Gîsû-dâr:
Bahar Faris’le İran, sanat ve hayat üzerine
Kıraathane İstanbul Edebiyat evi’nde Gîsû-dâr adlı bir sergi açan İranlı sanatçı Bahar Faris’le bu sergisi üzerinden İran, sanat, özgürlük, otorite, hayat, edebiyat ve daha birçok şey üzerine bir söyleşi…

Merhaba, hoş geldiniz. Öncelikle, İstanbul’da, Kıraathane’nin misafir sanatçı programında yer aldığınız için şunu sormak isterim: İstanbul’da olmak nasıl bir duygu, sanatsal, kültürel ve yaşamsal açıdan?
Merhabalar. Hoş buldum, teşekkür ederim. İstanbul’da ve ayrıca Kıraathane’de bulunmak benim için çok büyük bir zevk. Çok güzel günlerden geçmesek de İstanbul’da olmak her zaman çok iç açıcıdır benim için. Ben alışkınım İstanbul’da yaşamaya ama yine de her seferinde yeni şeyler keşfediyorum bu şehirde. Eskiden yaşamak ve yaşamaktan zevk almak çok daha kolaydı burada ve maalesef bugünlerde insanları eskisi gibi mutlu göremiyorum. Sanki bu yeni hayat şartları şehrin havasını da değiştiriyor yavaş yavaş… Bizim kültür ve tarihimizde çok benzerlikler var ama benim için önemli olan ve sevdiğim şey, İstanbul’un ve temsil ettiği kültürel geçmişin farklılıklarıdır. Türkiyeli sanatçıları elimden geldiği kadar takip etmeye çalışıyorum. Edebiyatta, resimde, sinemada ve bazen de tiyatroda. Fark ettiğim ve genel olarak gördüğüm şu: “Big picture”da çok farklı yollarda yürüyoruz.
İstanbul’dan sonra sizin ülkenizi, İran’ı ve Tahran’ı konuşalım biraz. İran’da sanatçı olarak hayatınız nasıl? İran’da sanatsal anlamda neler oluyor? Biz burada coğrafi olarak yakın olsak da İran’daki çağdaş kültürel atmosfere biraz uzağız maalesef. Dışarıdan bakınca İran’da her şey otorite kontrolü altında gibi görünüyor, öyle mi gerçekten?
Bildiğiniz tüm sorunlara rağmen ben her zaman aktif ve üretken olmaya çalışıyorum. Üreteceğim eserleri hangi şartlarda seyirci veya okura ulaştırmak zorunda olduğumu düşünmeden hareket etmeye çalışıyorum. Bu pek de kolay olmuyor her zaman. Ara ara şiirlerime ve resimlerime malum sistemin gözünden bakıp umutsuzluğa kapılıyorum.
Birçok projeyi onlarca kez bırakıp tekrar başladım. Ama sanatımı yapma sürecinde olduğumda, en büyük çabam sanatımı sadece ve sadece kendim için yaptığımı kendime inandırmaktır. Tanıdığım birçok sanatçı da aynı şekilde çalışıyor. Bütün bu anormallik ve zorluklara rağmen bence İran sanat camiası gerçekten bu coğrafyada görebileceğimiz en aktif ve avangard camialardan biridir. Bizim sanatçılarımız birkaç cephede aynı anda savaşmak zorundalar. Hem çok zor şartlarda çalışıyorlar hem de bu zorlukta oluşturdukları eserleri dünya çapında tanıtmaya çalışıyorlar. Dünyanın sanat toplumunda yer almak için çabalıyorlar. Bütün bu bahsettiğiniz otoriter kontroller ve baskılar ara ara ‘deforme’ eserlere sebep olsa da, hiçbir zaman İran sanatını durduramadı.
Yıllar önce Bahman Ghobadi’nin “İran Kedilerinden Kimsenin Haberi Yok” adlı belgeselini izlemiştim. Belgesel Tahran’daki ‘underground’ müzik dünyası üzerinden, gençlerin otoriteye karşı nasıl mücadele ettiğini, kendilerine nasıl yeni alanlar açtıklarını gösteriyordu. Yani aslında ‘otoriter rejim’ her şeyi kontrol edemiyordu. Bugün de sanat ve kültür dünyasında böyle bir anti-otoriter, belki de ‘yeraltı’ hareketliliği var mı?
Tabii ki var. “İran kedileri”nden önce de vardı. Hatta şunu diyebilirim ki, bu ‘yeraltı sanat’ çalışmalarının ve otoriteye karşı gelmeye çalışan sanatçıların bizim sanat tarihimizde çok önemli bir yeri var. Mesela İran edebiyatında en önemli ve en ünlü kitapların yüzde ellisi yasak. Çağdaş sanatımızın en ünlü ustalarının eserlerini tiyatro salonlarından, müze bahçesinden ve sokaklardan kaldırdılar. Birçok başarılı ve yetenekli kadın şarkıcı kendi ülkesinde şarkı söyleyemiyor. Ve daha birçok yasaktan bahsedebiliriz. Bizim gerçek edebiyat ve sanat tarihimizi yazan bu yasaklanmış sanatçılardır belki. Devrimden önce de varmış bu mücadele, ondan çok daha önce de varmış.
Sergiye gelelim: Bu serginin sanırım son zamanlarda İran’da yaşananlarla, İran’daki gösteriler ve özgürlük talebiyle de bir bağı var. İran’da kadınlar saçlarını keserek bir özgürlük istediler ve o saçlar burada karşılığını buluyor. Biraz bundan bahsedebilir miyiz?
Serginin genel fikri yeni bir şey değil benim için. Ben uzun zamandır “bizim ortak anılarımız” dediğim bu yaralarla yaşıyorum resimlerimde. Saçlar benim her zaman kullandığım dokuların yanında ve o kestiğim ağaç köklerinde, doku ve şekil olarak çok güzel durdu ve oturdu. Diğer taraftan da bu saçlar gerçekten sevdiğim, hayat dolu insanların bir parçası olarak benim bu ölü ağaçlarıma can olsunlar istedim. Aslında bu son seri, tüm bu detaylarla birlikte güncel bir göndermeye dönüştü benim ve eserlerim için.
Gîsû-dâr çok anlamlı ve şiirsel bir kelime. Uzun saçlı kadından darağacına, eve ve hatta kuyrukluyıldıza kadar birçok anlama doğru açılıyor. Bütün bu etimoloji sizin için ne anlam ifade ediyor ve resimlerde nasıl karşılık buluyor? Kuyrukluyıldız anlamına gelen “necm-i gîsû-dâr” kelimesine atıfla “Tüm kuyrukluyıldızlar için bu sergi” demişsiniz mesela. Ben bu ifadeyi çok sevdim, kimdir bu kuyrukluyıldızlar?
Bu çok anlamlı başlığın izlerini, tekniğimin ve resim medyumumun izin verdiği o ölçüde kullandım. Şimdi baktığımda bir şeyler ekleyebilirim gibi de geliyor ama sanırım eser zaten bitmeyen bir şey olabiliyor. Hele ki bu kadar yüklüyse… Özellikle arka planda duran ve soyut görünen ortamı tenin bir parçası olarak hayal ettim ve artık kullanmak istemesem de kurşun izleriyle bezedim. Böylece hem darağacı gibi bir görüntü hem de bir gün bizim için de köklerini salacak bir hayat ağacı silueti çizdim. Özgürce yaşamak isteyen bir sürü “kuyrukluyıldız”ın kanlar içinde kalmış ama parlak ve yaşayan saçları ise o umudun aktarımı benim için.

Bu resimlerde bir ağaç görüyoruz genellikle, ağacın kendisi, silueti ya da hayaleti orada bir yerde duruyor. Resimlerinizde ağaç ne anlama geliyor? Ağacı İran sinemasında, mesela Abbas Kiarostami filmlerinde sık sık görüyoruz. İran kültüründe ve sizin dünyanızda ağacın anlamı nedir diye sorsam…
Ağacın tarihteki anlamı ve önemi İran sınırlarının içinde kalmıyor tabii. Bütün medeniyet tarihinde yer alan topraklarda ağaç özel ve önemli bir imge ve aynı zamanda simge olarak da sanatta yerini bulmuştur. İran’daki eski çizimlerde ve edebiyatta ağaç genelde dişiyi sembolize eden, kadınlığı ve onun bütün sıfatlarını çağrıştıran bir canlıdır. Ağaç baharı ve hazanı, yaşam ve ölümü hatırlatan bir simgedir. Bizim eski metinlerimizde veya desenlerde genellikle nar ağacı, palmiye ve incir ağacı ‘hayat ağacı’ ile özdeşleştirilmiştir ve hepsi kutsaldır. Ben de bu ağacın anlamlarından payımı almaya çalıştım. Bugünkü hayatımızı ve bugün bize “dâr” olan kadınlığı unutmadan.
Ayşen Güven’le Kıraathane’de yaptığınız sergi konuşmasında felaket zamanlarında sanat ve edebiyat ne işe yarar gibi bir mevzuya değiniyorsunuz. Bence önemli bir konu: Yazmak, resim yapmak, böyle ‘sert’ zamanlarda, trajik zamanlarda işlevsizleşiyor gibi görünse de, kritik noktalarda yazar ve sanatçıların tepkisi ne olmalıdır? Sosyolojik ve siyasi şiddetin temsili nasıl mümkün olabilir? Özetle: toplumsal kriz ve politik şiddetler işlerinize nasıl yansıyor?
Bence bir sanatçının en önemli eylemi üretmektir. Kültürün en önemli özelliği de bu üretilmiş eserlerin arasında bir çözüm bulmaktır. Bizim gibi ülkelerde temel ihtiyaçlardan biri değişimdir ve bu değişim zorla ve yüzeysel çözümlerle mümkün olamaz. Ancak bir toplumun tamamına hitap edebilecek çeşitli ve zengin bir sanat-kültür ortamı bizi kurtarabilir. İnsanlar kendi zevkine ve ilgisine bağlı ve kendi ruhsal ihtiyaçlarına göre bir eseri seçer; ruhunu onunla eşleştirir, iyileşmeye, öğrenmeye, tecrübe etmeye ve değişmeye çalışır. Bu değişim bütün dünyada bu şekilde mümkün olmuş. Yardım etmek, yas tutmak ve her daim insanlarımızla iç içe yaşamak bizim insani görevimiz. Ama bir sanatçı olarak da görevlerimizi unutmayalım. Bu felaketleri tekrar yaşamak istemiyorsak değişmeliyiz. Edebiyat ve sanat, o beklediğimiz büyük değişimde çok önemli ve geniş bir alan kaplıyor.
Edebiyatla da yakından ilgilisiniz, şiir yazıyor ve edebi çeviriler de yapıyorsunuz, Orhan Pamuk'un bazı yazılarını Farsça'ya çevirdiniz mesela. Edebiyat çalışmalarınıza nasıl yansıyor?
Şiir aslında benim için resimde anlattığım hikâyeyi daha net görebildiğim bir mecra... Aynı soyutlama aynı gizem var içinde ama detaylarını kelimeler aracıyla istediğim kadar çoğaltabilirim. Ama genel olarak edebiyat ve özellikle roman, gerçek hayatta tecrübe edemeyeceğim şeyleri de bana yaşatıyor. O anlamda benim görsel sanatımın çerçevesinde romanın ve şiirin etkileri çok fazla.
Bir özel soru da yaptığınız çeviriyle ilgili: Orhan Pamuk'u Farsçaya çevirmek nasıl bir deneyimdi? Şair ve sanatçı olarak sizi etkiledi mi?
Orhan Pamuk bu coğrafya için çok özel bir yazar ve önemli bir entelektüel. Benim hayran olduğum o kültürel olgunluk ve korkusuz, sınırsız eleştiri gücü yazılarında çok açık ve net görünüyor. Romanlarından bağımsız okumalıyız yazılarını hatta bence romanlarını sevmeyenler de onun kaleme aldığı hayat tecrübelerini okumalı. Ülkesi ve insanlarına dair verdiği bilgiler, kendisini eleştirme yöntemi vesaire sadece Türkiye’nin gelecek neslini değil bu coğrafyanın geleceğini de aydınlatabilir.
İran çağdaş kültür, edebiyat ve sanatını pek bilmeyenler için birkaç isim sorsam size… Günümüz sanat ve edebiyatından kimleri önemli bulursunuz?
Okurun Bahman Mohasses, Farideh Laşai, Reza Barahani veya Yadollah Royaee gibi isimleri bildiğini varsayarak kendi kuşağımdan ve benden daha genç olan sanatçılardan birkaç isim sayabilirim. Vahid Çamani veya Ahmad Morşedlu gibi ressamların yarattığı atmosferi çok beğeniyorum. Ve yine kendi kuşağımın şairleri arasında, şiirlerini okumaya doyamadığım bir isim de Saadi Golbayani’dir. Atefe Çaharmahalian ve Negin Farhoud da sevdiğim ve çok okuduğum şairler arasındadır.
Bundan sonra planınız nedir? Tahran’da bir sergi? Ya da İstanbul’a tekrar gelmek bir niyetiniz var mı?
Bu seri benim için bitmedi daha. Sanıyorum ki bu son aylarda kafamda canlanan imajlardan uzun bir süre kurtulmam mümkün değil. Bu serinin devamında başladığım bir multimedya projesi var, onu bitirmek istiyorum. Söylediğim gibi çalışırken bir sonraki adımı düşünmek istemiyorum. Ama Tahran’da sanatçı arkadaşlarım ve sanat seven insanlarla bir araya gelmek hep var benim planlarımda. Hatta her zaman istediğim ilk şey budur. Ama tabii İstanbul’da sizin aranızda olmaktan gurur duydum, çok kaliteli zamanlar geçirdim ve tekrar burada olmayı sabırsızlıkla bekleyeceğim.
Önceki Yazı

Bir palimpsest metin okuma deneyimi olarak
Buzul Çağının Virüsü
“Buzul Çağının Virüsü böylesi ikircikli dünyada nasıl yaşanacağını kestirememe halidir. Dayanakların yanılsama olduğu bir dünyada boşlukta asılı kalma halidir. Varlığın belirsizliklerine karşı hiçliğe varma istencidir. Bütün, yekpare bir şey bulmak imkânsızdır.”
Sonraki Yazı

101 SORUDA 15 TEMMUZ YARGISI'NDAN:
“Hikâye hukuka ihanetle başladı”
Figen Çalıkuşu'nun 101 Soruda 15 Temmuz Yargısı adlı kitabı Zoe kitap tarafından önümüzdeki günlerde basılıyor. Soru-cevap formatındaki kitabın ilk bölümünden altı soruluk bir parçayı Tadımlık olarak yayımlıyoruz.