Başka dünyalı Lazzaro
“Lazzaro’yu iyi kılan, pazar yerinde verilen var olma mücadelesinin yükünden azade olması. Öksüz ve yetim Lazzaro’nun vereceği ikinci bir sınavı, 'ben' olma yükü sırtında pençeleri ve keskin dişleriyle mücadele edeceği bir muharebe yok.”

Adriano Tardiolo (Lazzaro) Mutlu Lazzaro'nun bir sahnesinde.
“Kendini iyi bilen kendi mevcudiyetinde alçakgönüllüdür.
Başka insanların övgüsü onda memnuniyete yol açmaz.
Evrendeki her şeyi bilseydim ve acımayı hor görseydim
Bana kim Tanrı’nın rahmetini getirirdi?”
2018’de Alice Rohrwacher’in yönetmenliğinde, gösterime girdiği Cannes Film Festivali’nde En İyi Senaryo ödülüne layık görülmüş Lazzaro Felice (Mutlu Lazzaro), yukarıdaki alıntının ışığında dünyalı olmayan bir “iyi” portresini, sıradışı bir yorumla izleyiciyle buluşturuyor.
Sömürü köyü İnviolata
Ana karakterimiz Lazzaro, yasadışı şekilde kölelikle işletilen İnviolata’da tütün imalatçısı Markiz Alfonsina De Luna yönetimi altında çalıştırılan köylü komününün bir üyesi. Gerçeklikten bihaber bu topluluk, para almaksızın temel ihtiyaçları için borçlanarak Markiz için çalışmakta. Markizin inşa ettiği “Truman Şov” benzeri “gerçek(siz)lik” evreninde, kötülüğün, Markiz’in köylülere, köylülerin Lazzaro’ya uyguladığı sömürüde açığa çıkma hallerini izliyoruz.
İnviolata’nın gerçek(siz)liği, Humboldt’un İspanyolların Güney Amerikalılar üzerinde uyguladığı sömürünün kâğıda dökülmüş ilk gözlemlerinden pek de farklı değil. Bu gözlemlerinde Humboldt siyaset ve doğanın ilişkisinden mürekkep bütünlüğü sosyolojik açıdan ilk kez ele alıyor ve sömürünün endüstriyel tarım üzerinden yerlileri bağımlı hale getirip, borçlandırarak üretim devamlılığını insan özgürlüğü ve doğayı verimsizleştirmek pahasına nasıl sürdürdüğünü gözler önüne seriyordu. Filmin sahne dekorunu okur için berraklaştırmak için Humboldt’un sömürüye dair toplumsal açıdan ilk gözlemlerinden yararlanacağım:
“Küba şekerden başka pek bir şey üretmiyordu. Bu da diğer kolonilerden ithalat olmadan adanın açlıktan öleceği anlamına geliyor… Bu bağımlılık ve adaletsizliğe götüren bir yöntemdi.”[1]
“Valencia Gölü’ndeki Aragua Vadisi’nde, dünyanın renkli elbise giyme düşkünlüğünün nasıl fakirlik ve bağımlılık getirdiğini gözlemlemişti. Çünkü mavi boya üreten ve kolayca yetiştirilebilen çivitotu, mısır ve diğer yenilebilir ekinler yerine yetiştiriliyordu.”[2]
Aragua’da çivitotu ile kurulan bağımlılık İnviolata’da tütün vasıtasıyla kuruluyor ve Humboldt’un ifade ettiği haliyle, sömürge yönetiminin ekonomisi ve idaresi “ahlaksızlığa” dayalı bir şekilde kendini gerçekleştiriyor.[3] Bu gözlemler, “dünyanın renkli elbise giyme düşkünlüğü” ve yerlilerin sefaleti ilişkisinin bir tür kelebek etkisi olmanın ötesinde, sömürü yoluyla kazanç sağlamanın doğrudan birbirine kenetlediği neden-sonuç zinciri olduğunu işaret etmesi açısından oldukça önemli. Filmin merceği gereği, bu ilişkinin sebep kanadı, “dünyanın sigara içme düşkünlüğü”nden ziyade “kötülüğün hüküm sürdüğü bir kazanma, sömürü düşkünlüğü” şeklinde açığa çıkıyor.
Humboldt’ta izini sürdüğüm bu dekorun İnviolata’daki mimarı Markiz, oğlu Tancredi ile “insan doğasına” dair konuşurken köylüleri içinde yaşamaya mecbur bıraktığı suni dünya için şunları söyler:
Markiz: İnsanoğlu hayvan gibidir. Onları serbest bırak, kendi sefaletlerine hapsedilmiş köleler olduklarını fark ederler. Şu anda acı çekiyorlar ama bilmiyorlar. (Lazzaro’yu göstererek) Bak, onu görüyor musun? Ben onları sömürüyorum, onlar da şu zavallı adamı sömürüyor. Bu durdurulamaz bir zincirleme reaksiyon.
Tancredi: Belki o hiç kimseden faydalanmıyor.
Markiz: Bu imkânsız.
Bu diyalog aklıma, Nietzsche’nin “Ahlakdışı Anlamda Doğruluk ve Yalan Üzerine” makalesinden bir bölümü getiriyor:
“Zihin, bireyin ayakta durmasının aracı olarak, başlıca gücünü aldatmacada gösterir; daha zayıf, daha az kanlı-canlı bireylerin kendilerini ayakta tutmalarının aracıdır; çünkü zayıf olduklarından, var olma kavgasına boynuzlarla ya da yırtıcı hayvan dişleriyle katılamazlar, insanda bu aldatma becerisi doruk noktasına ulaşır: burada yanıltma, pohpohlama, yalan söyleme ve aldatma, arkadan konuşma, başka türlü gösterme, sahtelik içinde yaşama, maske takma, şeylerin üzerini örten uzlaşımlar, başkaları karşısında da kendi karşısında da oyun oynama, kısacası tek bir kendini beğenmişlik alevinin çevresinde uçuşup durma, öylesine kural ve yasadır ki, insanların arasından bir dürüst ve arı doğruluk güdüsünün nasıl olup da ortaya çıkabildiğinden daha anlaşılmaz bir şey yoktur.”[4]
Görüldüğü gibi Nietzsche’nin işaret ettiği anlaşılmazlık, Tancredi’nin Lazzaro üzerinden akıl yürütmesine Markiz’in cevabında karşılığını buluyor. Var olma mücadelesinde insanca boynuz ve keskin dişleri olmaksızın yer almak akıllıca görünmüyor “akıllı” insana. Oysa ders verdiği köylü çocuklara “kendini iyi bilen mevcudiyetinde alçakgönüllüdür” alıntısını okuyan da, Nietzsche’nin kendini beğenmişlik alevi dediği halin aşılmışlığını “öğreten”, öğütleyen de kendisiydi.
Bu durum kendini kandırma, başka görünme, maske takma oyunun bir yansısı olarak da başka insanların övgüsü olmaksızın çalışması gerekecek genç kölelere yol gösterme gayesi olarak da düşünülebilir. Ne de olsa insan başkasını yükümlü kılmakta tatbikte olduğundan çok daha mahirdir.
İyi adamın kokusu
Bu spekülasyon burada dursun, biz Nietzsche’nin şaşılacak, arı dürüst ve kendini beğenmişlik alevinde yanmamış insanının yürüyeceği ya da Markiz’in çocuklara öğütlediği haliyle Tanrı rahmetinin nüzulüne açılan yoldan Lazzaro’ya dönelim.
Bana öyle geliyor ki, her iki ifade de Lazzaro’da karşılığını buluyor. Lazzaro’yu iyi kılan, pazar yerinde verilen var olma mücadelesinin yükünden azade olması. Öksüz ve yetim Lazzaro’nun vereceği ikinci bir sınavı, “ben” olma yükü sırtında pençeleri ve keskin dişleriyle mücadele edeceği bir muharebe yok.
Ancak bu yükün kendini hissettireceği zamanlar da gelecektir; Tancredi’nin üvey kardeş olabileceklerine dair şakasını gerçek kabul etmesiyle birlikte...
Tancredi, annesiyle bu izbe yerde olmaktan memnuniyetsiz, bir kaçış olarak Lazzaro’nun tenha dinlenme mağarasına gizlenip kaçırılmış süsü verdiği bir oyun oynamaya başlıyor. Oyununa Lazzaro’yu da dahil ediyor ve birlikte vakit geçirdikleri bir gün, Lazzaro’nun “inanacağı” üvey kardeş olabilecekleri şakasını yapıyor, hendekten geçitte yürüdükleri sahneye Bach eşlik ediyor…
Bu andan itibaren, Lazzaro’nun önceden efendi kabul ettiği Tancredi ile arasındaki emir-komuta zinciri kırılıyor ve üvey kardeş olarak dahil olduğu, dinamiğini pek de bilmediği bir ilişkiye dönüşüyor.
Artık Tancredi kahve içmek istediğini söylediğinde bunu bir emir olarak kabul edip onu gizli sığınağına kahve içirmek için çıkaran Lazzaro değil; işleri ya da hastalanması yüzünden Tancredi’nin yanına gidemediği için kötü hisseden, daha da önemlisi “hisseden” biri.
Lazzaro’daki bu açılımdan kısa zaman sonra Tancredi’nin ve Markiz’in oyunları polislerin köye gelip duruma müdahale etmesiyle sona eriyor. Polisin köylüleri tahliye ettiği esnada Lazzaro, Tancredi’nin peşine düşmüş onu ararken yüksek bir uçurumdan düşüp uykuya dalıyor.
Bu sahnelerin jeneriğinde bir kurdun hikâyesi var. Sürünün avlanmasına katkı sağlayamadığı için sürüden atılan yaşlı kurdun hikâyesi. Kurt açlığını gidermek için köylülerin hayvanlarını kaçırmaya başlıyor, bu durumun önünü kesemeyen köylülerse hayvanlarla konuşabilen bir azize gidip kurtla konuşması için onu ikna ediyor. Aziz aylar süren takibin ardından bitkin düşüp yere yığıldığında aç kurt onu bulup yanına yaklaşıyor, açlığını gidermek üzere pençelerini kaldırdığında burnuna gelen yabancı koku nedeniyle duraksayıp azizi koklamaya başlıyor. Bilmediği kokuyu anlamaya çalışan kurt nihayetinde kokunun “iyi bir adamın” kokusu olduğunu anlayıp yemekten vazgeçiyor. Hikâyede kurdun azizi bulup kokladığı sahnede Lazzaro’nun düştüğü yere gidip onu koklayan bir kurt görüyoruz ve Lazzaro uykusundan uyanıp düştüğü yerden yukarıya doğru tırmanıyor, köye gidiyor ve hiçbir şeyin bıraktığı gibi olmadığını görüyor.
Uyanılan dünya
Markiz’in malikânesini yağmalayan hırsızlarla karşılaşıp, bir kez daha tüm saflık ve iyiliğiyle nakliyeci olduklarına dair yalana inanıp hırsızlara eşyaları arabaya taşımalarında yardım edip şehre onu da götürmeleri isteği kabul edilmeyince şehre doğru yürümeye başlıyor. Yürüyüşü esnasında karşılaştığı sahnelerde yabancısı olduğu teknolojiyle arasındaki mesafenin dışavurumunu izliyoruz.
Şehirde karşılaştığı ilk tanıdık, İnviolata’da Markiz için çalışan Nicola oluyor. Nicola’nın epey yaşlandığını gördüğümüzde Lazzaro’nun uykusunun yıllar sürmüş olduğunu anlıyoruz.
Yıllar süren uyku teması da ilk olarak Yedi Uyurlar kıssasını getiriyor. Üç temel din kitabında da karşılığı olan bu hikâye, temel olarak inançlarına sadakatleri sebebiyle ölüme mahkûm edildiklerinden Tanrı tarafından uykuya daldırılıp yıllar sonra inançlarının hâkim olduğu bir dünyaya uyanan 7 arkadaşa dair. İslam’da bu yedi arkadaşa refakat eden bir de köpek var ki, Lazzaro ve kurdun ilişkisini de bir anlamda içeriyor.
İnternette Lazzaro ve Yedi Uyurlar arasında kurduğum ilişkiye dair araştırma yaparken, Altyazı dergisinde[5] Beytanyalı Aziz Lazarus ve Lazzaro’nun ilişkisine değinen bir yazıya denk geldim. Lazarus, ölümünden dört gün sonra İsa tarafından diriltilen azizin de adıymış meğer.
Dönelim Lazzaro’nun Nicola ile karşılaşmasına… Nicola’nın eskiden olduğu gibi sömürü zincirinin uygulayıcılarından biri olarak hayatına devam ettiğini görüyoruz, sömürüye açık fakirlere açık artırma usulü günlük iş satıyor. Lazzaro kendini tanıttığındaysa, onu yanından kovuyor. Lazzaro bu türden bir uzaklaştırmayı Antonia vasıtasıyla da deneyimleyecek.
Hayatını malikâne yağmacılarıyla birlikte hırsızlık yaparak kazanan Antonia, Lazzaro’nun kasabada karşılaştığı ikinci İnviolatalı. Lazzaro’yu hiç değişmemiş olarak gördüğünde önünde diz çöküp onu bir aziz gibi karşılıyor. Birlikte yaşamaya başladıklarında Lazzaro’yu ekibe dahil ettikleri günün sonunda Lazzaro’yu hırsızlık oyununun dışına itiyor. Bana kalırsa Antonia’nın da, Nicola’nın da Lazzaro’yla karşılaşması, aynı zamanda Lazzaro’nun saf iyiliğinde kendi kötülükleriyle de karşılaşmaları anlamına geldiği için onu uzaklaştırıyorlar.
Ve Tancredi… Lazzaro nihayet Tancredi ile de karşılaşıyor; artık banka borçları, eskimiş zenginliği ve sefalet içindeki Tancredi ile geçirdiği günün sonunda Antonia ve diğer İnviolatalıların yaşadığı gecekonduya geliyorlar, birlikte geçirdikleri akşamın sonunda Tancredi onları ertesi gün için öğle yemeğine çağırıp ayrılıyor.

Ertesi gün davetin neşesiyle hazırlanılıp tüm paralarıyla aldıkları tatlılar ellerinde, Tancredi’nin kapısı önünde kararlaştırdıkları saatin gelmesini bekledikten sonra, Tancredi’nin karısı Teresa tarafından geri çevriliyorlar. Burada sömürünün karşılığını vermeksizin alan tutumunu, Teresa’nın evlerine kabul etmediği İnviolatalıların getirdiği tatlıyı aldığı anda yeniden görüyoruz.
Markiz’in köylülere, köylülerin Lazzaro’ya uyguladığı sömürü zinciri, uyanış sonrası dünyada da karşılılığını buluyor: Teresa evine almadığı köylülerin tatlısını aldığında; Antonia’nın hırsız ailesi eşyaları taşıttığı Lazzaro’yu arabaya almadığında.
Hayal kırıklığına uğramış vaziyette eve dönerken duydukları müziğin peşinden kiliseye giden köylüler bu defa da kiliseden kovuluyor. Bu esnada Lazzaro için ilk defa kovulmanın bir karşılığı oluyor: kiliseden uzaklaşırken müzik Lazzaro’yu takip ediyor, kovanlar müziksiz kalıyor.
Buralı olmama hali
Tancredi’nin Lazzaro’yu üvey kardeşlik bağıyla pazar yerine bir “ben” olarak bağladığından söz etmiştim; bu esnadan itibaren birtakım duygulanmalar yaşayan Lazzaro, Tancredi’ye beslediği duygular eşliğinde sapanı ve gözyaşlarıyla bankaya Tancredi’nin borçlarının silinmesini istemeye gidiyor. Filmin son sahnesinde, anlaşılmaz davranışları sebebiyle bir kez daha kovulan Lazzaro bankada insanların saldırısına uğruyor. Hareketsiz yerde yatarken, daha önce onu uyandıran kurt etrafında geziniyor, nihayetinde sokağa çıkıp uzaklara seğirtiyor...
Sömürünün çift katmanlılığını izlediğimiz film, zenginlerin dünyasında “buralı olmayan” köylüler ve kötülüğün dünyasında “buralı olmayan” iyi vasıtasıyla “buralı olmama” halinin de çift katmanlı panoramasını sunuyor bizlere.
NOTLAR:
[1] Andrea Wulf, Doğanın Keşfi, Ayrıntı Yayınları, s. 150.
[2] a.g.e., s. 149.
[3] a.g.e., s. 149.
[4] F. Nietzsche, “Ahlak Dışı Anlamda Doğruluk ve Yalan Üzerine”: https://www.cafrande.org/ahlakdisi-anlamda-dogruluk-ve-yalan-uzerine-friedrich-nietzsche/
[5] Sanem Aytaç, “Mutlu Lazzaro: Kalpsiz Dünyanın Kalbi”, Altyazı