Baykuş: Psikolojik/polisiye roman

Baykuş

ŞENOL ER

Ender Şeyler
Mart 2025
170 sayfa

20 Mart 2025

ÇİĞDEM ÇAKICI

“Polisiye romanda sahnelenen yaşamın karakteristik yapısı, onu üreten bilincin tesadüfi bir insan bilinci olmadığını, bir taraftan da metafizik önemi haiz niteliklerin özellikle seçildiğini gösterir” diyor Siegfried Kracauer. “Dedektif nasıl insanların arasında gömülü sırları ortaya çıkarıyorsa, polisiye roman da estetik aracılığıyla, çarpıtılmış toplumun ve onun temelsiz kuklalarının sırrını ortaya döker.”

Kracauer’in bu saptaması polisiye romanın yalnızca suç hikâyelerinden ibaret olmadığını, aynı zamanda toplumsal ve bireysel bilinçaltına açılan bir pencere olduğunu gösterir. Bu tür, modern dünyanın çelişkilerini, insan doğasının karanlık köşelerini, bastırılmış duyguların ve toplumsal kuralların çarpışmasını gözler önüne serer. Özellikle psikolojik derinlik barındıran polisiyeler yalnızca bir suçun çözülmesini değil, insanın iç dünyasına da bir dedektif gibi girmeyi gerektirir.

Bu bağlamda, Mart 2025’te raflarda yerini alan Baykuş tam da bu anlatıya hizmet eden bir roman olarak okuyucunun karşısına çıkıyor. Şenol Er kitabın kısa önsözünde şöyle diyor:

Çağımızın kentli ve her yanı teknolojiyle kuşatılmış insanının bitmeyen anlam arayışı… Evrenin ve doğanın ritminden, dengesinden uzak olan zihinlerimiz, sınırlı duyularımızla algıladıklarımızı ya da aklımıza uygun geleni gerçek olarak kodluyor. Çoğunlukla bilindik olanı ve iletişim araçlarıyla bize sunulanı gerçek olarak kabul ediyor olmamızın tanımı: ‘Gerçeklik yanılgısı.’ Bireyin bilinçaltı ve onu yöneten özü ile en sonunda hissedeceği bu yanılgının sonucu da ciddi bir huzursuzluktur. Ne kadar görebilir, ne kadar dokunabilir, ne kadar duyabiliriz? Peki ya hislerimiz? Sonradan öğretilen yargılarla, kurallarla uyuşmasa da, derinlerde bir yerde hep var olan hislerimiz? Hakikat bedenimizdeki tüm hücrelerin içinde, orada gizli. İşte tam da bu yüzden; hiçbir şey göründüğü gibi değildir…

Er bu romanında okura yalnızca bir polisiye hikâyesi sunmakla kalmıyor, aynı zamanda insan zihninin en derin, en gizemli kıvrımlarına dair bir keşif yolculuğu vaat ediyor. Baykuş dedektif öykülerinin klasik anlatı yapısını takip etmekle beraber, psikolojik çözümlemeleriyle okuru bir bilinçaltı labirentine sürüklüyor. Romanın başkahramanı Siyahkalem, ünlü psikiyatr Erginkan ile kurduğu sıradışı iletişim sayesinde bu karanlık zihinsel yolculuğa çıkıyor.

Seri cinayetler, aşk, kıskançlık, takıntı, başarı, şüphe ve gerçekliğin kırılgan doğası romanın atmosferini belirleyen temel öğelerden bazıları. Baykuş bir dedektifin ipuçlarını takip etmesinden çok, insan zihninin yarattığı yanılsamalar ve travmalar arasında dolaşıyor. Roman okuru hem bir dedektif gibi düşündürüyor hem de karakterlerin iç dünyalarına sürükleyerek varoluşsal sorular sorduruyor. “Gerçeği kim belirler?” sorusu metnin temel tartışma noktalarından biri olarak öne çıkıyor.

Ancak bu sadece bireysel bir mesele değil; modern toplumun karanlık sınırları, sosyal medyanın zihinlerimiz üzerindeki etkisi ve manipülasyon gücü de romanda sorgulanan unsurlar arasında. Günümüzde toplumsal algının nasıl şekillendiği, bireyin kimliğinin dış etkenler tarafından nasıl biçimlendiği, suçun ve psikolojinin kesişim noktalarında detaylandırılıyor. Baykuş yalnızca bir seri cinayetler dizisini anlatan bir polisiye olmanın ötesinde, modern bireyin toplumsal baskılar ve kişisel travmalar arasındaki mücadelesini de gözler önüne seriyor.

Şenol Er

Siyahkalem ve Erginkan arasındaki ilişki bu mücadeleyi en belirgin şekilde açığa çıkaran unsurlardan biri. Erginkan’ın yalnızca takipçilerini değil, bir katilin bilinçaltını da şekillendiren popülerliği ve sosyal medyadaki gücü, bireyin kendi gerçeğini nasıl oluşturduğuna dair sarsıcı sorular doğuruyor. Siyahkalem’in zihninde yankılanan Baykuş’un sesi toplumun bastırılmış korkularının bir tezahürü olarak ortaya çıkıyor ve karakterler arası ilişkiler giderek daha da derinleşiyor.

Romanda bir diğer önemli unsur, Erginkan ile Siyahkalem’in yanı sıra Uzman Psikolog Nükhet Selimoğlu, Doktor Burcu Can ve Erginkan’ın eski sevgilisi Zizi ve Erginkan’ın annesi Balâ Hanım arasında gelişen dinamikler. Bu karakterler yalnızca hikâyenin birer parçası değil, aynı zamanda bireyin kendi içindeki farklı yönlerini temsil eden psikolojik motifler olarak işlenmiş. Roman ilerledikçe bu karakterlerin birbirleriyle ve kendi iç dünyalarıyla kurdukları bağlar hikâyenin yalnızca bir suç öyküsü olmadığını, daha derin psikolojik hesaplaşmalar barındırdığını gösteriyor.

Finale yaklaştıkça, romanın gerilim dozu artarken yalnızca katilin kim olduğu sorusu değil, aynı zamanda gerçekliğin doğası ve bireyin kendini tanıma süreci üzerine de yeni düğümler atılıyor. Çünkü belki de en büyük soru şudur: “Baykuş gerçekten kim? Siyahkalem mi, Erginkan mı, yoksa biz mi?” Gerçekle kurgu arasındaki sınır tamamen belirsizleştiğinde, Siyahkalem’in zihninde yankılanan Baykuş’un sesi, onun unuttuğu ya da bastırdığı bir parçayı mı temsil ediyor?

Psikiyatr Erginkan bilincin derinliklerinde gezinen bu gölgenin kim olduğunu araştırırken, okur da aynı sorgulamaya dahil oluyor. Baykuşun rehberliğinde ilerleyen hikâye bir katilin peşine düşmekten çok daha fazlasını vaat ediyor. Kimlik, gerçeklik ve bilinçaltı arasındaki girift ilişkiler okuru da bir nevi psikolojik gizeme ortak ediyor.

Son sayfalara gelindiğinde Baykuşun sırrı ortaya çıkıyor; gerçek, okurun zihninde şekilleniyor ve okur kendi geçmişi, kendi korkuları ve kendi hayal gücüyle baş başa kalıyor. Tıpkı romanın başında söylendiği gibi: “Hiçbir şey göründüğü gibi değildir…”