• HAKKINDA
  • YAZARLAR
  • YAZILAR
  • İLETİŞİM
  • DENEME
  • DOSYALAR
  • EDİTÖRDEN
  • ELEŞTİRİ
  • ENGLISH
  • EVVEL ZAMAN
  • HABERLER
  • HER ŞEY
  • İNCELEME
  • KİTAPLAR
  • PORTRE
  • SANAT
  • SİNEMA-TİYATRO-TV
  • SÖYLEŞİ
  • SORUŞTURMA
  • SPOR
  • TADIMLIK
  • TARTIŞMA
  • VİDEOLAR
  • VİTRİNDEKİLER

“Tarih 7 Ekim’de başlamadı”

“Rashid Khalidi’nin üzerinde özellikle durduğu konu ‘Siyonizmin modern ve kolonyalist doğasına karşı’ bütün dünyada nasıl bir körleşme yaşandığı.”

Rashid Khalidi. İllüstrasyon: Mother Jones

BEHÇET ÇELİK

@e-posta

ELEŞTİRİ

30 Ekim 2025

PAYLAŞ

Rashid Khalidi’nin Filistin: Yüz Yıllık Savaş / Yerleşimci Kolonyalizmin ve Direnişin Tarihi 1917-2017 adlı kitabını[1] okumayı tamamladığım gün İrlanda’da cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanan Catherine Conolly’nin bir videosuna denk geldim. Conolly, bir gazetecinin sorusunu, “Tarih 7 Ekim’de başlamadı,” diye yanıtlıyordu. Bu cümlenin Khalidi’nin kitabının özeti olduğunu düşünüyorum.

Rashid Khalidi
Filistin:Yüz Yıllık Savaş / Yerleşimci Kolonyalizmin ve Direnişin Tarihi 1917-2017
çev: Utku Özmakas
Editör: Osman Kavala
İletişim Yayınları
2025
422 s.

Rashid Khalidi’nin kitabı 2020’de yayımlanmış, Türkçe çevirisiyse, yazarın 7 Ekim 2023 sonrasında Filistin’de yaşananları değerlendirdiği bir sonsözle birlikte geçtiğimiz ay basıldı. Filistin Yüz Yıllık Savaş’ı okurken son iki yılda yaşananları, bunlara ilişkin görüntüleri, haber ve tartışmaları sıklıkla hatırlamamak, düşünmemek mümkün değil. İki yönlü bir etkileşimden söz etmek daha doğru olur. Yüz yılı aşkın bir süredir Filistin’de yaşananları belirli bir bütünlük içerisinde öğrenmek, bugün olup bitenleri anlamak için çok yararlı; ama bugün yaşananları hatırda tutmak da geçmişi daha açık seçik kavramaya çok yardımcı oluyor. Bu yüzden 7 Ekim’in bir öncesi de var. Tarih o gün başlamadığı gibi, o günün ertesinde yaşananlar yüz yıl boyunca süren kıyımların üzerini örten sözlerin, aldatmacaların, göz boyamaların beyhudeliğini de açığa çıkardı. Bir anlamda tarihin devam ettiğinin göstergesi bu kitap.

Hiç kuşkusuz bir asır boyunca yaşananlardaki benzerlikler çok fazla, Filistin’e ve Filistinlilere dönük temel bir bakış mesela hemen hiç değişmemiş – gerek Batılı ülkelerin gerek İsrail’in, gerekse Arap devletlerinin bakışı, kimi nüanslar içerse de yüz yıl boyunca sabit bir ana eksende devam etmiş. Bununla beraber değişen bir şeyler de yok değil. 7 Ekim sonrası İsrail’in başlattığı soykırıma karşı dünya kamuoyundan, özellikle Batılı ülkelerdeki sivil halklardan gelen tepkinin geçmiştekilerden çok ileri noktalarda olduğu çok bariz. Khalidi’nin sonsözde altını çizdiği üzere dünyanın farklı bölgelerindeki “genç kitleler haberleri artık ana akıma dahil televizyon, radyo ya da yazılı basın organlarından” izlemiyorlar. Ana akım medya yerine, “İsrail’in Gazzeli sivillere yaşattığı ölüm, yıkım ve sefaletin gerçek zamanlı, birbiri arkasına gelen görüntülerini sunan alternatif medyadan ve sosyal medyadan izliyorlar.” Bunun önemli bir fark yarattığı inkâr edilemez, ancak gerek alternatif medyanın gerekse sosyal medyanın doğaları gereği “gerçek zamanlılığa” önem vermesi, sorunun nerede, nasıl başladığının, zamanında neler yaşandığının gözlerden kaçmasına, bir tür yüzeyselliğe, kopukluğa, süreklilik kaybına neden oluyor. Rashid Khalidi’nin kitabı, adeta canlı yayında izlediğimiz soykırımın nasıl olup da hayata bu kadar rahatlıkla geçirilebildiğini, buna dünya devletlerinin neden ve nasıl engel olmadıklarını, ölümleri, katliamları seyretmekle yetindiklerini yahut cılız tepkiler verdiklerini görmemize imkân tanıyor. Benzer biçimde basmakalıp, günübirlik (hatta sosyal medyadaki “anlık”), slogandan öteye gitmeyen tepkilerin, bildirilerin ve bildirimlerin –anlamsızlığını değilse de– yetersizliğini görebiliyoruz.

1948 Arap-İsrail Savaşı sırasında Filistinliler Kudüs’ten ayrılırken.

Rashid Khalidi, sorunun kökeninde Siyonizmin Filistin’i sömürgeleştirme planının yattığını,  kimi nüanslar olsa da, esasında yaşananların önceki yüzyıllarda Batılı devletlerin dünyanın farklı bölgelerindeki kolonizasyonlarıyla büyük koşutluklar gösterdiğini açık seçik aktarıyor. Üzerinde özellikle durduğu bir bahis de zaten “Siyonizmin modern ve kolonyalist doğasına karşı” bütün dünyada nasıl bir körleşme yaşandığı. Siyonizmin ve sonrasında İsrail devletinin yüz yıldan uzun süredir devam eden çatışmaları “en iyi ihtimalle aynı topraklar üzerinde hak iddia eden iki halk arasındaki trajik ama vasat bir ulusal çatışma olarak tasvir” ettiğini, “en kötü ihtimalle [de] Araplar ile Müslümanların, onlara Tanrı tarafından bahşedilmiş ebedi anavatanları üzerindeki devredilmez haklarını savunan Yahudi halkına karşı duydukları fanatik ve müzmin nefret” olarak sunduğunu belirten Khalidi, Siyonizmin kolonyalist doğası gözden kaçırıldığı takdirde sorunun nedenine ilişkin bu yanlış ihtimallerin kolayca kabul gördüğünü söyleyerek şu ayrıma dikkat çekiyor:

Aslına bakılırsa Filistin’de bir asırdan uzun süredir yaşananların hem kolonyal hem de ulusal bir çatışma olarak kavranmaması için ortada hiçbir neden yok. Ancak bizim burada sorun olarak gördüğümüz, diğer kolonyalist girişimlerin tipik özellikleri modern Filistin tarihinin her merhalesinde görülmesine rağmen, merkezî önemdeki kolonyal niteliğinin etkisine ters orantılı biçimde önemsizleştirilmesidir. (s. 27)

Khalidi’nin dikkat çektiği bir önemli nokta da Siyonizmin başlarda açıkça kolonyalist emellerini adlı adınca dile getirirken 2. Dünya Savaşı sonrasındaki sömürgecilik karşıtı hareketlerin yükseldiği dönemde kolonyal kökenleriyle ilgili uygulamalarının üstünü boyamış olması. Hatta Filistin’i işgal eden kolonyalist Siyonizm tam tersi bir görünüm bile kazanabilmiş. 1939’da Filistin’e gerçekleştirilen Yahudi göçüne İngiltere’nin sınırlama getirmesi üzerine başlatılan sabotaj ve terör kampanyası bu yönde bir “eşkal değişikliğinin” oluşmasına yol açmış ve Siyonist hareketin sömürgecilik karşıtı olduğu gibi çok tuhaf bir fikir ortaya atılarak kabul görmüş.

Rashid Khalidi

Siyonizmin sömürgeci yanını, kolonyal bir yerleşimcilik projesi olduğunu görünmez kılan başlıca etmense kolonyal çatışmanın zamanla “iki yeni ulusal entite, iki halk arasındaki çatışmaya dönüşmesi”. Çatışmanın dinî boyutu da suyu bulandıran, kolonyalist planları görünmez kılan bir başka etmen elbette.

Rashid Khalidi, önemli bir tarih profesörü, çok yakınlarda Columbia Üniversitesindeki emeritus profesörlük görevinden üniversite yönetiminin İsrail’in Filistin politikasının eleştirilmesini engelleme konusunda Trump yönetimiyle anlaşmasını protesto ederek ayrıldı. Fakat tarih profesörü olmanın, bu konuda birçok kitap ve makale yazmış olmanın ötesinde de Filistin tarihine dair bilgi ve görgüsü var. Çatışmaların sürdüğü dönemler de dahil, farklı zamanlarda Filistin’de ya da Lübnan’da yaşamış, birinci elden ya da yakınlarının, arkadaşlarının anlatımlarından yaşananlara tanıklık etmiş, daha önemlisi Filistin Yönetimine kimi müzakerelerde danışmanlık yapmış. Bir yerde FKÖ’nün arşivine bir tarihçi olarak girme imkânı bulduğunu ve araştırmaları için bundan yararlandığını da belirtiyor. Bir önemli husus daha var, aile kökeni de onun farklı bilgi kaynaklarına erişmesini mümkün kılmış. Filistin’in önde gelen ailelerinden birinden geliyor. Büyük büyük büyük amcası Yusuf Ziyaeddin Paşa Halidi, Kudüs Belediye Başkanlığı, 1876’dan sonra Meclisi Mebusan’da Kudüs milletvekilliği gibi görevlerde bulunmuş, Viyana Kraliyet İmparatorluk Üniversitesinde dersler vermiş biri. Babası, ABD’de yüksek öğrenim görmüş, 2. Dünya Savaşı yıllarında Ortadoğu’ya yayın yapan bir radyo kanalında çalışmış, amcası Dr. Hüseyin Fahri Halidi ise Kudüs Belediye Başkanlığı ve 1936’da kurulan Arap Yüksek Komitesi üyeliği yapmış. Uzun yıllar boyunca Filistin’in uluslararası alanda temsilinde elitlerin bir araya gelerek oluşturdukları birimlerin öne çıktığı da bir gerçek.

1967 Altı Gün Savaşları’nda Filistinliler.

1917-2017 arasındaki asırlık kolonyal savaşı Rashid Khalidi savaşı bizzat yaşamış Filistinlilerin deneyimleri üstünden anlatırken kendisinin ve aile bireylerinin anlatımlarına da yer veriyor.

Elinizdeki kitap (…) genellikle akademik tarihçilikte dışlanan birinci şahıs boyutunu da bünyesinde barındırıyor. Tıpkı benim gibi, ailemin üyeleri de yıllardır Filistin’de yaşananlara tanık oldular, katıldılar. Sınıfımız ve statümüzden ötürü sahip olduğumuz avantajlara rağmen bu deneyimlerimiz benzersiz değil. (…) Aşağıdan ve Filistin toplumunun başka kesimlerinden gelen pek çok tarih, anlatılmayı bekliyor. Seçtiğim bu yaklaşımın –barındırdığı gerilimlere rağmen– Filistin’in hikâyesini anlatma iddiasındaki literatürün çok büyük bir kısmında eksik olan perspektifi gün ışığına çıkarmaya yardımcı olacağı kanaatindeyim. (s. 35-36)

Yusuf Ziya Halidi 

Yüz yıllık savaşı, her biri ayrı birer savaş ilanı olarak adlandırdığı altı durak üzerinden anlatıyor Rashid Khalidi. Bunların öncesinde de Siyonizmin kolonyalist doğasının açık seçik anlaşılabileceği bir örneğe genişçe yer veriyor. Bu kısımda, Yusuf Ziya Halidi ile 19. yüzyılın sonlarında Yahudi Devleti adlı kitabıyla Yahudilerin Filistin’e göçünü denetlemek üzere egemenlik hakkı olan bir Yahudi Devleti için açık çağrı yapan Viyanalı gazeteci Theodor Herzl’in mektuplaşmalarını analiz ediyor. (Bu iki mektubun metinlerini kitabın “Ekler” bölümünde okumak mümkün.)

Yusuf
Ziya'dan
Theodor
Herzl'e mektup.

Khalidi’nin özellikle Herzl’in mektubuna uyguladığı söylem analizi, Filistin’de yüz yıldan uzun süredir devam eden çatışmanın kolonyal doğasını gözler önüne seriyor. Çok kısaca özetlemek gerekirse, Herzl, Filistin topraklarının “kolonizasyonunun ve nihayetinde gasp edilmesinin o ülkenin insanlarına fayda sağlayacağı” ve planın hayata geçirilebilmesi için Araplara rüşvet verilebileceği gibi konuları mektubunda açıktan ifade ediyor, ama daha önemlisi, “ülkenin yoksul ahalisinin ‘ihtiyatlı’ şekilde sınırların ötesine geçmeleri için ‘hareketlendirilmeleri’ arzusunu” da dile getiriyor. Bir önemli nokta da Filistin’de o yıllarda yaşayan ve nüfusun % 95’ini oluşturan Filistinli Araplardan “Yahudi olmayanlar” diye söz etmesi. Yani, orada yaşayanların belirgin, ortak bir kimliği bulunmamaktadır, bu insanlar üzerinde yaşadıkları, işledikleri topraklarla bağları olmayan göçebe Bedevilerdir. Dolayısıyla onların tehcir edilmelerinde de hiçbir sakınca yoktur. Ortada Filistin halkı diye bir halk bulunmuyorsa, haliyle orada yaşayanların Siyonist hareketin planlarına yönelik itirazlarının da bir anlamından söz edilmesi mümkün değildir.

Arthur Balfour

Bu yaklaşımı Filistin Yüz Yıllık Savaş’ın tamamında, Khalidi’nin tasnif ve adlandırmasıyla altı savaş ilanı boyunca açıktan ya da gizli ifade edilmiş olarak görmekteyiz. Sadece Siyonistlerin değil, İsrail Devletinin ya da onların planlarının hayata geçirilmesine yardım eden emperyalist ülkelerin temel yaklaşımı da bu minvaldedir. Örneğin 2 Kasım 1917’de İngiltere kabinesi adına Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour tarafından hazırlanan ve “Balfour Deklarasyonu” olarak bilinen bildirgede de o tarihlerde ülkenin % 95’ini oluşturan halk “Yahudi olmayan mevcut topluluklar” olarak adlandırılmıştır. Ne olmadıkları üzerinden tanımlanan bu insanlara Bildirge’de “sivil ve dinî haklar” vaat edilmişse de “siyasî ve ulusal” haklardan söz edilmemiştir. Oysa bu tek cümlelik deklarasyon en başta Yahudilerin “Filistin’de millî bir yurt tesisini” olumlu gördüğünün ifadesiyle başlıyordur. Bundan beş yıl sonra Milletler Cemiyeti’nin Filistin için aldığı manda kararında da Balfour Deklarasyonunun içeriği tekrar edilmiştir. Manda metninin girişinde de Yahudi halkının Filistin’le tarihî bir bağı olduğu vurgulanmıştır.

Taslağı hazırlayanların gözünde Osmanlı, Memlûk, Eyyûbî, Haçlı, Abbâsi, Emevi, Bizans dönemlerinde ve daha öncesinde iki bin yıl boyunca inşa edilmiş çevre, köyler, türbeler, kaleler, camiler, kiliseler ve anıtlar hiçbir halka ait değildi ya da halk olma niteliği taşımayan amorf dinî topluluklarca yapılmıştı. Elbette birileri burada yaşıyordu ama bu insanların ne tarihleri ne de kolektif varlıkları vardı; dolayısıyla onları görmezden gelmekte de bir beis yoktu. (s. 64)

Khalidi, İsrailli sosyolog Baruch Kimmerling’in Filistinlilere bu yapılanı “polisid” [siyaseten katletme] olarak tarif ettiğini vurguladıktan sonra, “bir halkın kendi toprağı üzerindeki haklarının kökünü kazımanın en emin yolu[nun], bu halkın toprakla kurduğu tarihsel bağı yadsımak” olduğunu belirtiyor. Filistin Yüz Yıllık Savaş’ta şu hususu da gözler önüne seriyor Khalidi: Batılı ülkeler, kimi zaman bazı belgelerde Siyonistlerin planlarını sınırlayan kararlar almamış değillerse bile, bir sonraki aşamada kendi belgelerini, kendi taahhütlerini kolayca hiçe sayarak Filistinli Araplara yönelik etnik temizliğe ve tehcire, hemen her dönemde cevaz vermişlerdir. 

“Gazze Ulusal Yürüyüşü”, Londra, 3 Ağustos 2024. Fotoğraf: Carlos Jasso

Khalidi’nin “Birinci Savaş İlanı” olarak adlandırdığı, yukarıda kısacık değindiğim 1917’deki “Balfour Deklarasyonu”yla başlayan ve 1922’deki manda kararıyla devam eden süreç. İkinci savaş ise 1947’de BM’nin Filistin’in bölünmesi kararı ve İngilizlerin Filistin’den çekilmesiyle başlayan ve 1948’deki Nakba ile devam eden dönem. Bu aşamanın başlangıcı Khalidi’ye göre, 1946’da İngiliz ve ABD hükümetleri tarafından kurulan Anglo-Amerikan Soruşturma Komitesinin, 2. Dünya Savaşında Holokost’tan kurtulan Avrupalı Yahudilerin Filistin’e gönderilmesine dönük kararı. Her iki devletin yöneticileri de kamplarda hayatlarını sürdüren, sayıları yüz bini bulan Yahudileri kabul etmek istemedikleri için 1939’da gene kendilerinin aldıkları Filistin’e Yahudi göçünü kısıtlayan kuralı kolayca görmezden gelmişlerdir. Khalidi, bu kararların aynı zamanda Filistin’deki belirleyici gücün artık İngiltere olmayıp ABD olduğunun da tevsiki anlamına geldiğine dikkat çekiyor.

Khalidi, Üçüncü Savaş İlanı olarak da 1967’deki BM’nin 242 sayılı kararını işaret ediyor. İsrail’in Haziran 1967’deki altı gün savaşında Arap devletlerini hezimete uğratmasının ardından alınan bu kararla bütün ihtilaf Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki devletlerarası bir mesele olarak kabul ediliyor. Bunun esas anlamıysa şudur: Filistinlilerin varlığı bir kez daha hiçe sayılmıştır. ABD ve İsrail’in hemen her konuda tam anlamıyla ittifak içinde olduklarının kesinleştiği ve “Filistinlilerin mülksüzleştirilme süreçlerindeki yeni bir aşamanın uluslararası onay al[dığı]” bu süreçle ilgili Khalidi’nin şu yorumu meselenin tarihsel sürekliliğini bir kez daha görmemizi sağlıyor:

242 sayılı karar, eksik bıraktıklarıyla, İsrail’in inkârcı anlatısının önemli bir unsurunu kutsamış oluyordu: Mademki Filistinliler diye bir halk yoktu, o zaman yegâne gerçek sorun, Arap devletlerinin İsrail’i tanımayı reddetmesi ve bunun için de hayalî bir ‘Filistin sorunu’nu bahane etmeleriydi. 242 sayılı karar, Filistin’e dair (…) söylem savaşında bu parlak yalana geçerlilik kazandıracak bir zemin tesis etti, yerlerinden edilmiş işgal atındaki Filistinlilere ciddi bir darbe indirdi. Bundan sadece iki yıl sonra, yani 1969’da, İsrail Başbakanı Golda Meir’ın dudaklarından o meşhur cümle döküldü: “Filistinliler diye bir şey yoktur (…) ve hiç var olmadılar.” Böylelikle yerleşimci kolonyalist projenin inkârcı niteliğini doruk noktasına ulaştırmış oldu. (s. 167)

Gazze bombalanırken, 5 Eylül 2025. Fotoğraf: Haitham Imad/EPA

Rashid Khalidi, Filistin Yüz Yıllık Savaş’ta sadece İsrail ve emperyalist devletlerin Filistinlilerin bir asırdır yaşadığı katliam, zulüm ve tehcire nasıl neden olduklarını (ya da engel olmadıklarını) anlatmıyor, bölgedeki Arap devletlerinin de kendi otoritelerini korumak için Filistinlileri kritik zamanlarda yalnız bıraktıklarını da aktarıyor. Aynı zamanda bir dönem sömürgecilik karşıtı hareketlere arka çıkan SSCB’nin de hiçbir zaman aktif biçimde Siyonist sömürgeciliğe karşı çıkmadığını da görüyoruz. Keza, Filistin sorununun ilk yıllarında Filistinli Arapların kendi aralarındaki uyuşmazlıkların ortak davalarını nasıl zayıflattığını, sonraki dönemde de kendi kurumlarını, yönetimlerini kurabildiklerinde bunların yöneticilerinin nasıl bir körlük içinde davranabildiklerini, ne gibi yanlış tercihler yaptıklarını, önem sıralamalarında kimi zaman kendi konumlarını sürdürmeyi öne çıkarmalarının Filistin halkına hangi zararları verdiğini okumak da mümkün.

Son yüz yılda Filistinlilerin yaşadıklarını birçok boyutuyla tartışıldığı Filistin Yüz Yıllık Savaş’ın kimi bölümleri, aynı zamanda uluslararası ilişkilerin, diplomasinin 20. yüzyılın başından bu yana nasıl bir gelişim (!) izlediğinin, nasıl yürütüldüğünün örnekleri olarak da okunmaya müsait; Khalidi’nin anlattıkları, aktardıkları devletlerarası hukukun, milletlerarası teşkilatların halini de ortaya seriyor. Ama bütün bunlardan önce yüz yıldan uzun sürmüş büyük bir felaketin tanıklığı ve kaydı, neredeyse yıldan yıla takip edebildiğimiz bir kroniği – elbette Filistin halkının direnişinin de.

 

 

[*] Rashid Khalidi, Filistin: Yüz Yıllık Savaş/ Yerleşimci Kolonyalizmin ve Direnişin Tarihi 1917-2017, çev: Utku Özmakas, İletişim Yayınları, 2025, 422 s.

Yazarın Tüm Yazıları
  • Filistin direnişi
  • Filistin Yüz Yıllık Savaş/ Yerleşimci Kolonyalizmin ve Direnişin Tarihi 1917-2017
  • Gazze
  • Rashid Khalidi

Önceki Yazı

VİTRİNDEKİLER

Haftanın vitrini – 45

Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevlerince bize gönderilen, okumak ve üzerine yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar: Anadolu Vegan / Annemin Uyurgezer Geceleri / Çatı Katı / Çıplak Heykeller, Şişman Gladyatörler ve Savaş Filleri / Çin / Gelecekten Nağmeler / Gönülde Kitap / Orpheus / Topofreni / Türkiye'de Kitabın ve Yazarın Serencamı

K24

Sonraki Yazı

SANAT

Gazze Bienali:

Göçebe sergi, dirençli bir rizom

“Gazze Bienali dayanışma ve tanıklık mekânları açarken, kendini bir direniş biçimi olarak tanımlar – slogandan değil, ısrarlı bir varoluş pratiğinden doğan bir direniş.”

ANJA SÖYÜNMEZ
  • P24 Logo
  • Hakkında
  • İletişim
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram

© Tüm hakları saklıdır.
Designed by Katalist