Kendine ait yeri çoktan edinmiş: Babil

Babil

R. F. KUANG

İthaki Yayınları
Eylül 2024
664 sayfa

çev. Güneş Becerik Demirel,

31 Ekim 2024

Sosyolojik eleştirilerle dolu, çok katmanlı, tabakalı bir anlatı olarak Babil, Batının sömürgeci politikalarının bireyler üzerindeki etkisini ve dilin gücünü etkileyici bir kurguyla işliyor. Dilin siyasi bir araç olarak nasıl kullanılabileceğini düşündürten roman, çevirinin ve dilin çok daha derin anlamlara sahip olabileceğini gösteriyor.

KAHRAMAN ÇAYIRLI

R. F. Kuang’ın Babil isimli romanı açıkçası edebiyatın hudutlarını sorgulatan bir yapıt, güçlü ve etkileyici bir eser. İngiltere’de geçen bu ilginç roman, fantezi ve tarihsel kurgu türlerinin sıradışı bir karışımıyla okura hem 600 küsur sayfa süren edebi bir lezzet sunuyor hem de önemli sosyo-politik meselelere dair iyi sorular soruyor. Kuang sömürgecilik, ırkçılık ve dil politikalarını fantezi kurgusu altında irdeleyerek okuru güç ilişkilerinin ve dilin odak noktasında olduğu bir öyküye taşıyor.

Bu romanın vermek istediği ilk önemli mesaj bence dilin ne kadar güçlü olduğu. Ayrıca “çeviri”nin yalnızca iki dil arasında kelimeleri değiş tokuş etmekten çok daha fazlası olduğunu vurguluyor. Kuang dili sömürgeci güçlerin elindeki bir vasıta olarak kullanarak dilin kimlik ve güç odakları, iktidar üzerindeki etkilerini sıradışı bir şekilde işliyor. Roman karakterleri Oxford Üniversitesi’nde yer alan Babil Enstitüsü’nün öğrencileri olarak çeviri yaparak bir gücü açığa çıkarıyorlar. Bu bağlamda çeviri yalnızca kültürel bir köprü değil, aynı zamanda farklı bir güç kaynağı olarak da kullanılıyor.

Çevirinin genişleyen anlamları

Romanın esas karakteri Robin Swift, Çin kökenli bir yetim olarak İngiltere’ye getirilmiş, burada “Babil” Enstitüsü’nde yetiştirilmiştir. Bu zaman zarfında kendine doğru mesafesini azalttığı yerle esas kökleri arasındaki zor, namütenahi uçurumu anlar. İşte Swift’in bu husustaki mücadelesi, kolonileşme ve bizzat kendi kimliğini arayışıyla ilgili çok mühim bir soru işaretleri-bölgesi üretir. Yazar Swift’in bu iki kimlik arasında, bir başka açıdan da iki hudut arasında nefes alamama duygusunu okura çok net bir biçimde duyumsatırken, sömürgeciliğin bireyler üzerinde bıraktığı zor, mütemadi etkileri de, sonuçları da işler.

“Çeviri” Babil’de anlamını genişletiyor. Bahusus Swift’in yaşadığı kültürel uyumsuzluk ve yabancılaşma dil vesilesiyle daha çok derinleşiyor. Swift bir tarafta doğduğu topraklarla, diğer yanda kendisini yetiştiren İngiliz kültürüyle bağlantı kurmaya çalışırken, kültürlerarası kimliğini oluşturan farklı parçaları da sorguluyor. Eserin odak noktası olan Babil Enstitüsü bu çok katmanlı, çok tabakalı kimlik sorularını dile getiren bir metafor, bir öz gibi. Enstitü bir yandan aydınlanmanın sembolüyken, öte yandan sömürgeci güçlerin dünya dillerini ele geçirme çabasının bir tür simgesi olarak da okurun karşısına çıkıyor.

Kuang’ın dil üzerine ürettiği bu dünya gerçekçilik ve fantastik öğelerle iç içe geçmiş durumda. Her dilin kendine mahsus bir enerjisi olduğuna dair bir inanç, çeviri sürecinin bir güç unsuru olarak kullanılmasına sebep oluyor. Yazar bu yolla dilin sömürgecilik politikaları içindeki önemini göstermenin ötesine geçerek kültürel bir hazinenin sömürü aracı haline getirilebileceğini okura sorgulatıyor.

Ne kadar gerçek, ne kadar değil?

Babil’in önemli özelliklerinden biri de sömürgeciliği ve onun etkilerini sert bir dille eleştirmesi. Bir ülkenin kolonilerindeki kültürleri yok sayarak, onları yalnızca kaynak olarak kullanmasına odaklanarak sömürgeciliğin yarattığı muhtelif eşitsizlikleri faş ediyor. Babil Enstitüsü, sömürgeci hedeflere hizmet eden bir kurum olarak, dünya dillerini kullanarak sömürgeci gücünü artırmayı hedefliyor. Hemen burada dünyada en çok konuşulan dilleri, ancak bahusus Batı dillerini düşünelim. O zaman Babil’in ne kadarının gerçek, ne kadar fantezi unsuru olduğunu söylemek çok zorlaşıyor. Kuang bu kurum aracılığıyla Batının gözümüzde, bakışımızda her daim “üstün” kabul edilen diller ve kültürler dışındaki her şeyi küçümseyici yaklaşımını, bakışını, bakış trafiğini açık açık eleştiriyor bence. Romanın evreninde dil sadece iletişim değil, güç ve iktidar aracı olarak da tanımlanmış durumda. Bu da okuru dilin manipülatif gücü üzerine derin düşüncelere yönlendiriyor. Bu açıdan belki de pek çok dil felsefesi ya da siyaset felsefesi kitabının yapamadığını Babil başarıyor.

Babil’in artı yönlerinden biri esas karakterin siyah beyaz değil, karmaşık, sofistike ve çok boyutlu bir şekilde örülmesi. Robin Swift kendisini bir yanda köklerine sadık kalmak, diğer yanda İngiltere’nin sunduğu olanakları değerlendirmek arasında buluveriyor. Çatışmaları çoğaldıkça ve muhtelif derinliklere ulaştıkça okur da Swift’in hissettiği öfke, çaresizlik ve aidiyet eksikliğini roman sayfalarından duyumsuyor.

R. F. Kuang

Kuang ayrıntılara verdiği önem sayesinde Swift’in ruhsal çatışmalarını başarıyla yansıtarak okuru romana dahil ediyor. Swift’in yaşadığı içsel çatışmalar yalnızca bir bireyin kimlik parçalarını arayışı değil, aynı zamanda bir ulusun kendi kültürel mirasına sahip çıkma çabasının yansıması olarak da okunabilir.

Velhasıl Babil sadece bir fantezi eseri olarak değil, aynı zamanda sosyolojik eleştirilerle dolu, çok katmanlı, tabakalı bir anlatı olarak da dikkat çekici. Batının sömürgeci politikalarının bireyler üzerindeki etkisini ve dilin gücünü etkileyici bir kurguyla işliyor. Kuang dilin siyasi bir araç olarak nasıl kullanılabileceğini düşündürtüyor. Çevirinin ve dilin çok daha derin anlamlara sahip olabileceğini gösteren, karakterlerin psikolojik çatışmalarını ustaca yansıtan ve tarihsel gerçeklikleri bambaşka bir dille anlatan önemli bir roman olarak çağdaş edebiyatta kendine ait yeri çoktan edinmiş bir eser.