• HAKKINDA
  • YAZARLAR
  • YAZILAR
  • İLETİŞİM
  • DENEME
  • DOSYALAR
  • EDİTÖRDEN
  • ELEŞTİRİ
  • ENGLISH
  • EVVEL ZAMAN
  • HABERLER
  • HER ŞEY
  • İNCELEME
  • KİTAPLAR
  • PORTRE
  • SANAT
  • SİNEMA-TİYATRO-TV
  • SÖYLEŞİ
  • SORUŞTURMA
  • SPOR
  • TADIMLIK
  • TARTIŞMA
  • VİDEOLAR
  • VİTRİNDEKİLER

The Kingdoms of Savannah:

Bir sosyal sınıf ve yolsuzluk anlatısı

“Geçen yıl Birleşik Krallık Polisiye Yazarları Derneği tarafından verilen Altın Hançer (Golden Dagger) ödülüne değer görülen The Kingdoms of Savannah hem bir sosyal sınıf hem de bir yolsuzluk anlatısı.” 

George Dawes Green

ANDREW FINKEL

@e-posta

ELEŞTİRİ

11 Ocak 2024

PAYLAŞ

Çocukken Arthur Conan Doyle’dan Benekli Kordon, G. K. Chesterton’dan bir Peder Brown hikâyesi, Görünmez Adam ve kusursuz “kapalı oda” cinayetlerinden 13. Hücre Problemi gibi öykülerin toplandığı bir polisiye antolojisi okumuştum. Beni bayağı sarmıştı. Hatta en sonda değindiğim öykünün yazarı, asıl mesleği gazetecilik olan Jacques Futrell’in tuhaf sayılabilecek bir akıbeti vardı. Titanik gemisi battığında beraberindeki yayımlanmamış metinlerle birlikte kayıplara karışmıştı. “Kimin yaptığını” bilme arzusu bende böylece çok erken yaşlarda filizlendi. Fakat her ne kadar cinayet çözmek kurmacanın itici kuvvetlerinden biri olsa da, bunlardan en çok itibar gören olmadığını çok sonra öğrenecektim. Okumaktan en çok keyif aldığım Orhan Pamuk romanı, Benim Adım Kırmızı da bir polisiye ancak, geriye dönüp baktığımda, cinayetin nasıl olduğu şöyle dursun, cinayeti kimin işlediğini bile anımsamıyorum.

Daha sonra Raymond Chandler’ın bütün kitaplarını iştahla okumuş ve Sherlock Holmes edasında (saf mantığın vücuda bürünmüş hali) bir hafiye ile mantığı masanın alt çekmecesinde çavdar viskisi şişesinin yanında bırakan bir özel dedektif arasındaki farkı sevinçle idrak etmiştim. Zamanla daha seyrek dedektiflik hikâyesi okur oldum, çünkü kendi polisiye romanımı yazmaya koyulmuştum. İkinci Eş Serüveni adlı kitabımın İngilizce olarak yayımlanmasıyla birlikte polisiye yazarları kulübüne Şubat ayında ben de katılıyorum, fakat buna hazır olduğumu söylersem yalan olur.

Bu yüzden kolları sıvayıp son zamanlarda çıkan polisiye kurmacalara dair bilgi eksikliğimi gidermeye niyetlendim. Ne var ki eski dostum Philip Marlowe ve seçtikleri meslek yüzünden gerçek bir hayat süremeyen yalnız kurt dedektiflerin bende yarattığı imaj, Michael Connelly’nin Harry Bosch karakterine ısınmamı engelledi, ama dizilerdeki senaryoları hayli heyecan verici bulduğumu itiraf etmeliyim. En nihayetinde George Green’in The Kingdom of Savannah adlı romanında karar kıldım. Zira romandan isteyebileceğim ne varsa –mesela ilk sayfasından son sayfasına kadar elinizden bırakmak istemeyeceğiniz bir dünya yaratması– onu bu kitapta bulduğumu düşünüyorum.

Romandaki dünya Amerika’nın güneyi. Dawes tasvirlere gelene kadar evvela kullandığı dil ile açıyor bu evrenin kapılarını. Bu söylediğimi açıklamak için konudan biraz saparak Güneyli eski bir New York Timesmuhabiri Rigg Bragg ile karşılaşmamı anlatmama izin verin. Yıllar önce, Michigan Üniversitesi’nden gazetecilik bursu aldığım dönemlerde, benimle aynı burstan yararlanan diğer gazeteciler kendisini bir konuşma için davet etmişti. Fakat konuşması bizi ikiye böldü: İzleyenlerin yarısı Bragg’in gündelik haberleri alışılmışın dışında bir dille aktarmasını alkışlamış, diğer yarısı ise –belki de Güneyli kimliğinden faydalanma çabasını bir nebze kıskandıkları için– tasvirleri ve bölgesel şivesinin sesi ile gündelik haberleri yöresel, hatta sanatsal bir forma dönüştürmesine kuşkuyla bakmıştı. Kaldı ki metinlerinde herhangi bir şive yoktu yahut “muntazam” bir İngilizce ile yazmadığı söylenemezdi. Sadece bölgesel kimliği diline belli bir acarlık katıyordu.

George Dawes Green

İngiliz (yani Britanyalı) yazarların İrlandalı ve İskoçyalı yazarlar ya da farklı bir geleneğin tedrisatından geçenler karşısında benzer duygular taşıdıklarını düşünüyorum. Benim gibi, Hochdeutsch’ün İngilizcedeki eşdeğeri okullarda okuyan biri için bu yaklaşım Londra merkezli Times gazetesine yazarken tasavvur edemeyeceğim bir hassasiyet barındırıyor. Öte yandan, bu tarz anlatıların daha cesurca yazmak konusunda bana ilham verdiğini belirtmem gerek. Tek bir ân ile bütün hikâyeyi anlatan o görsel metaforu bulmayı bütün yazarlar ister, ama aynı zamanda anlatıyı daha dinamik kılacak o kelimeyi yahut deyimi de arar dururuz.

The Kingdoms of Savannah ile ilgili, geçtiğimiz yıl Birleşik Krallık Polisiye Yazarları Derneği tarafından verilen Altın Hançer (Golden Dagger) ödülüne değer görülecek derecede iyi bir konusu olduğu bilgisi dışında fazla ayrıntıya girmeyeceğim. Özetle, talihsiz bir arkeolog rehin alınır, arkadaşı öldürülür. Peki, onu böylesine korkunç bir akıbete maruz bırakan nedir? The Kingdoms of Savannah hem bir sosyal sınıf hem de bir yolsuzluk anlatısı. Bunun yanı sıra geçmiş günahların nasıl bugün işlenen suçları doğurduğunun da bir hikâyesi. Aynı zamanda, ana kahramanının a’dan z’ye bir hanedan olduğu bir topluluk oyunu. Kimi üyeleri sokaklarda yaşayan kimi üyelerinin ise kentin en seçkin salonlarını yönettiği, kimilerinin köle, kimilerinin ise efendilerinin soyundan geldiği bir aile bu. Cinayeti karakterlerden hangisinin çözeceğini bile ancak kitabın ileri sayfalarına gelince sezmeye başlıyoruz. Roman, Savannah şehrinde ve şehrin sokaklarının altında nelerin döndüğünü anlatıyor ki bu duruma yaraşır şekilde son sahneleri lağım çamurunda geçiyor. Daha da iyisi, gerçekten korkutucu bir kötü adam var karşımızda.

Fakat yazarın kullandığı dil, seçtiği kelimeler ve cümlelerinin sesiydi beni asıl etkileyen.

çeviren: ÖZGÜN ÖZÇER

 
Yazarın Tüm Yazıları
  • George Dawes Green
  • The Kingdoms of Savannah

Önceki Yazı

ELEŞTİRİ

Bir yayıncılık otobiyografisi

“Azınlık, çeviri editörü Edi’nin otobiyografisi olarak kurgulanmış olmakla birlikte, aynı zamanda Türkiye’deki yayıncılığın 1980’lerden 2015’e kadar yaklaşık 35 yıllık tarihini de sunuyor. Bu yüzden yalnızca Edi’nin değil, Türkiye yayıncılığının da otobiyografisi.”

YALÇIN ARMAĞAN

Sonraki Yazı

SÖYLEŞİ

Tore Renberg:

“Edebiyat özgürlüktür, sınır tanımamalıdır.”

“Bazı romanlarım yavaş doğar ve kendilerini oldukça yavaş geliştirirler. Ancak birçoğu bir gün kafamda bir ya da iki cümleyle patlar, bir fikir olarak birdenbire doğar. Ses aniden duyulur, ağzını açar ve ben de tetikte olup söylediği şeyleri dinlerim.”

AYNUR KULAK
  • P24 Logo
  • Hakkında
  • İletişim
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram

© Tüm hakları saklıdır.
Designed by Katalist