Semiha Berksoy:
Singing in Full Colour
“Küratöryel bağlamı ve teorik altyapısı eksik olan bu sergi birçok soruyu beraberinde getiriyor: Bunlar bir opera sanatçısının boş zamanlarında yaptığı resimler mi, yoksa özgün eserler mi? Resimlerin Art Brut ile bir bağlantısı var mı? Eserlerde zaman içinde neden bir değişim söz konusu değil?”

Semiha Berksoy’un “Singing in Full Colour” sergisi, 11 Mayıs 2025 tarihine kadar Berlin’in modern sanat müzesi Hamburger Bahnhof’da sanatseverlerle buluşuyor. Yüzden fazla eserin yer aldığı sergi Semiha Berksoy’un 60 yıllık sanat pratiğini kapsıyor.
Berlin’i tanıyanlar, eski bir tren istasyonu olan ve günümüzde modern bir müzeye dönüştürülmüş Hamburger Bahnhof’un, Berlin’in yeni ana tren istasyonu Hauptbahnhof’un birkaç yüz metre ilerisinde bulunduğunu bilirler. Hamburger Bahnhof’un modern bir müze olduğunu bilmeyenler ise dış cephesindeki neon ışıklarına aldanıp burayı Berlin’in ünlü kulüplerinden biri sanabilirler.
Hamburger Bahnhof’un birinci katına çıkarken kulağınıza duru bir ses geliyor. Çıktığınız her basamakla birlikte şarkı söyleyen kadının sesine daha da yaklaşıyorsunuz. Sergi salonunun kapısını açtığınızda, sizi karanlık bir odada, Semiha Berksoy’un rol aldığı, senaryosunu Nâzım Hikmet’in yazdığı, projeksiyonla beyaz perdeye yansıtılmış siyah-beyaz bir filmin fragmanı karşılıyor. Bir an için bu büyülü, karanlık odada zaman yolculuğuna çıktığınızı düşünebilirsiniz.
Vitrinlerde Berksoy’un parlak gençliğine ait arşiv fotoğraflarının yanı sıra, siyah duvarlarda sanatçının gençlik dönemine ait olmayan, bazıları sanki sinir ve öfkeyle karalanmış renkli kafa çizimleriyle yüz yüze geleceksiniz. Berksoy’un siniri ve öfkesi yaptığı resme mi, yoksa resmettiği kişiye mi yönelik?
Ziyaretçilere Berksoy’u öncelikle bir opera sanatçısı olarak tanıtan antreden arka taraftaki ana sergi salonuna geçiyorsunuz. Aydınlık salonun sağında ve solunda, hardal sarısı renkte, çapraz yerleştirilmiş, gösterişli büyük sergi duvarlarıyla aynı renkteki halı, ziyaretçiyi serginin derinliklerine doğru yürümeye davet ediyor. Bu duvarların her birinde Berksoy’un farklı kompozisyon ve renklerde büyük boy eserleri yer alıyor.
Salonun hemen girişinde, sergiyi gezebilmek için önünden geçmeniz gereken, şase üstünde duran “Annem Ressam Fatma Saime” isimli sunta üzerine yağlıboya tablo, neredeyse koruyucu bir tavırla sanki size “Durun!” diyor.
Resimdeki iki büyük yuvarlak göz dikkat çekici olduğu kadar yorgun ve boş bakışlarla izleyiciyi inceliyor hissi veriyor. Haleyle çevrili portre neredeyse hayalet gibi görünüyor. Küçük yatay bir çizgiyle belirtilmiş kapalı ağız, bir ekleme işareti gibi dikey bir çizgiyle kesiliyor. Saçlar Berksoy’unki gibi su dalgası şeklinde betimlenmiş. Kulaktaki belirgin küpeler ise yüzü süslüyor. Sol göğüs üzerinde açan pembe çiçek, kulaklardan aşağıya doğru uzanan geniş, koyu kırmızı renkli çizgiler tarafından gölgeleniyor. Kurumuş kan izini andıran bu çizgiler izleyicinin üzerinden kolay kolay atamayacağı acı bir tat bırakıyor.
Serginin ikinci bölümünün bu güçlü resimle açılması Berksoy’un diğer eserleri hakkında heyecan ve merak uyandırıyor.
Sergideki birçok resim gibi bu resmin de bir hayli yıpranmış olduğu hemen fark edilen detaylardan biri. Sergi boyunca birçok resmin bu kötü durumu aklıma takılan ilk büyük soru oluyor.
Sergiyi gezdikçe bazen duvarlarda grup halinde, bazen de tek başına asılı olan büyük boy tuvallerde çoklukla kadın figürlerinin işlendiği dikkatimi çekiyor. İlk bakışta renkleriyle göze çarpan bu figürler ikinci bakışta karamsar bir hava içinde, acı çekiyormuş gibi görünüyorlar. Bu eserlerin her birinde, arka planda sebebini bilemediğimiz ama kendini açıkça hissettiren huzursuz ve belirsiz bir duygu hâkim. Beni eserler karşısında rahatsız eden, ressamın yaşamında ne olup bittiğini sorgulamama neden olan tatsız bir his.
Figürlerin çoğu göz bebeklerinden ve canlılıktan yoksun, deforme bedenlerden oluşuyor ve soğuk bir gülümsemeye sahip olsalar da, yine de güçlü bir ifade ve çekim gücü taşıyorlar.
Figürlerini mizahi bir zekâ ve dışavurumcu bir tavırla tuvale aktaran Berksoy, üslubu, renk kullanımı ve eserlerin ikiliğini yakalayan el yazısı yorumlarıyla resimlerinde bir denge kurmayı başarıyor. Resimlerin üzerine düştüğü bazı kısa notlar o günün yorumu gibidir; sanki sanatçının kendisinden değil de dışarıdan birinin resimle olan diyaloğundan doğmuş gibi. Notlar resmedilen kişileri belgeliyor, onları izleyiciye tanıtıyor ve gerçek varlıklarını sanat yoluyla dış dünyaya aktarıyor.
Resimlerin çoğunda sıkça yinelenen bir motif olarak, bazen üst üçte birinde, bazen de alt üçte birinde resimleri ikiye bölen ve figürleri ortadan kesen yatay çizgi dikkati çekiyor. Bu çizgi her ne kadar resme ait gibi görünmese de, sanki bir cümlenin sonundaki nokta işareti gibi resmin tamamlandığını işaret ediyor.
Resmi ikiye bölen bu dikkat çekici çizginin yanı sıra, resimlerin en belirgin ortak özelliği neredeyse çoğunun hasarlı olması. Sanatçıya ait olmayan bu çizikler, çentikler, çatlaklar, dökülen boyalar, yontulmuş köşeler resimlerin karakterine bir hava katıyor olsalar da, eserlerin kötü şartlarda depolandığını açıkça gösteriyor.
Bu sergiyle belli ki Berlinli sanatseverlere Semiha Berksoy’un sanatı tanıtılmak istenmiş. Her iyi müze sergisinde olması gerekeni, yıllardır aramızda olmayan bir sanatçının, tamamlanmış sanatının ressam-çağdaşlarıyla, yeni nesil sanatçılarla nasıl bir diyalogda veya etkileşim içinde olduğunu görememek serginin en zayıf yanı.
Küratöryel bağlamı ve teorik altyapısı eksik olan bu sergi birçok soruyu da beraberinde getiriyor: Bunlar bir opera sanatçısının boş zamanlarında yaptığı resimler mi, yoksa özgün eserler mi? Resimlerin Art Brut ile bir bağlantısı var mı? Eserlerde zaman içinde neden bir gelişim veya değişim söz konusu değil?
Mekân düzeni için şaşırtıcı derecede büyük bir bütçenin harcandığı ve özenin gösterildiği bu serginin amacının Semiha Berksoy’un sanatına dünya sanatında ya da en azından Türkiye sanatında bir yer bulmak, onun sanatına ışık tutmak olmadığı ne yazık ki çok açık ortada.
Eğer serginin amacı Semiha Berksoy ile Berlin arasındaki ilişkiyi vurgulamaksa, doğru adres Hamburger Bahnhof değil, Berlinische Galerie olmalıydı. Böyle bir fırsatın kaçırılmış olması büyük bir kayıp.