Tekel'di Özel Oldu kitabının yazarı Kerim Yanık:
“Özelleştirme değil, Cumhuriyet döneminin en önemli kuruluşunun imhası...”
Tekel’in Nesi Kaldı, Damaklarda Tadı Kaldı, Rakıların Başı Dönüyor gibi içki kültürü serisini yeni kitabı Tekel’di Özel Oldu kitabıyla sürdüren, Tekel’de çeşitli kademelerde yıllarca emek vermiş olan Kerim Yanık’la Tekel’in özelleştirme sürecini, bu süreç sonunda oluşan ekonomik ve toplumsal olarak kayıplarımızı konuştuk.
Tekel işçilerinin yürüyüşü, 2009. Sağda Kerim Yanık (kolaj)
Tekel’di Özel Oldu sizin içki kültürü üzerine yazdığınız üçüncü kitabınız. Bu kitapta adından da anlaşılacağı gibi, ağırlıklı olarak Tekel’in özelleştirmesi sürecine odaklanıyorsunuz. Tekel özelleştirilirken o dönem başka kamu kuruluşlarının da bu furyadan payını aldığından bahsediyorsunuz; liman işletmeleri, Telekom şirketi gibi… Belki güvenlik gibi sebeplerle saydığımız özelleştirmelere karşı çıkmak daha kolay olabilir. Ancak Tekel gibi içki-tütün mamulü üreten bir kuruluşun özelleştirilmesi sizce niçin doğru değildi?
Konu Tekel’in özelleştirilmesi olduğuna göre, doğal olarak kitabımı bu kuruma odaklanarak yazmaya çalıştım. Bırakın Tekel’in özelleştirilmesini, neredeyse aynı zaman dilimi içinde gerçekleştirilen Telekom, Tüpraş, Petkim, limanlar gibi birçok stratejik öneme sahip kuruluşların özelleştirmelerinde bile beklenen karşı duruşların yaşanmadığını söylemek isterim.
Düşünebiliyor musunuz, ülkenin en önemli kuruluşlarından biri sayılan Türk Telekom yabancı bir şirkete satılıyor, karşılığında ödenmesi gereken paralar da Türk bankalarından sağlanan kredilerle karşılanıyor. Süreci hep birlikte izleme şansına sahip oluyorduk. Telekom’u 6,5 milyar dolar gibi komik bir bedelle devralanlar ceplerinden para çıkarmadan Türk bankalarından aldıkları kredileri karşılık gösteriyorlardı. Tepe tepe kullanarak Telekom’un gelirlerinden yararlanan bu yabancı kurum Türk bankalarından almış olduğu kredileri de ödemeye yanaşmıyordu.
Benzer özelleştirme uygulamaları diğer kamu kuruluşlarının da başına geliyor ve ne yazık ki gereken toplumsal direnç gösterilemiyordu.
Gelelim Tekel’in tütün, sigara, tuz, kibrit ve alkollü içkiler bölümlerinin özelleştirilme hikâyesine.
Konumuz her ne kadar Tekel’in alkollü içkiler bölümünün blok halinde özelleştirilmesi ise de, Tekel’in diğer bölümlerinin özelleştirilmesinde de aynı “ver kurtul” anlayışı egemen oluyordu.
Tekel’in alkollü içkiler bölümünün özelleştirilmesiyle ilgili çok şeyler yazılıp söylenebilir. Hiç sağa sola bükmeden, şurası muhakkak ki, bu özelleştirmeyle Cumhuriyet döneminin en önemli kuruluşunun yok edilmesi amaçlanmıştır. Özelleştirmenin yapıldığı 2003’ten bu yana geçen 21 yılda hem çeşitli alkollü içkilerde bağımsızlığımız büyük ölçüde ortadan kalkmış hem de içki üretiminin önemli bir parçası olan üzüm, anason, arpa, çeşitli meyve tarımında büyük kayıplar olmuştu. Özellikle bağcılıktaki yüz yıla yakın Tekel desteğini dikkate aldığımızda, bugün üzüm üretiminde nasıl bir çaresizlik içinde olduğumuz daha da anlaşılmaktadır.
Rakı üretiminin gittikçe azalması, yerine kaçak ve evlerde rakı yapım çılgınlıkları yüzünden anason tarımı da neredeyse yoklara karışmaktadır.
Türk likörcülüğü doğal yollarla ve tamamen meyve kullanılarak yapılan bir alkollü içki yöntemidir. Özelleştirme tarihine kadar doğrudan meyve kullanılarak yapılan likörlerden bugün itibariyle tamamen vazgeçilmiştir.
Tekel Birası, Ihlara Brendi, Truva Kanyak, Tabii Kanyak, Ankara Viskisi gibi bu ülke halkının kadehlerinde yıllar boyu yer edinmiş markalar bile bile tedavülden kaldırılmış içkilerimizdir.
Küçük bir demet halinde sıraladığım bu yürek sızlatan hususlar dahi Tekel’in özelleştirilmesine karşı olmamıza yeter sanırım.
Tekel’in alkollü içkiler bölümünün, yani 17 dev içki işletmesinin stokları ve bütün gayri menkulleriyle birlikte sembolik bir parayla satılması elbette kabul edilemez. Aynı yöntem tütün ve sigara işletmelerinde de kendini göstermiştir. 24 Ocak kararlarıyla başlatılan operasyonlarla önce tütün ekim alanları her geçen yıl azaltılıyor ve kota uygulanıyor, arkasından da dışa bağımlı tütün alımları başlıyor ve sigara fabrikaları yabancı tekellere armağan ediliyor.
Kitapta özelleştirmeler karşısında toplumsal muhalefetin gittikçe düştüğünden bahsediyorsunuz. Aslında Tekel’le aynı dönemde özelleştirilen diğer kurumların Tekel’deki gibi görkemli bir direnişle buna karşı çıktığı da görülmüyor. Bu açıdan Tekel’in özgün tavrını neyle ilişkilendiriyorsunuz? Acaba bir kurum kültüründen olabilir mi?
Çok doğru bir saptama. Tekel’in özelleştirilmesiyle birlikte, daha önce veya daha sonra yapılan yüzün üzerinde irili ufaklı özelleştirmelere ne yazık ki toplumda itiraz edilmemiştir. Bu eksikliğin en önemli nedeni bence sivil-toplumsal örgütlenmenin yok denecek halidir. Aslında Tekel’in özelleştirilmesi karşısında da olması gereken bir direnci görmek pek mümkün olamamıştır. Bunun en önemli nedeni, mavi yakalıların bağlı bulundukları işçi konfederasyonu olan Türk-İş’in bir şekilde özelleştirmelerin yanında yer almasıdır. Nitekim 4-C kapsamında kapı dışarı atılan binlerce Tekel işçisine arkasını dönen Türk-İş bu görüşümü teyit etmiştir.
Bütün olumsuzluklara karşın, sahipsiz bırakılan özellikle mavi yakalı çalışanların vermiş oldukları mücadele azmi, her şeye karşın onların Tekel’i nasıl sahiplendiklerinin de bir işaretiydi.
Okurken çok şaşırdığım bir şey öğrendim kitaptan. Tekel’in satışında ihale günü aslında işletmeyi alma potansiyeli olan yerli ve yabancı sermayenin ihaleye gelmediğinden ve satışın Limak ve Nurol’un dahil olduğu bir konsorsiyuma yapıldığından bahsediyorsunuz. Sizce bunun nedeni nedir? Ayrıca o dönemdeki benzer ihalelerde de böyle bir durum oldu mu, bilginiz var mı?
İhale öncesi gerek Tekel Genel Müdürlüğü’ndeki bilgi odasında ve gerekse özelleştirilecek işletmelerde yaptıkları incelemelerde ihaleye gireceklerini ve teklif vereceklerini ifade eden birçok firma, ihale gün ve saatinde “teşekkür mektubu” vermek suretiyle ihaleden çekiliyorlardı ve ihale 292 milyon dolar gibi sembolik bir parayla Limak, Nurol, Özaltın ve Tutsab Grubu’na kalıyordu. Böyle bir ihalenin ne anlama geldiğinin yorumunu okuyuculara bırakmak istiyorum. Ne yazık ki bu tür anlaşmalı ihalelerin yıllar boyu ülkemizde devam ettiğini de söylemeden geçemeyeceğim.
Tekel’in özelleştirilmesi öncesinde ve sonrasında çeşitli nedenlerle kapatılan fabrikaları, şarap evleri, işletmeleri var. Ama öte yandan Tekel kapatılmış olsa bile ekonomiye, dünya bağcılık literatürüne katkısının izlerini görebildiğimiz yerler var. Örneğin Kalecik… Tekel’in başka nasıl katkıları oldu Türkiye’ye?
Tekel Genel Müdürlüğü, özelleştirmenin yapıldığı yıllardan önce hem Türk bağcılığını ve hem de şarap kültürünü geliştirmeye yönelik çok önemli bir atılımda bulunur.
Yıl 1943. Daha önce Gümrük ve Tekel Bakanlığı da yapan Başbakan Suat Hayri Ürgüplü’nün başlattığı “Deneme Şarap Evleri Projesi”nin başlatıldığı tarihtir. Yurdun bağcılığa uygun hemen her bölgesinde şarap evleri açılır ve sayıları da 30’a yaklaşır.
Şarap evlerinin devreye alınmasıyla beklenen sonuçlar da kendini gösterir. Bu tesislerin başta yöre bağcılığına yapmış olduğu katkıların önemi bugün dahi kendini göstermektedir. Örneğin Tokat, Bilecik, Gaziantep, Kalecik, Kırıkkale, Şanlıurfa, Kilis, Elazığ ve Karaman şarap evleri bunlardan bazılarıdır. Zaman içerisinde istenen görevleri yerine getiren veya fonksiyonlarını yitiren bazı şarap evleri Tekel Genel Müdürlüğü tarafından kapatılıyor, bazılarının ise kapasiteleri artırılıyordu. (Ürgüp, Elazığ, Şanlıurfa, Kilis gibi…)
Bugün sadece ülkemizde değil, dünya şarapçılığında Kalecik Karası üzümünden hâlâ söz ediliyorsa, o dönemde kurulan Kalecik Şarap Evi’nin varlığı inkâr edilemez.
Narince üzümü denince hiç kuşkusuz önce Tokat Şarap Evi, Emir üzümü denince Ürgüp Şarap Evi, Öküzgözü ve Boğazkere üzümlerinden söz edilince de Elazığ Şarap Evi akla gelir. Eğer bu tesislerin kurulduğu bölgelerde tüm zorluklara karşın bağcılıktan ve şarap üretiminden söz edebiliyorsak, en önemli faktör buralarda faaliyet göstermiş olan şarap evleridir.
Son soru Tekel’de çalışan onlarca işçi üzerine… Tekel işçileriyle nasıl bir bağ kurmuştu, nasıl haklar tanımıştı, özelleştirme sonrasında işçiler neler yaşadılar? Tekel emeklisi olarak sizin bu konuda söyleyecekleriniz vardır diye düşünüyorum.
Tekel işçileri uzun yıllardan beri toplu iş sözleşmeleriyle birlikte kazanmış oldukları yasal hakları kullanıyorlardı. Bu haklar son yıllarda elde edilmiş kazanımlar değildi. 1960’lı yıllardan bu yana gelen haklarıydı. Elbette bu kazanımları yok etmek veya azaltmak için son yıllarda yapılanların en önemlisi idarenin yani hükümetin özelleştirme sonucu uyguladığı 4-C hamlesidir. Bu hamleye karşı işçilerin başlattığı ve kısa zaman sonra Ankara halkının da destek verdiği eylemler Türk işçi hareketinin unutulmazları arasına girmiştir.
Önceki Yazı
Batuhan Saç’la Ödünç Deri üstüne
“Neden Ödünç Deri? Üstü kapalı bir şekilde söyleyebilirim: Şiiri emanet aldığımı düşündüğüm biri dolayısıyla bu ismi uygun gördüm. Ödünç aldım, geri teslim edecek miyim, geri istiyor mu, bilmiyorum ama şiiri ödünç aldım.”
Sonraki Yazı
Baby Reindeer. Sahicilik. Özgürlük.
“Bende uyandırdığı sahicilik duygusu üzerine düşünürken, dizinin beni en çok etkileyen yanının kendine karşı sahici kalmak için ısrarla bu kadar zorlu bir yolu seçebilen genç bir adamın hikâyesi olduğunu fark ettim. İzleyiciye anlattığı, yaşadıklarının sahiciliğini yitirmeden yeniden yaratılması bilhassa zor bir hikâye.”