“Kötülük eylemde midir, yoksa niyette mi?”
“Edebiyat hayatın yazardaki izlenimlerinden doğar. Dolayısıyla hayatta ne varsa edebiyata konu olabilir. Hayatta da maalesef cinayet, cinsel istismar, her türden şiddet var. Yazarın bunları görmezden gelmesi düşünülemez. Bazı şeylerin çevresinden dolaşan edebiyatın içi boştur. Dürüst değildir.”

Selim Erdoğan
“İnsanların dikkatini çekecek ve dünyayı ayağa kaldıracak bir suç işlemek istiyordum…” Acımasız cinayetlere imza atan Manson tarikatının üyelerinden Susan Atkins böyle açıklamıştı kanlı eylemlerinin amacını. Ki, bu uğurda Polonyalı yönetmen Roman Polanski’nin eşinin de celladı olmaktan çekinmemişti.
Kurbağa Adası-Bir İstanbul Distopyası adlı kitabıyla FABİSAD tarafından verilen 2022 Gio Roman Ödülü’ne layık görülen Selim Erdoğan’ın Derin Merhamet romanı nefes nefese bir seri katil hikayesi vaat ediyor okuruna. Romanın ana kahramanı kıvırcık saçlı Meriç Tütüncüoğlu, tıpkı Atkins gibi, insanların dikkatini çekmek, kendine bir hayran kitlesi yaratmak peşinde olan bir hasta kişilik…
İthaki tarafından basılan roman, okuru bir yandan insan zihninin karanlık dehlizlerinde dolaştırırken, bir yandan da “kötülük” üzerine düşündürüyor. Meriç’in sevgilisi ve sevgilisinin kız arkadaşının örneği üzerinden “Kötülük eylem midir yoksa niyet mi?” sorusunu sordurtuyor.
Dostoyevski’nin “Hiç insan öldürmediği halde, bir katilden daha cani insanlar gördüm. Umudumuzu öldürenleri gördüm” diyen sesi geliyor okurun kulağına… Bir yanıyla merhametsizliği de sorgulatan Selim Erdoğan ile Derin Merhamet kitabını konuştuk.
Bir seri katil hikâyesinin anlatıldığı bu roman fikri nasıl doğdu?
Seri katil terimi ilk kez 1970’li yıllarda bir FBI ajanı tarafından kullanılıyor. Genel kabul gören kriter en az üç kişinin öldürülmesi. Neden üç, bilmiyorum. Bana sorarsanız henüz hiç öldürmemiş ya da ilk cinayetinde yakalanmış seri katiller var. Uzmanı değilim ama bir hayli araştırdım bu konuyu. Seri katil bir istatistik değil, bir mental durumun adıdır bence. Kayserili çocuklar vakasını pek çok kişi duymuştur. Bayramda şeker toplamaya çıkan üç çocuğun öldürülmesi vakası. Fail komşuydu. Bilindiği kadarıyla daha önce bir cinayeti de yok. Ama yakalanmasaydı devam edeceğini sanıyorum ben. Çünkü planlı değil zaten. Çocukları görür görmez onu ele geçiren çok güçlü bir güdü var. Bu şeytani bir güdüden çok neredeyse biyolojik belki de. Parafilya vakaları bir yönüyle insanın mental kapasitesini göstermesi bakımından ilginçtir. Belki kontrolsüz bir insan idinin neye benzeyebileceğini gösteriyordur.
Yazıma hazırlık için seri katil cinayetleri üzerine epey belgesel izleyip insan psikolojisi üzerine külliyat indirmişsinizdir diye düşünüyorum. Çalışma sürecindeki okuma serüveninizden de bahsedelim isterim…

Derin Merhamet
İthaki Yayınları
Temmuz 2023
344 s.
Evet, sizin de bahsettiğiniz gibi bir sürü şey okudum. Özellikle Amerikan kaynakları bu konuda çok zengin. Her ne hikmetse seri katil vakaları bakımından da zengin bu ülke. Bilinen pek çok seri katili inceledim. Sorgu kayıtlarını dinledim. İşin açıkçası, sorgu kayıtlarından bir şey öğrenmek çok mümkün değil. Anlatılan pek çok şey yalan. Vermek istediği imaja göre konuşuyor çoğu. Belki ünlü olmak, basında daha çok yer almak için konuşuyor. Kitapların çoğuysa popülerlik kaygısıyla yazılmış. Geriye seri katilin yaşam tarzı, komşularının, arkadaşlarının anlattıklarından elde edilen ipuçları kalıyor.
Geçmişte pedofili üzerinden yazılan bazı romanlarda ciddi tartışmalar olmuştu. Siz bu tartışmalara hangi gözle bakıyorsunuz? Sınırı ne olmalı?
Evet, bu hassas bir konu. Edebiyata konu olan birçok hassas mesele var. Edebiyat hayatın yazardaki izlenimlerinden doğar. Dolayısıyla hayatta ne varsa edebiyata konu olabilir. Hayatta da maalesef cinayet, cinsel istismar, her türden şiddet var. Yazarın bunları görmezden gelmesi düşünülemez. Bazı şeylerin çevresinden dolaşan edebiyatın içi boştur. Dürüst değildir. Hayata ilişkin her şey elbette edebiyatta yer bulabilir. Ama yazar izlenimini doğrudan yazmak zorunda değil. Dolaylama teknikleri kullanabilir, anlatmak istediği sahnenin gölgesini koyabilir, eskizini çiziktirebilir. Elbette pornografi yazarı değil, ciddi yazarsanız. Sınırı dönemin normları belirler. Kimi yazar bu normların çizdiği sınırlar civarında dolaşır, üstüne basar, belki bir iki adım çıkar. Kanımca niyet de önemli sınırları çizerken. Niyet üslubu da belirler.
Romandaki pedofiliyle ilgili satırları okurken önce bir durdum. Temkinli bir şekilde devam ettim. Ki, siz mesafeyi koruyarak, detaya girmeden yazmışsınız. Cinsel istismar bölümlerini yazarken rahatsızlık duydunuz mu? Yazıp sildiğiniz satırlar oldu mu diye sormak isterim.
Çok olmadı. Ne anlatmak istediğimi, neden anlatmak istediğimi bildiğim için bahsettiğiniz mesafe yazma sırasında çoktan oluşmuştu. Kendi kendini de hep korudu. İlk cinayet sahnesi katilin gözünden ayrıntılı anlatılmıştır. Burada zaten pedofili unsuru yok. Ama katilin kurbanlarının bir kısmı çocuk. Ne çocuklarla ne yetişkinlerle ilgili bölümlerde ayrıntıya girilmiştir. Bu hem moral hem üslup olarak doğru da olmazdı zaten.
Hasta kişilikli roman kahramanı Meriç Tütüncüoğlu yaptığı kötülükler üzerinden bir hayran kitlesi oluşturmaya çalışıyor. Ki, aklıma öncelikle Charles Manson geldi. Manson ve onun yarattığı ideal için öldürmeye hazırlar insanlar. Adına tişörtler basılıp hayran kulüpleri kurulmasını hatırladım. Hemen ardından da adını Marilyn Monroe ve Charles Manson’dan alan Marilyn Manson’ı anımsadım.
Meriç Tütüncüoğlu megalomanlıkla aşağılık kompleksi arasında gidip gelen birisi. Kabul edilemez ama çok güçlü bir cinsel fantezisi var. Bunu suç olarak görmüyor. Böyle bir kavram yok kafasında. Kurbanın duygularıyla değil, kendi duygularıyla ilgileniyor. Peşinde olduğu şey cinsel uyarımdan başka bir şey değil. Eylemlerinin evrenin planına uygun olduğunu düşünüyor. Böylece hiç kimsenin, annesinin babasının, yargının ve toplumun onaylamadığını evrene onaylatıyor. Yakalanmayacağına inanıyor. Evrenin onu koruyacağına inanıyor. Evrenin planına uygun davranan bir sanatçı, bir koleksiyoncu olduğunu düşünüyor. Evren adını verdiği gücü arkasına aldığı için de, suçlu değil, seçilmiş bir dahi. Megalomani, canlıları kontrol etme isteği bu tür insanların ortak özelliklerinden biri. Yaptıklarının bilinmesini istemek, hatta bunu mümkünse romanda da olduğu gibi kamu önünde yapmak.

Romandaki, “Anne babalar çocuğunun ne olduğunu çok çabuk anlıyor. Çocuk anne babasının ne olduğunu anladığında çok geç oluyor. Bence çocuğun halay kırıklığı zamana yayıldığı için hissedilmiyor” sözü üzerine konuşalım isterim. Bazıları ebeveyn olmamalı. Anne babalık ehliyeti olmalı. Ne düşünürsünüz?
Yine hassas bir mesele. Çözümsüz de bir mesele. Kimse çocuk sahibi olmamaya zorlanamaz elbette. Ama anne babaların çocuklarının üzerindeki hakları nedir? Nasıl olmalıdır? Anne babanın çocuklarını sözgelimi şu ya da bu ideolojiye batırıp hücrelerine kadar ıslatma hakkı olmalı mı? Peki ya Derin Merhamet’teki Linda gibi proje çocuklar? Çocuk kaç yaşında kendi hayallerinin peşinde koşma hakkı elde etmeli? Kaç yaşına kadar ailenin baskılarına boyun eğmeli? Çocuk kimi çocuk gelişimi uzmanlarının iddia ettiği gibi ne yapmak istediğini gerçekten hisseder mi? Yoksa hissettiği geçici çocukça bir hevesten başka bir şey değil mi? Bunu nasıl ayırt edersiniz? Veya edebilir misiniz? Linda’nın babası kızının piyanist olmasını isterken gerçekten haksız mı? Linda’nın ya da çevremizdeki herhangi birinin bir zamanlar ebeveynlerinin istediği yoldan gitmeleri durumunda başarısız olacaklarını biliyor muyuz? Ama hayat böyledir, değil mi? Hayat önümüze çıkanlar, anne babalarımızın bize sundukları, eşeleyip eşeleyip bulduklarımızın peşinden gittiğimiz girift yollardan oluşur. Hangisi doğrudur, hangi yanlıştır bilmeden. Hem doğruluk testi nasıl yapılır? Ne zaman yapılır? Yaşadığımızı bilir, alternatif yollarla ilgili sınırlı bilgimizle değerlendirme yapar, kendimizi kandırmak isteriz.
Derin Merhamet’in alt metninde insanın kötülüğü, kıskançlığı üzerinde duruluyor. Bir merhametsizlik hikâyesi. Ruh hastası, seri katil Meriç’in vahşeti bir yana, roman karakterleri Linda ve Meltem’in sıradanlaşan kötülükleri, var olmak için karşısındakinin yok olmasını istemeleri, görmezden gelmeleri… Kitabın ahlak felsefesi üzerinde de duralım isterim…
Derin Merhamet gerçekten de sizin de dediğiniz gibi bir alt metne sahip. Yüzeyde dünyada hayal edilebilecek en kötü şeyleri yapan biri var. Nedensizce çocuk-yetişkin ayırt etmeden öldüren biri. Onun geçmişi de var elbette. Ama çevresindekiler masum mu? Örneğin iş hırsıyla dolu Meltem, o hırsı kıskanan Linda masum mu? Kötülük nedir? Kötülük eylem midir yoksa niyet mi? Niyeti şeytani kötülük olmayan ama sonuçta kötü bir eylemi gerçekleştiren mi kötüdür yoksa saf kötü niyetini eyleme geçirmeyen veya geçiremeyen biri mi? Belki Meriç Tütüncüoğlu’nun tuhaf hikâyesine çevresindeki kişilerin eylemlerini, niyetlerini belirginleştiren bir fon olarak bakmak daha derin bir okuma deneyimi yaşatabilir okuyucuya.
Önceki Yazı

Salman Rushdie:
Şiddet ve utanç sarmalında bir romancı
“Salman Rushdie, Pen America’nın galasında konuşmasını bitirdiğinde yüzünde buruk bir tebessümle dinleyenleri selamlamıştı. Kaderini ve tüm yaşamını yazdığı kelimelere, kurduğu düşlere emanet etmişti o. Belki de o anda, aklının bir köşesiyle huzursuz sürgün hayatının yarattığı tüm sonuçları düşünüyordu.”
Sonraki Yazı

Ağaçname: “Unutulmasın gerekiyor…”
“Çok katmanlı bir çizer Selçuk, girip çıkmadığı konu, tema yok gibi. Taşkın bir yaratıcı. Bir kez daha ağaçlara bakıyor... Selçuk’un ironisi, kendinden koparılmış bir doğaya ağıt gibi. Belki de yepyeni bir doğa arayışıdır. Ürettiği sanat yapıtları size hem bir eski dosta rastlamış hissi hem de yeni bir arkadaş edinmiş hissi verir. İkisini bir arada bulmak tazeleyicidir.”