“Kelime soyan”
Figen Alkaç'ın yeni öykü kitabı Yanlışlıkla Mutlu, önümüzdeki günlerde Doğan kitap tarafından yayımlanıyor. Kitaptan küçük bir bölümü Tadımlık olarak sunuyoruz.

Figen Alkaç. (Fotoğraf: Hasan Aydın)
(…)
Annem de tuhaf davranıyordu. Markete, pazara kardeşimi gönderiyordu artık. Bana ihtiyacı kalmamıştı tabii. İşi bitmişti artık benimle. Kavgacı, mızıkçı, işten kaçan, hastayım numarası yapıp sürekli uyuyan Nergis’i, yani beni, Yılmaz olabilmek için canını bile vermekten asla çekinmeyecek olan beni, ne yapsındı? Kardeşim hem benim yaptığım her şeyi yapabiliyor hem de yine hanım kız kalabiliyordu. Bana ihtiyacı kalmamıştı annemin, artık inanmıştım.
Gitmeme az günler kala anneme çok başka bir şeyler daha oldu. Sırf komşular “Maşallah Gülgün’e. Ne zaman yıkadı da astı çamaşırları” desinler diye sabah namazında balkona astığı gırra gibi tertemiz çamaşırları yağmur yağmasına rağmen toplamayı unutur oldu. Ocaktaki yemeği söndürmediği için tencere yakar, dalgın dalgın pencereden dışarı bakar oldu. Dışarda nereyi görüyordu bilmiyorum ama bakışları sanki içeride bir yerlere bakıyor gibiydi. Dışarı bakmanın bakışını bilmem ama içeri bakmanın bakışını kendimden bildiğimden böyle diyorum. Bir gün çizmeyi aştı. Bence tabii. Bu kelimeler havalı. Havalı olanları öğretmenlerimden, gazete falan okuyan büyüklerden, havasız ve hatta ayıp ve hatta küfürlü olanları da mahalleden, evden, kapı ağzı sohbetlerinden çalarım ben. Çaldığım kelimeleri kendime saklamam. Kelimeler paylaşılınca, yani z harfi ile daha anlamlı. Acısı daha az. Faydası büyük bir z harfi bu. Dedim ya işim gücüm kelime çalmak, kullanmak, beğenmediklerimi değiştirmektir benim. Hiçbir şey yapamazsam tedirgin ederim kelimeleri. Gıcık ederim.
Sadece kelime değil, her şeyi çalarım ben. Ayna çalarım, domates, patates, beğendiğim çorap, sakız, bazen Dido (sadece çaldığım Dido’yu tek yerim. M ile yerim. Bu m lezzetin m’si değil, paylaşmamanın m’sidir. “Benim”in, “sadece benim’in m’sidir.)
Bir gün de parfüm çaldım, kendim için değil. Ablam beni sevsin diye. Sürekli kızıyor, azarlıyordu çünkü. Az kalsın yakalanıyordum çalarken. O günden sonra hırsızlıkta hedefi küçültmeye karar verdim. En güzeli kelime hırsızlığı. Kimse kızmıyor sana bu yüzden. Atasözleri, deyimler, küfürler miras zaten. Biri o atasözü benim, ver dese veririm. Zaten sallasan atasözüne çarpıyor dilin. Yüzlercesi var. En kötüsü kendim uydurur ve atasözü deyiveririm. Zaten kim soracak atasını, geçmişini. Böbürlü bir şey bu atalar ve sözleri. Söylemek istediğinin, düşündüğünün adam yerine konmasını istiyorsan mecbursun bu böbürden hisselenmeye.
Annem diyordum. Tuhaflık konusunda bir gün çizmeyi gerçekten aştı. O akşamüstü evin lambalarını yakıp perdeleri kapatmadı. Bu mümkün değildi. Dul bir kadın önce perdeyi çeker sonra lambayı yakardı. Hele annem, cereyan fazla gitmesin diye lambayı yakmasa da çekerdi perdeleri, o kadar takıntılıydı perde konusunda. Kesin hastalanmıştı bence. Kendi derdine düşmüştü. O gece sabahı zor ettim, annemi de hiç uyutmadım. Yatakta kıpır kıpır, dön oraya, dön buraya. “Çişim geldi anne, susadım anne, karnım ağrıyo anne, anne de anne, ölme anne, hastalanma, delirme anne.” Sabah gözlerim kan çanağıydı. Gece boyu her zamanki gibi yine annemin kalbini dinlemiştim, hep aynı atıyordu. Pıt pıt da pıt pıt. Annem hasta olmadığına göre o zaman delirmişti. “Delilik de sülaleden” derdi ninem. Dediyse doğrudur. Sülalemizde deliren vardı ve ninem “Sen bu kadar üzülürsen kafayı üşütürsün” diyerek annemin ağlamasını engellemeye çalışırdı hep. Korkuturdu ki ağlamasın. Peki nine.
Gözlerim kan çanağı olmuş halde uyandığım sabah annemin delirdiğini kardeşime de söyledim. Tabii öyle bir anlattım ki kardeşim hıçkıra hıçkıra ağladı. “Gece boyu rahat uyu sen hanım kız, ben üzüntüden gebereyim. Gözlerim kan çanağı gibi kızarsın. Zar zor elime geçen üç kuruş parayla aldığım Dido’mu paylaşırken iyi. Hadi bakalım şimdi ağla ki senin gözlerin de benimkine benzesin.”
Ağlarsa ağlasın, yatıştırmaya çalışmadım onu. Allahtan evde değildik, irimdeydik. Ninem görse, “Çocuğu niye ağlattın” diye döverdi beni. Kardeşim epey sonra duruldu. Gözyaşı bitti bence. Sonra sarıldım ona. Ona çok büyük bir kötülük yaptığımı sonradan fark ettim. Ben söylüyor, çalıyor, çırpıyor, üzülüyordum ama hepsini içime saklayabiliyordum. İçim acıdan büyüktü. Hatta unutmuş numarası bile yapıp kendimi kandırabiliyordum ama kardeşim bunların hiçbirini yapamıyormuş meğer. Bu yüzden ondan annemin öleceği ya da delireceği korkusu hiç geçmedi. Annemin her tuhaflığında kardeşim aynı ağlama krizine tutuldu bu yüzden.
Gideceğim gün kahvaltıdan sonra yine bayıldı annem. Tuhaflıkları benim yüzümdenmiş, sonunda anladım. Nedense çok sevinmiştim. Annem ayıldıktan sonra çok sarıldı bana. Ağladı. Kardeşim bir köşede donakalmış gibi ayakta duruyordu. Sarılmadı evden çıkarken. Ablam yalandan sarıldı. Yalandan sarılmanın kolları hiçbir şeyi kucaklamazdı biliyordum. Benden kurtuluyordu nihayet. Sonunda annem nihayet ona kalmıştı. Kardeşim var yok arasıydı zaten evde.
Okula teslim edilmek için hemen yola çıktık. Bir poşete sığan eşyalarımı ablam eski bir çantaya koydu. Kopuk sapı kırmızı iplikle dikilmiş çantayı ben aldım. Anneme bakarak yürüdüm yol boyu. Ben uzaklaştıkça annem küçülüyordu. Ben annemin küçük halini bile çok seviyordum. Garajda önce sarı bir minibüse bindik. Sonra beni yatılı okula götürecek başka bir minibüse. Rengini hatırlamıyorum. Yol bitmek bilmedi. İlk kez annemden bu kadar uzağa gidiyordum. Annemden çok uzaklaşmamak için evimizden uzak bir sokakta bile oynamayan ben annemi bırakıp nerelere gidiyordum? Okula beni kim götürdü onu da hatırlamıyorum. Unutmak güzel şey. Kesin ninem götürmüştür, bundan eminim. Çarşı, pazar, getir, götür gibi erkek işleri de ondan sorulurdu bizim evde. Dedem kendi halinde bir küçük adamdır. Sorun çözmez, onlarla yaşar ve idare eder. En çok düzelttiği şey yamuk duran gömlek yakasıdır. Aynaya da çok sık bakar. O ninemin yerine aynaya bakar, ninem onun yerine sigara içer.
Okulda çok rüya görüyordum. Sabahları da yorgun ve sinirli kalkıyordum. İlk zamanlar rüyalarımda beni annemin okula götürdüğünü görüyordum hep. Dul haliyle götürüyordu hem de. Hevesini, kalçalarını, memelerini, güzelliğini de yanına almıştı üstelik. Bakışlarını erkeklerden kaçırmadığı gibi başını da öne eğmeden yürüyordu yanımda. Bu rüyanın gerçek olması için her şeyimi verirdim.
Günlerim kötü ve çok zor geçiyordu. Rüyalarım da değişti zamanla çünkü. Ölen annemin tabutunun başında ağlarken uyanıyordum her sabah. Gözlerim benden daha yorgun oluyordu. Yatılı okumak, başa çıkamadığın bedeninle, bedeniyle başa çıkabilmiş bir sürü kızla yaşamak zorunda kalmaktı. Anlatamayıp başa çıktığın o şeydi. Sevilmek ve dışlanmamak için uğraşmaktı. Rüzgâra heveslenmeyen perdeler ve kelimelere giydirdiğin duyguları soymaktı yatılı okul.

Yanlışlıkla Mutlu
Doğan Kitap
Kasım 2023
102 s.
Önceki Yazı

Cézanne, Zola ve bir mektup
“Émile Zola, Paul Cézanne ve Baptistin Baille sürekli birlikte olduklarından “ayrılmaz üçlü” olarak anıldılar. Sanat tarihinin en verimli ve muhteşem dostluğu olarak görülen bu arkadaşlık, edebiyat ve sanat dünyasında tartışmasız çocuk yaşta kurulmuş en değerli karşılaşmasıdır.”
Sonraki Yazı

Haftanın kitapları – 45
K24'te haftanın vitrini... Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevleri tarafından bize gönderilen, dikkatimizi çeken; okumak ve üzerine yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar:
Bir Büyük Dönüşümden Kesitler / Dijital Cehennem / İnsan ve Kutsal / Kırk Üçteki Korkunç Traktör Yağmuru / Kütüphane / Öyle Bir İstanbul / Siyah Alfabe /Sözcükleri Tadan Adam / Türk Edebiyatında Bohem / Uygarlıktan Önce Savaşlar