“Şiirle düşünmenin tarihsel araçlarını bulmak...”
Yazar, çevirmen ve eleştirmen Erhan Altan'ın yeni kitabı Şiirin Olay Ufku: Bir Paradigma Değişimi, önümüzdeki günlerde Everest yayınları tarafından basılacak. Kitabın ilk iki bölümünü Tadımlık olarak sunuyoruz.
Erhan Altan. Fotoğraf: Devrim Kaya
Giriş
Şiirle düşünmenin tarihsel araçlarını bulmaktı niyetim. Bu amaçla uyağa, ardından da artlamaya gittim. Ancak uyağın kullanımına dair sorular, beni onun Divan şiirindeki geçmişine gönderdi. Divan şiirinin uyağı Arap şiirinden alınmıştı, kasidenin çıkışına kadar gittim. Sonrasında iş neredeyse kontrolümden çıkan bir coğrafi ve tarihsel yolculuğa dönüştü ve beni Akdeniz’in etrafından dolanarak Endülüs’e, oradan Akitanya’ya ve sonra Sicilya’ya, sonenin macerasına götürdü. Bu benim de maceram oldu, iki noktayı referans alan karşılaştırmalarla, kısmi anlaşılırlıklar geliştirmeye çalışan, yani kopuklukları göze alan bir hatta ilerledim. Tek bir noktaya isabet etmek istiyordum, hep daha büyük bir çember çizmeye zorlandım.
Kasidenin sanatın ve toplumsal yaşamın diğer alanlarıyla nasıl da benzeştiğini, kültürün geneline dair nitelikleri yansıttığını fark ettim. Kaside çözülse tüm kültür elime dökülecekti sanki. Ancak uçsuz bucaksız bu canlıyı sistematik bir şekilde ele geçirmeye kalkışmak âdeta olanaksız bir misyondu; ne kadar ilerlenirse ilerlensin yarıda kalmaya mahkûmdu bu girişim. Ona kendi formuyla yaklaşmanın bir çare olabileceğini düşündüm. Dolayısıyla kasideye ve çerçeve anlatısına, yine bir kasideyle ve çerçeve anlatıyla gittim. Dahası, “kaside” kasıttan geliyor, benim kastım kasidenin kendisi oldu. Bir Truva kasidesi...
Düşüncelerimin boyutlanmasında ve kültürün neredeyse tümünü kapsayan paradigmatik bir görüngüyle karşı karşıya olduğumu fark etmemde Uğur Tanyeli’nin değerli kitabı Türkiye’nin Görsellik Tarihine Giriş:’in payı büyük. Diğer kitapları gibi alabildiğine kışkırtıcı oldu benim için. Türkiye’de sanat tarihi yazımının, yerleşik anlayışlarından ayrılmama tedbirliliği ile yazılmış metinlerine alışkın dünyasında olmaması gereken bir kitap gibiydi. Okuduktan sonra durduramadığım düşüncelerim, elinizdeki kitabın ilerleyen sayfalarına doğru yol aldı. Ve yeri gelmişken söylemek isterim, Tanyeli’nin hiçbir yerde bulamadığım bu kitabını Nedret İşli özel kitaplığından getirmeseydi belki de bu yola hiç giremeyecektim.
Bir diğer kitap, Raoul Schrott’un, tarih boyunca şiirin tüm büyük adımlarının izini sürdüğü Şiirin İcadı adlı kitabı yol gösterici, güven ve cesaret verici oldu. Üçüncü zihin açıcı kitap, Thomas Bauer’in 9. ve 10. Yüzyıl Arap Dünyasında Aşk ve Aşk Şiiri adlı, aşk şiirinin başlangıcına Niklas Luhmann’ın sistem kuramı üzerinden baktığı kitabı oldu. Hans Belting’in yüksek ruhlu barış projesi Floransa ve Bağdat, bilmeden model oluşturdu bana. Batı ve Doğu’yu (çatışan değil) işbirliği içinde kuvvetler olarak gösteren bu kitaplar, ister istemez beni dönüştürdü. Batı ile Doğu’yu ayrı değil, ayrıştırılan dünyalar olarak görmemi sağladı. Bir yandan temaslar ve etkileşimler üzerinden birleşen bir hatta ilerledim; diğer yandan ayrı dünyaların nasıl ayrıştırıldığını anlamaya çalıştım.
Olay ufkuyla uzayda, öte tarafındaki olayların görülemediği çünkü bilginin bize ulaşamadığı bir sınır yüzeyi tanımlanır. Bilgi bize sadece taşıyıcısı olan ışıkla geldiğinden, bu sınırın ötesindeki olaylar (yani birtakım nedensellikler) oradan ışık gelmediğinde bilinemez. Evrenin en uzak bölgelerinin bize göre ışık hızından daha büyük bir hızla uzaklaşması nedeniyle oradan yola çıkan ışığın bize hiçbir zaman ulaşamayacak olması böylesi bir durumdur. Dolayısıyla bizden ışık hızıyla uzaklaşan bir sınır yüzeyi, bizim kozmik olay ufkumuzu oluşturur ve ancak bu sınırın bize ait tarafındaki olayları görebiliriz. Türkçe şiirin, içinde kalmaya devam ettiği işitsel paradigma nedeniyle çoktan görsel paradigmaya geçmiş olan Batı şiirinin temel örneklerini göremediğini düşündüğüm için kitabıma böyle bir adı uygun gördüm. Dahası, bu durumun, günümüz Türkçe şiirinin temel krizini oluşturduğunu düşünüyorum.
Bulmak ya da buluşmak
Adres değil, yol tarifi verilir bizde. Adres sadece zarfın üzerine yazmak için, yani yola bizzat çıkılmayacaksa vardır, o kadar. Adres vermek yerine tatlı tatlı yol tarif edilir. Yol tarifi yol gibidir, gittikçe açılır; yolun sorulduğu kişiden soran kişiye doğru bir bilgi akışı, bir hareket halini alır. Ancak tabii bir diyaloğa, bir alışverişe de dönüşebilir. Ana güzergâhlar üzerinden yapılan yol tarifleri, en kestirme yoldan bir miktar uzaklaşır. Yol sorulan kişinin bildiğindense inandığını söyleyebileceğini, bilmediği durumda bile söyleyebileceğini (aksi takdirde bunu sorana bir vefasızlık, hatta bir tanımsızlık olarak görebileceğini), bu yüzden de yanlış yol gösterebileceğini hesaba katmak gerekir. Bu nitelikleri nedeniyle de öznel ve yoruma açıktırlar. Dolayısıyla yol tarifi adresi değil, yol sorulan kişinin tasavvurunda bir akışı bilir. Kendini bu akışa bırakmayı, insanlar arası ilişkiler ağına teslimiyeti gerektirir (sora sora Bağdat bulunur nihayetinde), örneğin “Dümdüz git, çeşmenin oradaki bakkala bir daha sor,” denir (artık “tekel bayisine” veya “kavşaktaki dönerciye sor” deniyor herhalde). Adrese doğrudan götürebilir, dolandırabilir, hiç götürmeyebilir de. Kentin coğrafi koordinatlarından ziyade toplumun sosyokültürel ağında bir yolculuktur.
En kestirme yolun seçimi olmaz yol tarifinde, olsa olsa soru sorulacak kişinin seçimi olabilir. Coğrafi bakışa sahip birisi için mesafeye veya konuma dair muğlaklıklarla doludur yol tarifleri: “Bir sigara içimi mesafede” veya “üniversitenin karşısında” (üniversitenin duvarı yüzlerce metre uzunluğundadır halbuki) gibi coğrafi sistemin insan merkezli deneyimlere çevirisiden doğan kaçınılmaz “hataları” içerir. En güzeli de “köprüye gelince” veya “06’dan sola dön” gibi tariflerdir; oysa köprü görünmez hale getirilmiştir, “06 Büfe” çoktan “Açelya Kafe” olmuştur. Bu “hatalar” tersi bir durumda da en azından böyledir. İnsanların yol tarifiyle anlaştığı bir kültürde doğru adres, yolu uzatacak, hatta bulunmasını olanaksız hale getirecektir.
Bir insan ilişkileri ağında ilerlersiniz, ilerledikçe o ağı siz de örersiniz. Hep iki kişinin konuşması, birinin diğerinden bilgi talep etmesi, diğerinin o bilgiyi ona aktarması biçiminde ilerler. Buna karşın konum alabildiğine soyuttur. Bırakın insanları, binaları bile görmez. İsterseniz bilimsel bir kesinlikle, enlem ve boylamlarla da tarif edebilirsiniz. Ancak kimse böyle yapmaz çünkü bu haliyle iş görmek zordur. Konumlar şehir planına tercüme olur. Bu adres dilinin sözcükleri de sokak adları olur. Böylelikle koordinatlar soyutluğundan sıyrılır ve bir miktar nesneleşir.
Sonuçta yol tarifi dolaylı bir güzergâh ama dolaysız bir insani ilişkilenme demek olabilirken; adres dolaysız bir güzergâh ama dolaylı veya belki hiç olmayan bir insani ilişki demek olabilir. Tabii yol tarifi salt kişilerarası ilişkilenmeyle yapılmaz, kente dair bir sürü öğeyi de (çeşme, okul, eczane, pideci) içerir. Adres de bir yanıyla hep kişisel kalır çünkü konuma dair bir nesnellik, ancak içerdiği kişiselllikle algılanabilir hale gelir; örneğin sokaklara ad verilerek, bu rakamlarla bile olsa. Artık “konum atılan” günümüzde ise yol da adres de bilincimizden sıvışmakta, giderek silikleşen bir arka plana gömülmektedir.
Bir özet çıkaracak olursak: Adres yeri, yol tarifi yolu tarif eder; yani birisi yüzeyde bir noktayı, diğeri bir hattı. Birisi deneyimi önemsizleştirir ve mekânı yabancıya açar, diğeri deneyime yaslanır (ancak o kültür çevresinin içinden ulaşılır kalır) ve yabancıyı denetler. Birisi (coğrafi değilse de) nesnel, diğeri (sosyal değilse de) öznel bir algıyı gerektirir. Birisi sözcüklerle, diğeri sözle yapılır. Birisi kuşbakışını, soyutlamayı, diğeri akışı; biri sınır bilincini, diğeri sınır aşımını (en azından istek ve yanılsamasını) gereksinir.
ERHAN ALTAN
Şiirin Olay Ufku:
Bir Paradigma Değişimi
Everest Yayınları
Eylül 2025
327 s.
Önceki Yazı
“Beni ben yapan arkadaşlarıma…”
Feryal Saygılıgil'in derlediği, önümüzdeki günlerde yayımlanacak olan Arkadaşlık Üzerine'nin önsözünü Tadımlık olarak yayımlıyoruz.
Sonraki Yazı
Haftanın vitrini – 37
Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevlerince bize gönderilen, okumak ve üzerine yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar: Bırakın Size Katılayım / Bir Hayat Nefesi / Boşluğun Güncesi / Çatışma ve Müzakere / Hayvanlara Şiirler / İkinci Geliş / Kavşaktaki Adam / Ölü Kızlar / Piyano Akortçusu / Yaylı Çalgılar Dörtlüsü