• HAKKINDA
  • YAZARLAR
  • YAZILAR
  • İLETİŞİM
  • DENEME
  • DOSYALAR
  • EDİTÖRDEN
  • ELEŞTİRİ
  • ENGLISH
  • EVVEL ZAMAN
  • HABERLER
  • HER ŞEY
  • İNCELEME
  • KİTAPLAR
  • PORTRE
  • SANAT
  • SİNEMA-TİYATRO-TV
  • SÖYLEŞİ
  • SORUŞTURMA
  • SPOR
  • TADIMLIK
  • TARTIŞMA
  • VİDEOLAR
  • VİTRİNDEKİLER

Rober Haddeciyan’a veda ederken:

Tavanın Öte Yanı’nda bekleyen kadın

“Tavanın Öte Yanı yalnızca bir yasın romanı değildir. Yası tutulan babayla birlikte bir kimliğin, aidiyet biçiminin ve kadınlık deneyiminin de derinlemesine irdelendiği bir hafıza metnidir.”

Rober Haddeciyan

BETÜL BAKIRCI

@e-posta

ELEŞTİRİ

11 Eylül 2025

PAYLAŞ

6 Eylül Cumartesi günü, 20. yüzyıl Ermenice edebiyatın en üretken kalemlerinden Rober Haddeciyan’ı yitirdik. 6 Ocak 1926’da Bakırköy’de dünyaya gelen Haddeciyan, Pangaltı Mıkhitaryan Ermeni Okulu’nda eğitim gördü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe-Psikoloji Bölümü’nden 1950’de mezun oldu. Okul yıllarında edebiyata olan ilgisi ve yeteneğiyle dikkat çeken Haddeciyan, kendisini tamamen Ermenice edebiyata adayarak Zahrad, Zareh Khrakhuni ve Varujan Acemyan’la birlikte günlük Ermenice Marmara gazetesinin edebiyat sayfalarını hazırlamaya başladı.

Rober Haddeciyan

1967’den itibaren Marmara’nın yayın yönetmenliğini üstlenerek günlük toplumsal meselelere dair köşe yazıları kaleme aldı ve ayrıca çeviri çalışmalarında bulundu. 1983’te en önemli eseri kabul edilen Arasdağı (Tavan) yayımlandı. Vasdag (Kazanç) adlı eseri 1976’da, Arasdağı ise 1983’te, merkezi ABD’de bulunan Alek Manukyan Vakfı Edebiyat Fonu’nun birincilik ödülüne layık görüldü. Ermenice edebiyata, kültür-sanat ve toplumsal hayatına eşsiz katkılarda bulunan Haddeciyan’ın roman, öykü, eleştiri, deneme, oyun ve gazete yazısı türünde yüzden fazla kitabı vardır. Başyapıtı Tavan, 2018’de Anahid Hazaryan tarafından, Tavanın Öte Yanı (Arasdağin myüs goğmı) ise 2025’te Rober Koptaş tarafından Türkçeye çevrilerek Aras Yayıncılık tarafından yayımlandı. Haddeciyan hem bireysel hem toplumsal hafızada derin izler bıraktı...

 
 
 

 

[…] Bekleyişte olmak, beklemek demektir ve beklemek de bakmak, ötekine bakmak ve bakılmayı beklemek demektir. Bir başkasının bir şeyler söyleyecek ve dikkat gösterecek bakışının bekleyişi, elbette ki en sade ve en sıradan bekleyişlerden biridir. [1]

Öyle ki, bu bekleyiş kimi zaman insanı zamanın ve mekânın dışına sürükleyerek ‘şimdi’nin dışına iter ve onu belli belirsiz bir karaltının içinde umutsuzlukla baş başa bırakır. Tavanın Öte Yanı, Satenik’in bekleyişinin romanıdır. Yıllar önce yatağa bağlı yaşayan babasını İstanbul’da, hastanede bırakmış, kocası Hagop’un kararıyla, en çok da oğlu Rupen’in geleceği için Kanada’ya göç etmiş, oradayken babasının ölüm haberini almıştır. Bu zorunlu göçle hem hakiki memleketini hem de babasını, yani Ermenicesiyle hem hayrenikini hem hayrigini kaybeden Satenik’in belleği, ona musallat olan hatıralar tarafından ele geçirilir. Roman, Satenik’in ilkokul yıllarından itibaren yaşadıklarına, ilk gençlik deneyimine, ilk aşkına ve cinsel deneyimine değin türlü anılarla örülüdür. Ancak temel anlatı daima “baba”ya doğru götürür okurunu. Merkezde daima o vardır. Baba yalnızca bir figür değil, kimliğin, aidiyetin ve geçmişin taşıyıcısıdır. Kanada’ya taşındığı ilk günden beri kahvesini almayı alışkanlık haline getirdiği markette –Türk ve Ermeni kahvelerini karıştırarak içmektedir– tezgâhtarla arasında geçen diyaloglarda dahi “baba” oradadır.

Eugenio Borgna bekleyişten bahsederken Tavanın Öte Yanı’nın Satenik’inden bahseder gibidir:

“Memleket hasreti değil mi?”

Elbette. Ama sadece memleket hasreti mi? Süpermarketin kahve reyonu sanki babamın güzel günlerdeki güleç yüzünü, sevgi ve şefkat dolu unutulmaz hayalini yansıtan büyük bir fotoğrafının asılı olduğu bir köşe. Hastane yatağına bağlanıp bütün günü hareketsizce tavana bakarak gelmiş ve gelecek hayatını izlemeye mahkûm olduğu zamanlardan önceki günlerde çekilmiş bir fotoğraf. Süpermarketin kahve reyonunda, tezgâhtar kızın tam arkasındaki cam bölmelerden oluşan haritanın üstünde babamın işte o mutlu günlerden kalma hayalî bir portresi asılı. Öyleyse bu sadece bir memleket hasreti değil, aynı zamanda babama da, babamla bağlantılı bütün bir tarihe de hasret. İşte benim kahveyi neden mutlaka oradan almam gerektiğinin açıklaması. Orada babam kızının gelip kahve almasını günlerce bekliyor. [1]

Rober Haddeciyan
Tavanın Öte Yanı
çev. Rober Koptaş
Aras Yayıncılık
Mayıs 2025
225 s.

Anlaşılan bekleyiş tek taraflı değildir Satenik için. Gediklisi olduğu market, onun belleğinde geçmişine dair bir metafora dönüşür. Hayrenik ile hayrig arasındaki görünmez köprüyü kuran, onu hay olmaya –yani Ermeni olmaya– kadar götüren bir metafor. Belki de roman boyunca Satenik üzerinden okuduğumuz göçmen olmanın zorluğuyla gelen yabancılaşma, başka bir ifadeyle hiçbir yere tam olarak ait hissedememe hali hayrenikin ve hayrigin kaybıyla birlikte haylığı da kaybedecek olmanın yarattığı bir ıstıraptır. Zira Satenik’in en büyük korkusu, iyi bir eğitim alsın diye yaban diyarlara göç ettikleri oğlunun anadilini, köklerini, kültürünü unutmasıdır. Çünkü Kanada’ya gelip oraya uyum sağlayacağım diye öz kültürlerini feda edenlerin sayısı çoktur. İlkokul arkadaşı Matild de oraya uyum sağlayıp kendine bir Peter bulmuştur: “Artık burada bizim kızların çoğu için bir Ermeni’yle ya da bir yabancıyla evlenmek arasında hiçbir fark olmadığını biliyorum. Hiçbir fark yok, çünkü öyle ya da böyle, bütün yollar aynı yere çıkacak. Yani yabancılaşmaya doğru” der Satenik kendi kendine, Matild’le konuştuktan sonra. Kökleri Anadolu’ya dayanan, ömrü boyunca İstanbul’da yaşamış bir Ermeni kadın olarak arkadaşının bu yabancı memlekete bu denli uyum sağlamasını bir türlü kavrayamaz. Satenik için bu hem şaşkınlık vericidir hem de sarsıcıdır. Çünkü onun gözünde burada mutlu olmak demek, geçmişinden, anadilinden, köklerinden vazgeçmek demektir. Oysa kendisi ne tam anlamıyla Ermeni kalabilmiş ne de Ermeniliğinden bütünüyle vazgeçebilmiştir. Bu sıkışmışlığı zamanla bir iç hesaplaşmaya dönüşür.

Romanın ana eksenini oluşturan kimlik meselesi, yalnızca göçmenliğin yarattığı kültürel çelişkilerin yansıması olarak çıkmaz karşımıza. Aynı zamanda Satenik’in Kanada’ya yerleşmesine rağmen ruhen ve zihnen oraya ait olmayı reddedişinin de göstergesidir. Uyum sağlamaya gösterilen direnç ya da Satenik’in deyimiyle “oradaki mutsuzluk hali” bir başarısızlık hikâyesi değildir, bilinçli bir seçimdir. Zira Kanada’da kurulacak her yeni bağ, onu geçmişinden ve kimliğinden biraz daha uzaklaştıracağı için tehditkârdır. Türlü direnç mekanizmaları geliştirir. Matild’in unutmaya çalıştığı geçmiş günleri inatla gün yüzüne çıkarmak, Noel’de kermeslere katılarak Ermeni kültürünü yaşatmaya çalışmak, Peter’a her yıl Noel’de çok sevdiği anuşaburu, yani aşureyi pişirmek, Rupen’in kız arkadaşı seçimlerinden kaygı duymak –yeni girl friend Kanadalı bir ailenin kızıdır– onun için her şeye rağmen Ermeni kalmanın yollarıdır. Şimdi meselenin biraz da tehditkâr olan kısmına bakalım: Kanada, Satenik’le babasının daimi ayrılığına neden olan memlekettir. Babası bir gün hasta yatağında henüz ilkokul öğrencisi olan Rupen’le konuşurken, torunu ağzından İngilizce öğrendiğini kaçırır. İngilizce ona Kanada’da lazım olacaktır. Dede Ermenice pratik yaparak torunuyla bağ kurmaya çalışırken damdan düşen İngilizce, aslında ailesinin onu orada, geride, Surp Pırgiç Hastanesi’nin bir odasında bırakacağının habercisidir. Bu noktada artık dil yalnızca iletişim değil, aidiyet sorunu haline gelir.

Tam da bu yüzden, Satenik’in babayı ve memleketi yaşatma çabası, kaybettiklerini kabullenmekten ziyade bekletmektir. Bir gün memlekete gidecek olmayı beklemek, babayla kavuşmayı beklemek, Rupen’in Ermeni bir kızla evlenmesini beklemek, Kanada’yı bırakmayı beklemek, Matild’in “Sen haklısın, ben de burada mutsuzum” demesini beklemek, Hagop’un onu sevmesini beklemek… Tüm bu bekleyişler, karakterin içine sıkıştığı, ancak dışına da çıkamadığı bir zaman döngüsüne dönüşür.

Maurice Blanchot’nun söylemiyle:

Beklemek, sadece beklemek. Yabancı bekleyiş, tıpkı mekânın her noktasının mekâna her bakımdan benzemesi ve bu noktaların baskı yapmadan devamlı baskı yapışı gibi, her ânında aynı olan bekleyiş. Önceden içimizde olup da, şimdi dışarıya geçmiş yalnız bekleyiş, bizi bekleyecek hiçbir şey bırakmadan bekleyişimizin dışında beklemeye mecbur eden, bizsiz biz bekleyişi.[2]

Satenik’in yaşamı boyunca taşıdığı en büyük yüklerden biri, babasının ona küçük yaşlardan itibaren telkin ettiği “örnek bir Ermeni kadın” olma idealidir. Baba için Ermeniliği korumak ailenin kadınından geçer. Satenik’e de bunun taşıyıcısı olarak sadakati, sessizliği, bağlılığı öğütler. Ve kadın, babasının ve Ermeniliğin gölgesinde, kendi hayatını yaşamakla makbul olanı yerine getirmek arasında sıkışır kalır. Kanada’da Hagop’un sadakatsizliğini öğrenmesine rağmen onu terk etmemesi, tam da bu öğretilere sadık kalışına örnektir. Çünkü evliliği bozulursa, yaşamını adadığı yapı da dağılacaktır. Hagop’un sadakatsizliği onu hayal kırıklığına uğratsa da, aile bütünlüğünü korumak ona düşer. Bu yüzden yine ‘bekler’, Hagop’un dönmesini günlerce bekler. Hagop gelmeyeceğini söylemesine rağmen bekler.

Oğlu Rupen büyümeye başladıkça, Satenik için başka bir korku daha belirir. Rupen’in kendi sınırlarını çizmeye başlaması, Kanadalı bir kızla flört etmesi, içinde derin ama sözle ifade edilmeyen bir kayıp duygusu yaratır. Bu, sıradan bir gönül meselesinden öte gelecek neslin kimliğine dair belirsizliğe işarettir. Zira babayla birlikte kaybedilen yalnızca bir insan değil, aynı zamanda bir kültür, bir coğrafya, bir dil ve bir bellektir. Şimdiyse bu mirası taşımayı isteyip istemediğini bilmediği bir gelecek neslin ihtimaliyle yüzleşmektedir. Ne var ki, Satenik bu kaybın yasını da tutamaz. Çünkü ortada ne hakiki manada bir ölüm vardır ne de kaybın kendisi sesli bir şekilde dile getirilmiştir. Satenik babanın yasını dahi gizlice tutar, acısını dillendirmez.

Özgün adı Arasdağin myüs goğmı olan Tavanın Öte Yanı, 2000 yılında Ermenice olarak Murat Ofset tarafından yayımlandı. Rober Haddeciyan’ın Aras Yayıncılık tarafından 2018’de yayımladığı Tavan’ın (özgün adı Arasdağı; ilk basım Telos, 1997; çev. Anahid Hazaryan) devam romanı olan kitap, yine Aras Yayıncılık tarafından mayıs ayında Rober Koptaş çevirisiyle Türkçe okurla buluştu. Bu roman yalnızca bir yasın romanı değildir. Tavanın Öte Yanı, yası tutulan babayla birlikte bir kimliğin, aidiyet biçiminin ve kadınlık deneyiminin de derinlemesine irdelendiği bir hafıza metnidir. Roman Satenik’in kişisel hikâyesi üzerinden hem göçün hem kaybın hem de kültürel belirsizliğin izini sürer. Bekleyişin, yalnızlığın ve belki de en çok dile gelmeyen yasların anlatısıdır bu. Çünkü yas, ancak ad verilebilen bir kaybın ardından tutulabilir. Oysa Satenik’in kaybı çok katmanlıdır. Bu sessizliğin içinde ne geçmişi gerçekten bırakabilir ne de geleceği inşa edebilir. Böylece yas bir kapanış değil, sürekli ertelenen, sürekli büyüyen bir gölgeye dönüşür romanda. Adı konamayan bu kayıp hem kişisel hem de kolektif bellekte yankılanan bir boşluk yaratır. Bu yüzden Satenik’in bekleyişi, birinin dönmesini umut etmekten çok, kaybın nihayet tanınacağı bir ânın hasretidir.

 

NOTLAR

[1] Eugenio Borgna, Bekleyiş ve Umut, YKY, İstanbul, 2025, s. 87.

[2] a.g.e., s. 79.

 

* Bu yazının ortaya çıkış sürecinde sevgili Rober Koptaş hem yorumlarıyla hem de bir editör olarak katkılarıyla büyük destek verdi. Kendisine teşekkür ederim.

Yazarın Tüm Yazıları
  • Rober Haddeciyan
  • Tavan
  • Tavanın Öte Yanı

Önceki Yazı

DENEME

Bir faşiste dönüşmeden

Bir Vatan Nasıl Sevilir

“Tüm ruhunla sevebileceğin, yani ruhunun en mahrem 'bitkisel parçası'nı da etkileyen herhangi bir yer vatanın olabilir mi?”

ASLI GÜNEŞ

Sonraki Yazı

ELEŞTİRİ

Yazarlar ve Leviathan'ın izinde modern politik edebiyat:

Orwell’in denemelerinde yazarın politik konumlanışı

“George Orwell’i yalnızca distopyaların yazarı olarak gören dar bakışın ötesinde, onu bir düşünür, bir tanık ve bir muhalif olarak yeniden değerlendirmeye bir davet bu eser...”

ALTAR KAPLAN
  • P24 Logo
  • Hakkında
  • İletişim
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram

© Tüm hakları saklıdır.
Designed by Katalist