Ernst von Salomon ve benzerleri
“Soruşturma 1951 yılında yayımlandığında II. Dünya Savaşı’nın ve III. Reich'ın üzerinden henüz beş yıl geçmişti. Kitap bu anlamda savaş sonrası suskunluğun içinde bütün olan bitenle ilk yüzleşme, geçmişi değerlendirme çabasıydı. Üstelik kitabın yazarı Freikorps saflarından gelen, Weimar dönemindeki önemli siyasi suikastlardan birisine karışıp mahkûm edilmiş birisiydi.”
1920'de Kapp Darbesi'nin gerçekleştiği Berlin'de bir Freikorps tugayı.
Tutum alabilmek için olan biteni, mevcut karmaşayı bazen gözlerimizi kısarak seyretmek gerekir, böyle bakıldığında her şeyi net sınırlarla birbirinden ayrışmış, neredeyse siyah beyaz görürüz. Zira gerçekliğin çeşitli tonlarının farkına varmaya çalışmak hayatta kalabilmeye pek de yardımcı olmaz. Fakat yine de uçsuz bucaksız bulanık bir alan mevcut. Ernst von Salomon’un Soruşturma’sı[1] bu bulanık alandan çıkıp geliyor.
Soruşturma 1951 yılında yayınladığında II. Dünya Savaşı’nın ve “III. Reich”ın üzerinden henüz beş yıl geçmişti. Olan biten her şey fazlasıyla tazeydi. Kitap bu anlamda savaş sonrası suskunluğun ve toplumsal travma sonrası ruh halinin içinde bütün olan bitenle ilk yüzleşme, geçmişi değerlendirme çabasıydı. Üstelik kitabın yazarı Freikorps saflarından gelen, Weimar dönemindeki önemli siyasi suikastlardan birisine karışıp mahkum edilmiş birisiydi. Kitap çıktıktan sonra yeni Federal Almanya’nın ilk çok satan eseri haline geldiği gibi hemen 1954’de Fransızcaya çevrildi. Bu türden karanlık, kolaylıkla bir kalıba sokulamayan bir Alman, her zaman için suskun ve pişman görünümlü Almanlardan çok daha ilgi çekiciydi. Soruşturma bugün de Von Salomon’un en iyi kitabı olarak kabul görüyor.
Kitap, savaş sonrasında Nazilerden arındırma kampanyası kapsamında Amerikan işgal yönetimi tarafından hazırlanan 131 sorudan oluşan bir sorgu formuna Salomon’un cevapları temelinde ilerliyor. Amerikan işgal yönetimi bu formu kendi sorumluluk alanındaki seçilmiş 1 milyon 390 bin Almana dağıttı ve cevapların 1 milyon 260 binini değerlendirmeye aldı. Salomon’un yazdığı cevaplar Amerikan yönetimine alaycı ve biraz da kinik bir karşılık olarak görülebilir. Belki de metin, bir hayatın ve dönemin bu tür bürokratik formlarla anlaşılamayacağı anlamına da geliyordur.
Bu Soruşturma aracılığı ile belgelenen yargılama yönteminde avukata yer yok, ama bu yöntemin neyi amaçladığını kimse bilmediği için, uyguladığı yöntemlerin yine de beklenmedik bir anda gerçeği ortaya çıkarma olasılığını barındırıp barındırmadığını da kimse bilmiyor. İşte ben, bana olduğu gibi başka birçok kişinin de aynı çekiciliğe kapılması umuduyla, bu olasılığa hizmet etmek istiyorum, öyle ki sonunda cevapların niceliğinden, ülkemizde olup bitene ve bunların aslında nasıl yaşandığına dair en azından gerçeğe yakın nitelikte bir görüntü çıkabilsin. (s. 12)
Soruşturma’daki Amerikan karşıtı hava beklenmedik biçimde yeni kurulan Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nde (DAC) kitabın itibar kazanmasını da sağladı. Kitap 1965’de DAC’daki antifaşist biyografiler listesine alındı. Salomon DAC kültür çevrelerinde sola dönmüş eski bir Muhafazakâr Devrimci ve Freikorps savaşçısı olarak görülüyordu. Hatta Nazi döneminde yayınlanmış “Geächtete” isimli kitabıyla, 1946 yılında Sovyet işgal yönetiminin tavsiye edilecek kitap listesinde de yer bulmuştu. Nitekim Salomon daha sonra Almanya Demokratik Kültür Derneği ve Alman Barış Birliği’ne de katıldı. Buna karşın Soruşturma savaş suçlarına karşı kayıtsızlıkla ve alaycılıkla da itham edilmiştir.
1918 sonrası
Ernst von Salomon elbette tekil ve özel bir durum değil; ruh durumu, içinde bulunduğu daha doğrusu içinde büyüdüğü milliyetçi Freikorps birliklerine, “Muhafazakâr Devrimci” grupların dünyasına ait. Askeri okulda okumasına rağmen I. Dünya Savaşı o cepheye gidemeden sonlandı ve o da gönüllülerden oluşan Freikorps birlikleri ile beraber Baltık ve Silezya cephelerine sürüklendi.
1918 devrimine kadar önceden belirlenmiş bir dünyada yaşamıştım. Memurların ve subayların bulunduğu bir aileden geliyordum. Prusya Krallığı’nın askeri okullarından yetişmiştim, subay olacaktım. Kısacası o güne kadar her yerde geçerliliği olan bir ortamda büyümüştüm; bu ortamda devletle olan tek ilişki ona hizmet etme sorumluluğunda yatıyordu. (...) Kuşkusuz ayrıcalıklı durumumun 1918 devrimi sırasında yok olması bana çok acı geldi... Hiç tereddüt etmeden ve hemen gönüllü birliklere [Freikorps] katılmış olmamın nedeni, o güne kadar süregelmiş olan, önceden belirlenmiş çizgiyi izleme denemesi değildi, basit bir macera tutkusu da değildi - kaldı ki bu eğilimi asla hor görmemişimdir- bunun nedeni artık gerçekten de de çıkar gözetmeksizin devlete hizmet etme isteğinden başka bir şey değildi. (s. 472)
Barış sonrasında Alman ordusunun 100 bin kişiyle sınırlandırılması geriye kalan hemen tüm ordu mensuplarını ve hâlâ savaşmaya niyetli kışla yoldaşlığı sevdalılarını bu birliklere yöneltti. Freikorps birlikleri ya da gönüllü birlikler savaş sonrasında Almanya’dan kopan Baltık, Polonya, Silezya topraklarında o ülkelerin birliklerine karşı bir tür gayrı nizami savaş yürüttüler, Alman devriminin bastırılmasına katıldıler. Bu birliklere çok genç yaşta katılan Von Salomon daha sonra da dönemin suikastlarla, komplolarla dolu ortamına atıldı.
Duygusal olarak olayın kendisi, sonuçtan çok daha önemliydi benim için; yani kendi kendini kurban etmenin, kendi kendini mahvetmenin getirdiği o benzersiz sarhoşluk - ‘dünyayı havaya uçurma’ girişiminin yüceliği. Sözün kısası, çok hoş bir ergenlik donemi belirtisi... (s. 158)
Salomon, Freikorps’daki komutanı, Soruşturma’da “Albay” ismiyle anılan Hermann Ehrhardt’ın Ehrhardt Tugayı’na katıldı. Hermann Ehrhardt Kapp Darbe girişimine katıldı. Daha sonra yasa dışı duruma düştü bütün bunlara rağmen adamlarının sadakatinde bir eksiklik yaşanmadı. Ehrhardt Tugayı, diğer 85 Freikorps birliği ile birlikte lağvedildiğinde ise Salomon, OC (Organisation Concul) üyesi oldu.
Bizler bir kötülüğün başka bir kötülükle kovulmasına; nasyonal hareketin rakiplerinin araçlarını kullanarak iktidara gelmesine; parti olmasına; seçimlere gitmek amacıyla organize olmasına engel olmak istiyorduk. Bizler baştan itibaren her şeyin temelden değişmesini istiyorduk; Fransız Devrimi, Fransa’yı kraliyetten nasıl kurtardıysa, ‘ulusal devrim’in de bizi Batı’ya olan mali ve ideolojik bağımlılıktan kurtarmasını istiyorduk. (s. 154)
Bu milliyetçi paramiliter çevreler demokrasiyi yani Weimar cumhuriyetini yenilgiyle biten savaş sonrasında Batının ideolojik bir manipülasyonu olarak görüyorlar, “demokrasi” sözcüğünü nadiren ve istemeye istemeye kullanıyorlardı. Bu çevreler için parlamento bir aldatmacadan ve uğursuzluktan ibaretti öyle ki, daha sonraları seçimler yoluyla iktidara gelmeye çalışan Hitler’i bile sert biçimde kınamaya başladılar. Çeşitli darbe girişimleri sonuç vermediğinde de bu kez siyasi suikastlara yöneldiler.
Ortam, Rus sosyal devrimcilerinin suikastlarını planladıkları dönemlerdeki ortamın benzeri olsa gerekti; ancak arada ağırlıklı bir fark vardı: Onların verdikleri kararlar son tahlilde bir ideolojinin yürütüleceğine olan inançtan; siyasi ve ekonomik bir öğretiden kaynaklanıyordu; oysa bizlerin verdiği kararlar daha çok genel bir duyguyla temelleniyordu. (...) Orada da tıpkı burada olduğu gibi ‘listeler’ çıktı ortaya ve bizdeki listelerden birinde, birçoğunun yan ısıra Rathenhau adı da yer alıyordu. (s. 155)
Evet, Von Salomon henüz 19 yaşında yaşamı boyunca peşini bırakmayan OC tarafından organize edilen Rathenhau suikastına karıştı. Rathenhau Weimar Cumhuriyeti’nin özellikle de sağ için nefret nesnesi haline gelmiş Yahudi asıllı dışişleri bakanıydı.
Gerçekten de, Rathenau tarafımızdan öldürülen tek Yahudiydi. (...) Bütün nasyonal hareket, birbirinden çok farklı derecelerde Yahudi aleyhtarıydı (...) Kitabım [Die Geächteten] yayımlandığında Ernst Jünger’in ne diyeceğini merakla bekledim. Ama o hiçbir şey demedi. Görüşünü soracak kadar utanmazın tekiydim. O zaman, Aşağı Saksonya ağzına çalan konuşmasıyla: “Rathenau’nun, Yahudi olduğu için öldürüldüğünü söyleyecek cesareti neden bulamadınız?’ diye sordu bana. Aynı sorunun sorulduğu mektuplar da alıyordum, hatta Filistin’den gelen mektuplar bile oluyordu. Her birine şöyle cevap verdim: Çünkü doğru değil de ondan.” (s. 156)
Aslına bakılırsa Von Salomon’un karısı Ille de Yahudiydi. Soruşturma’da bu gerçekle ancak kitabın sonlarında karşılaşırız ve Salomon Nazi iktidarından sonra Ille ile çabucak evlendi ve kendisinin malum saflardaki şöhreti karısını savaşın sonuna kadar soykırımdan korumuştur.
Von Salomon bu suikasttan dolayı 1922’de beş yıl hapse ve daha sonrasında da beş yıl medeni haklarından mahrumiyete mahkum edildi. Böylece kendisi benzeri “itibarlı” mahkumlar gibi çok zor olmayan koşullarda yattı. Ama onun içeride olduğu 1922 - 1927 yılları arasında olağanüstü değişiklikler yaşanıyordu. 1923 yılında Hitler, müttefikleriyle birlikte Münih’te darbe yapmaya kalkıştı tutuklanıp cezaevine konuldu. O içerideyken partisi büyük bir sarsıntı geçirdi ve çıktığında NSDAP 1925 yılında yeniden inşa edilip tırmanmaya diğer milliyetçi muhafazakâr grupları hızla yutmaya başladı. Böylece bir ucunda Komünist parti ve öbür ucunda NSDAP’ın bulunduğu bir siyasi yelpazede onlarca parti ve paramiliter örgüt hem birbirleriyle, hem Weimar Cumhuriyetiyle hem de kendi içlerinde sonu gelmez bir mücadele içine girdiler. Herkesin durmadan kurtuluş çarelerine kafa yoruyordu.
Weimar Cumhuriyeti’nin bu son iki yılı, tarihimizin düşünce yönünden en zengin dönemlerinden biridir. O zamana kadar Almanya’ da hiç bu kadar çok düşünülmemiş ve plan yapılmamıştır... Sarhoşluk gibi bir şeydi bu. Doğru yerden kavranması halinde her şey olanaklı görünüyordu. Yıllarca değişmez bilgelik olduğu vaaz edilen şeye uymak zorunluluğu yoktu artık, her şey yeni bir anlam kazanmıştı. (...) Daha yirmili yılların sonunda ‘sağdan sola kadar’ çeşitli partilere, gruplara mensup insanlar buluşmaya başlamışlardı bile; hatta komünist entelektüeller bile sosyalleşmişlerdi, sohbet sırasında ötekileri keyiflendirecek ve tatlı tatlı kaşındıracak denli etkili konuşmalar yapıyorlardı; ama Nasyonal Sosyalistler asla katılmıyorlardı bu buluşmalara! (..) Her yerde öylesine neşeyle açan bütün tomurcuklar, Nasyonal Sosyalizm’le boy ölçüşecek durumda değildi! (s. 267)
Salomon bu dönemde arka arkaya kendisine ait deneyimleri içeren romanlar yayınlamaya başladı. “Die Geächteten” (1929) adlı roman Rathenau suikastı çevresinde ilerlerken “Die Stadt” (1932), kendisinin de katıldığı Kuzey Almanya’daki çiftçi eylemlerine odaklanmıştı. Cumhuriyet devirmek isteyen Nazilerden, Komünistlere hemen her kesimin yardımına koştuğu ve hükümeti ciddi biçimde sarsan eylemlere katılımı yüzünden Salomon da yargılanmıştı. Hans Fallada’nın Köylüler, Kodamanlar ve Bombalar (Çeviri Ahmed Arpad; Everest, 2018) adlı romanı da aynı olayları konu eder. Üçüncü kitap “Die Kadetten” (1933) ise askeri okul öğrencilerini ve onların savaş sonunda dağılmalarını konu alıyor.
“Muhafazakâr Devrim”
Sürekli kriz sürekli bir kurtuluş projesi arayışı anlamına geliyordu. Muhafazakâr Devrim üzerine bugün hâlâ standart bir metin kabul edilen “Die Konservative Revolution in Deutschland 1918–1932” Armin Mohler’in, Karl Jaspers yönetiminde 1949’da kabul edilen doktora tezidir. Mohler kitapta bu hareketi yeterince değerlendirebilmek için zaman geçmesi gerektiğin, henüz her şeyin çok taze olduğunu söylüyordu. “Muhafazakâr Devrim”in manzarası Ernst Jünger’e sekreterlik de yapmış olan Mohler’in kariyeri gibi gayet karmaşıktır. Mohler doktora tezinde Soruşturma için de “bu başarılı roman – artık her ne kadar eskinin adanmış Salamon’una ait bir perspektifen olmasa da - büyük ölçüde Muhafazakâr Devrime bir geri bakıştır. Tarihsel bir kaynak değil, ancak bir ‘tanıklık’ olarak anlaşılabilir” diyor.[2] Mohler’e göre Salomon, artık terk safları etmiş apolitik birisiydi.
Öbür yandan hareketin gündemi sürekli değişmiştir. Şahıslar aynı kalsalar da Hitler’e suikast düzenlemeye çalışan Muhafazakâr Devrimcilerle 1920’lerdekilerin öncelikleri birbirinden tamamen farklıydı.
Yirmilerin sonlarında Muhafazakâr Devrim çevreleri birbirine benzemeyen kişilerden oluşan tuhaf bir kompozisyon oluşturuyordu. Soruşturma’da anılan kişilikler ilginç bir yazgılar demetidir de aynı zamanda: Ernst Jünger, Ernst Niekisch, Karl Otto Paetel, Erwin Kern, Ernst Werner Techow, Arnolt Brannen, Hans Zehrer, Friedrich Hielscher (“Bogomil”) ve Rudolf Schlichter. Bunlara Hitler ile anlaşmazlığa düşen Otto Strasser, Herbert Blank ve Walter Stennes de eklendiğinde manzara iyice karmaşıklaşır. Bu türden kişilikler Vormarsch, Widerstand, Die Tat, Nationalsozialistische Briefe gibi dergilerde öbeklenmişlerdi. Muhafazakâr Devrimi savunan kesimlerin çoğu, zaman içinde Nazi partisi ile ilişkili hale gelseler veya parti içinde eriseler de bir bölümü partideki gidişattan ve rejimin aşırılıklarına duydukları hoşnutsuzlukla ara bir durumda kaldılar. NSDAP dışında kalmaya çalışan gruplar önce Muhafazakâr Devrim daha sonra Nasyonal Devrimci, veya “Yeni Nasyonalist” olarak anılmaya başladılar. NSDAP’dan ayrılanların katılımıyla daha da çeşitlenen bu çevreler kitlesel bir hareketten çok düşünsel bir odaktılar ve ara sıra kabaran siyasal eylem niyetleri de zaten oldum olası bir çerçeveye sokulmaktan hiç hoşlanmayan Ernst Jünger’in olumsuz yaklaşımı ile nihayete erdi:
İnsan Almanya için toplu halde bir şeyler yapamaz, bunu tek başına yapmalıdır; tıpkı balta girmemiş bir ormanda baltasıyla kendine yol açmaya çalışan ve yalnızca duyduğu boğuk seslerden, başkalarının da kendisi gibi aynı işi yaptıklarını anlayan bir adam gibi.[3]
Demokrasi ve totaliterlik
Parlamenter rejim düşmanlığı ile totaliter rejim karşıtlığının nasıl olup da aynı kişilerde birleştiğini anlamak ilk bakışta zor olabilir. Muhafazakâr Devrim çevreleri Nazi partisini de parlamenter yolla, halk iradesiyle iktidara gelmiş bir güç olarak görüyorlardı ve bu güç en nihayetinde totaliter bir rejim demektir. Bu anlamda Weimar rejimi bile totaliter olarak yaftalanabilirdi. Halk çoğunluğunun iradesinin tecelli edişi nihayetinde içinde nefes alınamayan kamusal bir zorbalık haline gelecekti. Bu anlayışa göre herhangi bir darbeyle iktidar olmuş bir general ya da Kaiser yönetimi bile halk onayı talep etmediği için totaliterlikten, bütüncüllükten tamamıyla uzaktılar: Salomon’a göre “Nasyonalizm’in belirleyici vurgusunu devletten alıp halka vermek, otoriteden ahp totaliteye vermek” yönündeki her her türlü girişim sapma ve ihanetti. “Ulusal hareketin” tek amacı ise “devlet anlayışının yöntemleri itibariyle devrimci, varlığı itibariyle tutucu” biçimde değiştirilmesiydi.
Soruşturma’nın sonlarında eski SA şefi ve Reich Slovakya elçisi Ludin’in şahsında yine aynı totalite tartışmasına döneriz: Ludin, “bir kere totaliteye inanan birinin, totalite içinde olup biten her şeyden de sorumlu olacağını kabul etmeye kesinlikle hazırdı”. Ludin Sovyetlere teslim edilecektir ancak Amerikan esir kampından kaçmaya yanaşmaz, o sorumluluğu kabullenmiştir ve kitap onun sözleriyle manidar biçimde biter. Salomon onun tavrında sorumluluğunu üstlenmiş ve bedeline razı saygıdeğer bir tutum görür yine de bütüncül talepleri olan hareketlerden kaçınmayı tercih etmektedir.
Dünyadaki bütün büyük hareketler, (...) hepsi bir tür hastalık taşıyor, tanrısal bir hastalık bu, bütüncül talepleri olan ulvi bir hastalık. (...). Ben inananlardan biri değilim; ben tutkulu biçimde katılan bir gözlemciyim. Bu yüzden Nasyonal Sosyalist olmadım... (s. 260)
Nazilere göre Muhafazakâr Devrim artık misyonunu tamamlamıştı ve taraftarların parti içinde erimeleri gerekiyorlardı Onlar ise partiye üye oldukları durumda bile aralarındaki ayrımları korumaya çalıştıkları gibi içlerinden bazıları da Hitler’e karşı bir dizi komplo ve suikast girişiminin içinde yer aldılar. Ayrışmanın temalarından birisi de partinin “solu” ile Hitler arasındaki uyuşmazlıktı. Gerilim daha Naziler iktidara gelmeden önce vuku bulan SA’nın Berlin’deki NSDAP bürolarını yakıp yıkmasıyla sonuçlanan “Stennes Darbesi” ile hız kazandı, Hitler’in SA liderliğini ve pek çok muhalif milliyetçiyi tasfiye ettiği “Uzun Bıçaklar Gecesi” ile derinleşti ve 20 Temmuz 1944’deki Hitler’e suikast teşebbüsü ile doruğa ulaştı. Zaten muhafazakâr ordu çevreleri ile Muhafazakâr Devrim çevrelerinin dirsek temasında oldukları bilinmeyen bir şey de değildir. Bütün bu olaylar sonucunda Salomon’un çevresi Nazi rejiminin gözünde kuşkulu ve zararlı görünmeye başladı. Zaten kendileri de olacakları tahmin edebiliyorlardı:
Plaas; “Bugün Yahudilerin başına gelenler, bir zaman bizim başımıza da gelecek. Üstelik de aynı insanlar tarafından. Bu işler küçük küçük başlar ve büyük biter. (...) Bir zamanlar pencere camlan kırmış, kiliseleri ateşe vermiş ve bir sürü insana iftira etmiş biri bundan zevk almaya başlar ve yapmaya devam eder. (...) Ernst Jünger her zaman şöyle der: ‘Adalet içkindir!’ inandığım tek ilahi şey bu. Burada merhamete yer yok!” (...) “Üç tane üniformam var” dedi Plaas, “SS üniforması, havacı üniforması ve hükümet danışmanı üniforması. Eğer işler patlama noktasına gelirse, kendi kendimi üç kez öldürmek zorunda kalacağım. (s. 144)
Nitekim Plaas 1944’de Ravensbrück toplama kampında yargılanmadan öldürüldü. Onunla birlikte tutuklananlardan pek azı savaşın bitişini görebildi. “Ulusal Bolşevizm” taraftarı Niekisch önce tutuklandı sonra serbest bırakıldı ve sessizce fırtınanın dinmesini bekledi, savaş sonunda da ortodoks Marksist olarak Doğu Alman vatandaşı oldu. Salomon’un komutanı Hermann Ehrhardt diğer pek çok benzeri gibi yurt dışına kaçmak zorunda kaldı. Bazıları da cephede gözlerden ırak kalmaya çalıştı.. Salomon ise senaryo yazma işine girerek zamanın film endüstrisi devi UFA’nın Münih stüdyolarını aşındırır oldu. Gerçi Salomon Hitler’e suikast benzeri girişimlere de karşıdır:
Rathenau’ya karşı girişilen suikast bir cinayet idiyse, sersefil, bayağı, sinsi bir cinayet idiyse, biz, yani sen ve ben biliyoruz ki, Hitler’ e karşı girişilecek bir suikast da aynı olacaktır. Bu, yalandan da kötü, bu bir aldatmaca, yaşamı aldatmak, gelişmeyi aldatmak, her şeyi aldatmak. Bu adam, Rathenau’nun olduğundan çok daha fazla bizim kaderimizin ta kendisi; o zaman bu, kaderimizi aldatmak anlamına geliyor; kaderimiz ne olursa olsun, sonuçta bizim kaderimiz! (s. 184)
Hayatta kalmak
Ernst von Salomon ve Ille Gotthelft Haziran 1945’te, Salomon’un “Weimar Cumhuriyeti’ne karşı aktif düşmanlığı ve Nasyonal Sosyalist ideolojiye yakınlığı” nedeniyle Amerikalılar tarafından gözaltına alındılar. Salomon 5 Eylül 1946’ya kadar Amerikalılar tarafından hapiste tutuldu.
Elbette her şeyin ardından kişinin ne gibi sonuçlar çıkarttığı merak edilir. Salomon savaşın ve Nazi rejiminin sonunda dahi demokrasi ve seçimlere karşı mesafeli tutumunu koruyordu: “Bende oy vermek konusunda güçlü ahlaki ve entelektüel engeller söz konusu.” Onca yaşanan onu demokrasiye olumlu bakmaya götürmemiştir. Ona göre bütünlük hâlâ bir vebadır ve her defasında totaliter bir toplumdaki bildik seçenekle karşı karşıya kalınır: “Ya aptalca, ya da korkakça davranacaksın. Değişen hiçbir şey olmamıştı. ikisi de birbirine eşitti.”
Öbür yandan Salomon savaş sonrasında Almanya’da popüler olan “bilmiyorduk” gibi bir gerekçenin arkasına saklanmaz. Rejimin savaş ve soykırım suçları herkes tarafından biliniyordu.
Olup bitene tanık olmamış olsam bile onlara nelerin yapılması gerektiği yeterince sık söylendi; sinagoglar da bunların gerçekten yapıldığını gösteriyor. (...) Yahudilere, Polonyalı aydınlara, Rus komiserlerine, Çek öğrenciler ve Alman komünistlerine ve birdenbire ortadan yok olan bütün ötekilere ne yapıldığı da biliniyordu. Ama bunlar çok uzaklardaydı. (s. 791)
Salomon direnenleri hiç hesaba katmaz veya hepsini toptan aptallık kefesine koyar ve kendi tutumunun da ezici çoğunlukla birlikte korkaklık kefesinde olduğunu açıkça kabullenir. Bu anlamda tutumunun hayatta kalmaya çalışan çoğunluğun sesi olduğunu da teslim etmek zorundayız. Onun satırlarını okuyan Almanlar muhtemelen kendi tutumlarının bir aynasını hatta gerekçelendirilmesini bulmuşlardır. Onun itirazı bu kez de totaliter biçimde olanlardan tüm toplumun sorumlu tutulmasıdır. Kişinin yaptıklarından değil yapmadıklarından sorumlu tutulmasıdır ve zamanla her şey tamamen unutulmuş olacaktır:
Bugün öyle bir gün ki [Sinagogların yakıldığı Kristal Gece], asla geçip gitmeyecek, sürekli geri gelecek, tarihten hep birtakım talepleri olacak; bugün asla unutulmamak gibi bir laneti kendisiyle birlikte taşıyor. (...) Bugün burada oturuşumuzu, evimizin en arka odasında perdelerimizi sıkı sıkı kapatmış olarak oturuşumuzu beynimize kazıyacağız... Dikkat et, günün birinde otoyolda gideceğiz ve o otoyolu Adolf Hitler’in yaptığını tamamen unutmuş olacağız! (s. 470)
Totaliter bir rejimde her edim suç haline geldiği için ona göre geriye kalan tek şey hiçbir şey yapmamaktır: “Bir tür Gandisiz Gandizm.” Böylece totaliter rejim altındaki yaygın toplumsal ruh haline ulaşırız. Suskunluk, göze batmamak, sessizce fırtınanın geçmesini beklemek. Hatta giderek suskunluğu bir erdem, hiçbir şey yapmamayı olgunluk ve ağırbaşlı sahih bir yaşam formu gibi görmek.
NOTLAR:
[1] Ernst von Salomon’un Soruşturma’sı 2006 yılındaki YKY basımından 18 yıl sonra Eylül 2024’de bu kez Alfa yayınları tarafından yeniden basıldı. Alıntılar ve sayfa numaraları 2006 YKY baskısındandır.
[2] Armin Mohler, Die Konservative Revolution in Deutschland 1918–1932, Wissenschaftliche Buchgesellschafts, 1989, s. 444-445.
[3] Ernst von Salomon, Soruşturma, çev. Ayşe Selen, YKY, 2006, s. 357.
Önceki Yazı
“Her şeyi yerle bir edebilirler ama içinizdeki dansı sizden alamazlar!”
Sona Ertekin'le son romanı Her Şey Dans Ediyor'a dair sohbet ettik, ayrıca romanlarının kitap dedektifi, şarkı temizleyici gibi kimi karakterleri ve kafamızı kurcalayan bazı konular üzerine de...
Sonraki Yazı
Nazilere Direnen İyi Almanlar:
“Sizin ve benim gibi insanlara dair
kişisel hikâyeler…”
Nazilere Direnen İyi Almanlar kitabının yazarı belgeselci Catrine Clay’le küçük direniş hikâyelerinin nasıl ilham verici olabileceğini Nazi Almanyası’nda mücadele edenlerin hayatları üzerinden konuştuk...