehlizlerinde yankılanmaya devam eder. İbrahim Yıldız, Encam ile geçmişin belleğinde yürüyen bir anlatıcının zihninde yankılanan anıları, dönüşen ve çözülmekte olan bir toplumun iç dünyasındaki yansımaları anlatıyor. Bu hafıza yolculuğu, zamanın yok ediciliğini ve toplumsal normların birey üzerindeki etkisini çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor.

Encam, zamanı yalnızca bir akış olarak değil, insanın varoluşunu belirleyen katmanlı bir yapı olarak ele alıyor. Geçmişin gölgesinde, şimdinin belirsizliğinde ve geleceğin meçhulünde salınan karakterler, adeta zamanın kıyısında duruyor. Onlar için zaman, bir düzlemde ilerleyen çizgi değil; geri dönen, döndükçe biçim değiştiren, bazen de tamamen çözülen bir olgu. Yazarın kurduğu atmosfer, bu zaman algısını daha da belirgin kılıyor: Sisler içinde kalan anılar, yüzleri netleşmeyen insanlar, mekânlarla iç içe geçmiş duygular... Olaylardan çok çağrışımların peşine düşüyor, yaşanmışlıktan çok yankılarla karşılaşıyoruz.

İbrahim Yıldız, geçmişi ve bugünü anlatırken belirsizliği bir anlatım biçimi olarak kullanıyor; okuru kesinliklerden uzaklaştırarak, anılar arasında dolaşan bir gezgin hâline getiriyor. Bu belirsizlik, insan hafızasında da benzer şekilde var. Hiçbir anı, tamamen olduğu gibi kalmaz; zamanla değişir, silinir, yerini yeni anlamlara bırakır. Encam’da hatırlamak, bir şeyi olduğu gibi anımsamak değil; onu yeniden kurmak, belki de hiç yaşanmamış bir hâle sokmak demektir. Bu yüzden kitap, geçmişle ilgili olduğu kadar, geçmişin nasıl hatırlandığıyla da ilgilidir.

Kitaptaki her hikâye bir kapı gibi de görülebilir. Her biri bir dönüm noktasını simgeleyen bu kapılar, hem geçmişin ağırlığını hem de geleceğe dair belirsizliği temsil eder. Yıldız, bir yolcu gibi geçmişi, bugünü ve geleceği nasıl şekillendirdiğimizi; her seçim ve kararın insanın iç dünyasında nasıl yankılar uyandırdığını keşfederken okuyucuyu hem duygusal hem de düşünsel bir yolculuğa çıkarıyor. Kapıların kapanması, her sonun yeni bir başlangıca evrildiği noktayı simgelerken, kapanan her kapı aynı zamanda bir adım daha atılmasını ve nihayetinde özgürlüğü işaret ediyor.

Zihnin mekânlarla kurduğu ilişki, bellek ve kimlik arasında sıkı bir bağ yaratıyor. Şehirler, sokaklar, mekanlar yalnızca fiziksel alanlar değil; aynı zamanda bireyin iç dünyasının aynası hâline geliyor. Yıldız, unutmanın da hatırlamak kadar sancılı bir süreç olduğunu hissettiriyor. Bu bellek inşası, bireyin geçmişle hesaplaşmasını gözler önüne seriyor, aynı zamanda kolektif hafızanın zaman içinde nasıl aşındığını da…

Anlatıcı, geçmişi hatırladıkça aslında kendisini var etmeye, parçalanan kimliğini yeniden inşa etmeye çalışıyor. Ancak hatırladıkça anlıyor ki, geçmiş yalnızca bir sığınak değil, aynı zamanda kaçılması gereken bir labirente dönüşebiliyor. Unutmanın bazen bir kurtuluş, bazen de bir kayıp olduğunu sorgularken, zamanın insanlar üzerindeki yıkıcı etkisi her hikâyede farklı biçimlerde vurgulanıyor. Yıldız’ın anlatımında zaman, sürekli kaybolan ve ele avuca sığmayan bir şey olarak betimleniyor.

Kitap boyunca kenarda kalan bireylerin dünyası; dostluk, aile bağları ve sosyal ilişkiler genellikle mesafeli ve kırılgan. Varoluşlarını anlamlandırmaya, dünyayla aralarına giderek daha fazla mesafe koyarak özneleşmeye çalışıyorlar...

İbrahim Yıldız’ın anlatımı, Proust’un kayıp zaman’ını hatırlatıyor. Anılar, yalnızca geçmişte yaşanmış anlar olmaktan çıkıyor; bugünü de şekillendiren, yaşayan varlıklara dönüşüyor. Yazarın, geçmişin nasıl zihinsel bir hapishane yaratabileceğini gösterme biçimi kitabın en güçlü yönlerinden biri. Encam, zaman, bellek, sınıfsal farklılıklar ve bireyin toplum içindeki sıkışmışlığını gösteren güçlü bir anlatı. Yıldız, geçmişin kayboluşunu kabullenemiyor ve bunu okura hissettiren bir dil kuruyor.

Encam, ölüm fikrini yalnızca bir son değil, yaşamın her anında varlığını hissettiren bir gölge olarak ele alıyor. Böylece okuru, varoluş ve hiçlik arasında gidip gelen bir düşünsel serüvene davet ediyor.

Tüm bu anlatım derinliğinin yanı sıra, İbrahim Yıldız’ın dilbilgisi ve yazım kurallarına gösterdiği titizlik de kitabın okunabilirliğini artıran önemli bir unsur. Yazarın anlatımındaki özen, metnin akıcılığını güçlendirirken, geniş kelime dağarcığı da hikâyelere zenginlik katıyor. Bu da Encam’ı sadece içerik açısından değil, biçim açısından da güçlü bir eser hâline getiriyor.