• HAKKINDA
  • YAZARLAR
  • YAZILAR
  • İLETİŞİM
  • DENEME
  • DOSYALAR
  • EDİTÖRDEN
  • ENGLISH
  • GASTRONOMİ
  • EVVEL ZAMAN
  • HABERLER
  • HER ŞEY
  • KİTAPLAR
  • KRİTİK
  • PORTRE
  • SANAT
  • SİNEMA-TİYATRO-TV
  • SÖYLEŞİ
  • SORUŞTURMA
  • SPOR
  • TADIMLIK
  • TARTIŞMA
  • VİDEOLAR
  • VİTRİNDEKİLER

Richard Zenith’le söyleşi:

“Pessoa’nın sinematografik bir yaşamını inşa etmek...”

“Ben Pessoa’nın gerçekten bir hayatı olduğunu göstermek istedim; dışarıdan bakıldığında sade ve heyecansız görünen ama iç dünyası son derece fırtınalı ve duygularla dolu bir hayat. Pessoa edebiyat uğruna yaşamından vazgeçmedi; aksine, edebiyatı kullanarak hayatını ifade etti ve genişletti.”

Richard Zenith, fotoğraf: Ricardo Lopes / Fernando Pessoa’nın portresi, José de Almada Negreiros, 1964, tuval üzerine yağlıboya.

EYLÜL GÖRMÜŞ

@e-posta

SÖYLEŞİ

29 Mayıs 2025

PAYLAŞ

Geçtiğimiz yaz Richard Zenith imzalı, 974 sayfalık bir Fernando Pessoa biyografisinin dilimize çevrildiği haberini aldığımda yaşadığım heyecanı çok net hatırlıyorum. Heyecanıma eşlik eden bir büyük duygu da meraktı. Edebiyat tarihinin en esrarengiz, en anlaşılması güç, en eksantrik figürlerinden birine dair bu kadar kapsamlı bir kitap nasıl mümkün olabiliyordu? Yazdığı şeyleri hâlâ tam olarak tasnif edemediğimiz, özel hayatına dairse çok daha az şey bildiğimiz bu adamı sonunda sahiden anlayan ve anlatabilen bir kitap mıydı karşımızdaki? Nihayet bu gizemli zihnin içine doğru bir yolculuk yapabilecek miydik?

Bu sorular eşliğinde aldım kitabı ve okumaya başladım. Son cümlesini okuyup kapağını kapattığımda, hayatım boyunca Fernando Pessoa’yı anlamaya en yakın olduğum anda olduğumu hissettim. Bu ele avuca sığmaz, kaygan, oyunbaz, hüzünlü adamın hayatını kana kana içtim resmen ve kitap bittiğinde kafamda bakışı, sesi, teni, tebessümü ve hatta kokusuyla son derece kanlı-canlı bir adam imgesinin belirdiğini fark ettim. Bir biyografi yazarından bundan daha fazla ne beklenebilir?

Hayatımda ilk defa bir biyografi yazarının biyografisini merak ederken buldum kendimi. Kimdi bu adam? Böyle devasa bir işe girişmiş ve altından layıkıyla kalkmış biri nasıl bir insandı acaba?

1956 yılında Washington’da doğan Richard Zenith, genç yaşlarından itibaren edebiyata duyduğu derin ilgiyi bir meslek olarak inşa etmeyi başarmış. Üniversite eğitimini Harvard’da tamamladıktan sonra Pessoa’nın sözcükleriyle tanışması her şeyi değiştirmiş. Zenith, Portekizceden İngilizceye yaptığı başarılı çevirilerle tanınmış, ancak onun en büyük mirası Fernando Pessoa’nın eserlerini İngilizce konuşan dünyaya kazandırması olmuş.

Richard Zenith bir çevirmen, bir biyografi yazarı, bir araştırmacı; fakat tüm bu tanımlamalar onun Pessoa’nın dünyasında açtığı devasa kapıları anlatmaya yetmez. Zenith edebiyatın uçsuz bucaksız atlasında, Fernando Pessoa’nın parçalanmış benliklerini titizlikle bir araya getiren, onun karmaşık ruhunu dilden dile taşırken anlamın ince damarlarını keşfeden bir arkeolog, bir kâşif belki. Kendi ifadesiyle Pessoa tarafından “ele geçirildikten” sonra Lizbon’da yaşamaya başlamış, hayatını Pessoa’ya adamış müstesna bir figür.

Zenith’in 2021 yılında yayımlanan ve 2024’te Everest Yayınları tarafından Can Sezer’in kusursuz çevirisi ve Emre Tokcael’in titiz editörlüğüyle Türkçeye kazandırılan kitabı Pessoa, yalnızca Pessoa’nın hayatını anlatmakla kalmıyor; onun hayal gücünden doğan heteronimleri, Lizbon’un çeperlerinde şekillenen sanrılı dünyasını ve yaşamının ardındaki gizemleri de derinlemesine ele alıyor. Zenith, Pessoa’nın yarattığı karakterleri edebi birer gölge değil, bağımsız kimlikler olarak sahneye çıkarıyor. Pessoa’nın yarattığı çok katmanlı benlikler Zenith’in kaleminde somutlaşıyor.

Malum sebeplerden iptal edilen söyleşinin afişi.

Ben kitabı okur ve Pessoa’ya ayrı, Richard Zenith’e ayrı hayran olurken, yayınevinden yazarın İstanbul’a geleceği haberini aldım. Şans perisi yanımdaydı, olaylar gelişti. Richard Zenith ile 22 Mart’ta İstanbul’da okurlara açık bir söyleşi yapmaya karar verdik. Bu soruların hepsini kendisine orada soracaktım, muhtemelen katılımcılardan gelecek sorularla sohbet daha da zenginleşecekti. Ancak 19 Mart’ta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması ve sonrasında gelişen sokak eylemleri nedeniyle söyleşiyi iptal etmek durumunda kaldık. 23 Mart günü, kendisi Portekiz’e dönmeden yüz yüze görüşüp sohbet etmek için sözleştik, ancak o sabah gelen tutuklama haberleri ve şehrin ayağa kalkmasıyla bunu da iptal etmek durumunda kaldık, Richard Zenith de İstanbul’un tarihinin çok enteresan bir ânına tanıklık etmiş vaziyette şehrimizle vedalaştı. Şans perisi beni terk etmişti ama teknoloji imdadıma yetişti ve bu olağanüstü insanla en azından e-posta üzerinden bir söyleşi gerçekleştirebildik.

Daha fazla uzatmayayım. Richard Zenith’le Pessoa’yı, Pessoa’yı anlamayı, biyografi yazmanın inceliklerini ve daha nice şeyi konuştuğumuz söyleşimizi size emanet ediyorum. Dilerim sizin için de, benim için olduğu kadar ufuk açıcı olur.

 

 
 
 

İki temel soruyla başlamak istiyorum: Neden ve nasıl? İnsan neden, hangi itkiyle böyle devasa bir işe girişir ve hayatının büyük bir kısmını nasıl buna vakfeder? Yaptığınız iş o kadar ilham verici ki, bunu sormadan başlayamazdım.

Fernando Pessoa’nın bir hayatı olmadığı, kendini edebiyatına feda ettiği, tüm tutkusunu ve enerjisini oraya yönelttiği, gerçek yaşamının ise donuk, boş, neredeyse yok denecek kadar silik olduğu fikri uzun süredir dolaşımda. 20. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış Portekizli yazar ve eleştirmen Jorge de Sena, bu fikri “Fernando Pessoa, Asla Var Olmamış Adam” başlıklı ünlü bir denemesinde özetlemişti.

Richard Zenith
Pessoa
çev. Can Sezer
Everest Yayınları
Temmuz 2024
974 s.

Ben ise Pessoa’nın gerçekten bir hayatı olduğunu göstermek istedim; dışarıdan bakıldığında sade ve heyecansız görünen ama iç dünyası son derece fırtınalı ve duygularla dolu bir hayat. Pessoa edebiyat uğruna yaşamından vazgeçmedi; aksine, edebiyatı kullanarak hayatını ifade etti ve genişletti. Örneğin pek bir aşk hayatı olmadı ve büyük ihtimalle hayatını bâkir olarak tamamladı ama yazılarında aşkı, cinselliği ve arzusunu derinlemesine inceledi ve kendi sade yolunu böylece kabullendi.

Neden sorusunu yanıtladığıma göre şimdi de nasıl kısmına geçeyim. Kitabın önsözünde bir yerde, “Pessoa’nın sinematografik bir yaşamını inşa etmeye çalıştığımı” söylüyorum. Başka bir deyişle, anlatmak yerine göstermeyi istedim. Okuyucuların Pessoa’yı gözlerinde canlandırabilmesini ve kendi fikirlerini oluşturabilmesini amaçladım. Bir bakıma, yazmaya başlarken Pessoa hakkında bildiğim her şeyi unutmaya çalıştım ki, bu adamı ilk kez keşfeden okuyucunun konumuna geçebileyim. Pessoa’ya önyargısız yaklaşmak ve ortaya ne çıkacağını görmek istedim. Elbette kimi zaman araya girerek yorumlarımı ifade etmekten imtina etmedim, çünkü bazı noktaları birbirine bağlamam gerekti. Ama aşırı yorum yapmaktan kaçındım ve dar okumalardan uzak durdum. Sinematografik yaklaşımım aynı zamanda film yapımında olduğu gibi, birçok sahnenin “kurgu odasında” kesilip atılmasını da gerektiriyordu! Yine de kitap başlangıçta öngördüğümün iki katı uzunluğa ulaştı. Zira Pessoa’nın hayatı gerçekten zengin ve karmaşık.

O halde tam bu noktada şunu sorayım: Bir biyografi yazarı, öznesiyle nasıl ilişkilenir ve sizinki nasıl oldu? Örneğin hayatı boyunca seyahat etmekten kaçmış, tüm fırsatları tepmiş bir adamın peşinde, siz doğduğunuz ülkeyi terk edip bir başka hayat dahi kurmuşsunuz. Pessoa’da kendinize benzettiğiniz ve benzetmediğiniz yanlar neler?

Pessoa’ya ilk kez Brezilya’da yaşarken okur olarak ilgi duydum; Portekizceyi de orada öğrendim. Daha sonra çevirmen olarak ilgim derinleşti. Ama onun eserlerinin editörlerinden biri, el yazmalarının deşifrecisi, Pessoa sergilerinin küratörü, eleştirmeni ve sonunda biyografi yazarlarından biri olacağımı hiç düşünmemiştim. Sanki Pessoa beni takip etti, hayatımı ele geçirdi, tahakkümü altına aldı. İkimiz çok farklıyız – ben onun kadar hayal gücüyle yaşayan biri değilim, ete kemiğe bürünmüş gerçekliğe ihtiyaç duyarım. Ama bir ortak noktamız var: Pessoa bu dünyada hiçbir şeyin gerçekten önemli olmadığına inanırdı, çünkü hepimizin ve hatta dünyanın da bir gün öleceği bilgisine sahipti. Ama yine de her şeyi çok önemliymiş gibi yaşardı. Ben de hep öyle oldum; özellikle de Pessoa’yla bu kadar içli dışlı olduktan sonra daha da fazla…

Fernando
Pessoa, 1915.

Benzemeyen yönlerinize ben de bir tane eklemek istiyorum: Sabrınız! Kitabınız hayranlık verici bir emeğin ürünü; üzerinde neredeyse 15 yıla yakın çalışmışsınız. Merak ediyorum, başladığı pek çok projeyi yarım bırakan, hatta kimilerine sadece önsöz yazıp hiç başlamayan bir insana dair yazarken motivasyonunuzu ve disiplininizi nasıl korudunuz? Buradaki ironi üzerine düşündünüz mü süreç içinde?

Açık konuşmam gerekirse, o yılların çoğunda başarmayı hedeflediğim şeyi gerçekleştirebileceğimden çok şüpheliydim. Evet, önceki biyografilerden daha iyi olacağı kesindi; çünkü ben ve başka araştırmacılar son yıllarda pek çok yeni bilgiye ulaşmıştık. Ama Pessoa öyle içine kapanık ve kaçıngan biri ki, kişiliğini kavramakta başlangıçta çok zorlandım. Pessoa’nın kalbi onun hayal gücünde atıyordu ve bu hayalî yaşamı yazılı sayfalarda ilgi çekici bir biçimde aktarmak kolay değildi. On yıl kadar çalıştıktan sonra hâlâ zaman zaman bu projeye devam edip etmemeyi sorguladığım anlar oldu. Pessoa’nın kendi eserlerini tamamlamamış olması, bu süreçte bana eşlik eden büyük bir ironi oldu sahiden. Fakat sonunda doğru sesi ve doğru bakış açısını buldum.

Kimi biyografi yazarları bilgiye ve belgelere odaklanıp teknik bir çalışma yapar, kimiyse öznesinin büyüsüne kendini çok kaptırır ve metni farkına bile varmadan, kendi subjektif görüşlerinden ve duygularından örüverir. Bence sayısı çok da fazla olmayan iyi biyografilerse bu dengeyi kurabilenlerdir. Sizinki kesinlikle onlardan biri. Pessoa’yı bir edebiyatçı ve bir insan olarak da çok sevdiğiniz anlaşılıyor ama somut bilgilerden de kopmuyorsunuz. Bu dengeyi nasıl kurdunuz?

Fernando Pessoa, 1898.

Salt belgelerle örülü bir anlatı kuru ve cansız olurdu. Bir insanın yaşamı bir hikâyedir ve hikâye gibi anlatılmalıdır. Ben bunu kısmen bağlamları dahil ederek yaptım, Pessoa’nın yaşamını geçirdiği yerleri ve zamanları anlattım. Bunlar (başta Lizbon ve çocukluğunu geçirdiği Güney Afrika) hem onun edebi dehasını şekillendiren doğal ortamlardı hem de kendi başlarına zaten büyüleyici mekânlar. Bana kalırsa, bir tür hayranlık ya da tutku hem bilimde hem sanatta, anlamlı her çalışma için gereklidir ama bir biyografi yazarı, öznesine fazlaca kapılırsa eleştirel bakışını kaybeder ve ortaya bir aziz biyografisi çıkıverir. Pessoa’nın kusurları ve zayıflıkları vardı; bu da onu daha insani ve bu yüzden daha hayran olunası kılıyor aslında. Yani o tüm kusurlarına rağmen bir dehâ olmayı başardı. Ben de onu tüm karmaşıklığıyla yansıtmak istedim.

Somut bilgiler ve hakikatler demişken… Her tarih yazıcısı bilir ki, nesnel gerçeklik elde etmesi epey güç hatta belki de imkânsız bir şeydir. Siz ise hakikati durmadan eğip büken, alternatif hakikatler ve hayatlar üreten bir figür üzerine çalıştınız. Pessoa’nın binbir alternatif gerçekliği arasında gezinmek ve oradan bu metni süzmek nasıl bir deneyimdi? Pessoa’nın otobiyografik unsurlar içeren edebi metinlerini biyografik kaynak olarak kullanırken nasıl bir yaklaşım benimsediniz? Kurguyla gerçek arasındaki sınırı nasıl belirlediniz? “Eserlerinde otobiyografik unsurlar var, ama genellikle çarpıtılmış bir şekilde” diyorsunuz bir yerde örneğin. Bunları nasıl tespit ettiniz?

Evet, tarif ettiğiniz şey özellikle de Pessoa gibi biri hakkında yazan bir biyografi yazarının karşılaşabileceği en büyük zorlukların başında geliyor. Pessoa bir keresinde, kendine saygısı olan bir entelektüelin aynı gün içinde birkaç kez fikir değiştirme yükümlülüğü olduğunu söylemişti. Sorun yalnızca Pessoa’nın çelişkili beyanları ya da edebi üretimi için çarpıttığı otobiyografik ayrıntılardan da ibaret değil. Ailesi ve arkadaşları da zaman zaman çelişkili, hatalı, hatta kimi zaman hayal ürünü ya da düpedüz yanlış bilgiler aktardılar. Pessoa’nın eserlerine ve yaşamına dair ayrıntılar içinde yıllar geçirerek –umarım!– muhtemel doğruları olası kurgulardan ayırt edebildim. İhtiyatlı olmayı tercih ettim.

Fernando Pessoa, Lizbon, 1929.

Buradan şuraya gelmek istiyorum: Yazdığınız kitap aslında bir değil, birden fazla insanın biyografisi. Pessoa heteronimlerine bağımsız hayat hikâyeleri yazdığı için, onun biyografisini yazarken bir yandan heteronimlerin hayat hikâyelerini de takip ediyor, o parçaları da birleştiriyorsunuz. Bu “biyografi içinde biyografi” yazma sürecinden biraz bahsedebilir misiniz?

Evet… Malum, Pessoa politik ve dinî görüşleri farklı, yazı tarzları tamamen kendine özgü ve ayrı yaşam öyküleri olan kurgusal yazarlar (heteronimler) yaratmasıyla meşhur. Başlıca heteronimleri Portekizlidir. Erken dönemdekilerin bazıları İngiliz, biri ise Fransızdı. Pessoa başlıca heteronimlerin –Alberto Caeiro, Ricardo Reis ve Álvaro de Campos– kendisinden çok farklı kişilikleri olduğunu iddia etmişti, ama bu karakterler ve daha küçük heteronimler aslında onun kendi iç dünyasının ifadeleri ve uzantılarıydı. Hiçbiri evlenmemişti, çoğu yaşça Pessoa’ya yakındı; onun kişiliğinin abartılmış yönlerini taşıyor ya da onun bir köşesinde kalmış, olmak istediği şeyi temsil ediyorlardı. En coşkulu heteronim olan Álvaro de Campos dünyayı dolaşan, aktif bir aşk hayatı olan bir figür olarak Pessoa’nın tam zıddı gibi görünür. Ama ben onun tüm heteronimler arasında en çok “Pessoan” olanı olduğunu öne sürüyorum. Freud’un deyimiyle, Campos onun “id”iydi; kişiliğinin içgüdüsel, spontane parçasıydı, ki Pessoa bunu gerçek hayatta dile getiremeyecek kadar çekingen biriydi. Heteronimlerin izini sürmek demek, sonuçta Pessoa’nın kendi hayatının ve iç dünyasının izini sürmek demektir bence.

Kitapta da Pessoa’nın heteronimlerinin “edebiyat üretmek için dâhiyane araçlar” olduğunu söylüyorsunuz ve “aynı zamanda kendini tanımasına olanak sağladıklarını” da belirtiyorsunuz. Bunu biraz daha açabilir misiniz?

Heteronimlerin nasıl edebi araçlar olduğunu anlamak için Ricardo Reis örneğini ele alabiliriz: Horatius tarzında yazılmış, neredeyse 200 enfes od sahibi, klasikçi bir karakter. Pessoa, “Portekizce yazan bir Yunan Horatius’u” dediği Reis’i yaratmamış olsaydı, tüm bu dizeleri yazar mıydı? Elbette yazmazdı! Pessoa-Reis’in bir rolü, yerine getirmesi gereken bir senaryosu vardı. Diğer heteronimler için de durum buydu; bu karakterler Pessoa’nın edebiyatını en iyi biçimde üretmesini sağlayan kaynaklardı.

Onların Pessoa’nın kendini keşfetme aracı oluşuna gelirsek… Biyografinin İngiltere baskısındaki başlığına bakalım: “Pessoa: Deneysel Bir Hayat.” Her bir heteronim, Pessoa’nın kendini araştırmak için kullandığı bir tür deneydi. Belirli bir heteronime kendi kişilik özelliklerini ya da tutkularını yükler, onu belirli bir duruma yerleştirir ve sonra neler olacağını gözlemlerdi.

Siz zaten çok uzun yıllardır Pessoa üzerine araştırmalar yapan ve eserlerini çeviren bir insansınız. Ancak bu biyografi için çalışırken kendisine dair çok fazla yeni şey öğrendiğinizi tahmin ediyorum. Pessoa’ya dair algınız araştırma süreciniz boyunca olumlu veya olumsuz anlamda değişti mi? Sizi nerelerde şaşırttı? Ya da hayal kırıklığına uğradığınız yerler oldu mu?

Elbette pek çok küçük ayrıntı keşfettim; bunlar da birleşerek Pessoa’nın daha canlı, elle tutulur, insani bir portresini ortaya koydu. Onun ruhsal ve siyasi yolculuğuna dair çok daha net bir fikir edindiğimi söyleyebilirim süreç içinde. Siyaseten bakarsak, 1910’da monarşiyi deviren cumhuriyetçileri hararetle destekleyen Pessoa, 1920’lerin başlarına gelindiğinde hoş olmayan bir gericiliğe yönelmişti; işçi hareketine sempati duymuyor, insancıl idealleri küçümsüyordu ve “Demokrasiye Karşı” başlıklı (tamamlanmamış) bir deneme bile kaleme almıştı. Ama hayatının sonunda (1935’te öldü) faşizme ve her türden otoriter milliyetçiliğe karşı sert bir tutum benimsedi. Toplumsal hareketlere ve kolektif zihniyetlere hep mesafeli davrandı (aynı zamanda anti-komünist ve anti-sosyalistti) ama bireysel özgürlüğün büyük bir savunucusuydu.

Başka ne öğrendim? Pessoa’nın oyunbaz biri olduğunu zaten biliyordum, ama bu kadar oyunbaz olabileceğini beklemiyordum. Heteronimler de onun bu oyunbaz ruhunun ürünüydü. Aşırı entelektüel bir figür olmasına karşın, aynı zamanda büyümeyen bir çocuk gibiydi. Bir şey daha: Pessoa’nın neredeyse hiç aşk hayatı olmadığını söyledim, ama şunu da söylemeliyim ki, bizleri, yani ölümünden sonraki okuyucularını kesinlikle çok sevdi. Onun yapıtı insanlığa bilinçli bir armağandı. Sevmek ve sevilmek için bulduğu yol buydu.

Álvaro de Campos, Alberto Caeiro, Ricardo Reis, bir yarı-heteronim olarak tanımladığınız Bernardo Soares ve onlarca diğer heteronim arasından bir kişisel favoriniz var mı? (Benimki Dr. Faustiono Antunes.[*] Ona buna yazdığı mektuplara bayıldım!)

Favori heteronimim genellikle o an çevirdiğim ya da üzerine yazdığım oluyor; her birinin kendine has cazibesi var! Ama ille de birini seçecek olsam, şiirleri için Álvaro de Campos’u, Huzursuzluğun Kitabı için Bernardo Soares’i seçerdim – ki bu kurgusal günlük, pekâlâ bir tür anlatısal şiir olarak da değerlendirilebilir.

Peki, sizin kurmacayla ilişkiniz nasıl? Bir gün acaba sizden de José Saramago’nun Ricardo Reis’in Öldüğü Yıl kitabı gibi, bir heteronime odaklanan bir kurmaca bekleyelim mi?

Beklemeyin! Aslında bir kurmaca üzerinde çalışıyorum ama Fernando Pessoa’yla uzaktan yakından ilgisi yok.

Bir röportajınızda biyografiyi ilk başta birinci tekil şahıs olarak yazmayı düşündüğünüzü, “sanki Pessoa’nın ruhu kendi hayatına bakıyormuş gibi” bir yaklaşım planladığınızı belirtmiştiniz. Bu biçimde yazsanız belki bir tür yarı-kurmacaya dönüşebilirdi metin. Bu fikirden neden vazgeçtiniz ve neden sonunda kullandığınız yöntemde karar kıldınız?

Bu fikirden tam da bu sebeple vazgeçtim. Bu biçimi sürdürebilmek için çok fazla kurmaca unsur katmam gerekiyordu. Yine de Pessoa’nın iç dünyasına sızmaya, ne hissettiğini anlamaya çalışmak açısından bu egzersiz faydalı oldu. Pessoa’nın hayatındaki temel temalar –edebiyata tutkusu, siyasete ilgisi, ruhsal arayışı ve cinselliği keşfetme yolculuğu– daha genç yaşlardan itibaren görünür oldu ve hayatının geri kalanında da iç içe geçerek büyüdüler. Nihayetinde kronolojik bir yaklaşımı tercih ettim; bölümler kısa, her bölüm içindeki kısımlar daha da kısa. Kitap uzun olabilir ama okuyucu ipin ucunu yitirmeden, yavaş yavaş okuyabiliyor.

Fernando
Pessoa

Pessoa’nın beni en şaşırtan yönlerinden biri okültizm, astroloji ve ezoterik konulara olan saplantı düzeyindeki ilgisidir. Siz bu meraklarına dair ne düşünüyorsunuz? Bu ilgi alanlarını araştırırken neler keşfettiniz?

Biliyorsunuz, Pessoa yalnızca bu ezoterik hareketleri okumakla ve çalışmakla kalmamış, özellikle yaşamının ilerleyen yıllarında, kendi uydurduğu birkaç ezoterik tarikat da yaratmış: Baştan çıkarıcı giriş ritüelleri ve “ilahi hakikate” ya da “birliğe” ulaşmak için aşamalı bir yükseliş sistemi olan tarikatlar. Elbette tüm bunlar sadece kâğıt üzerinde kaldı ve Pessoa’nın hem oyuncu hem de şiirsel ruhunun birer örneği olarak tarihe geçti. Pessoa kendini hiçbir konuda frenlemiyordu: Hangi alana yönelirse yönelsin, hep yeni ve daha iyi bir şey hayal ederdi. Politik alanda da örneğin, Portekiz’in kültürü aracılığıyla dünyaya egemen olacağı, sözde “Beşinci İmparatorluk”u teorize etmişti. Ezoterik hareketlere ve astrolojiye gelirsek, Pessoa bu konularla tutkuyla ilgilenmiş ve belki de onları gerçekten “benimsemişti” – ama yalnızca o an onlarla ilgilenirken. Pessoa her ne işle meşgulse, tüm kalbiyle ve ruhuyla ona kendini verir, sonra aynı tutkuyla başka bir şeye geçerdi.

Pessoa’nın nostaljiyle ilişkisine dair bize ne söyleyebilirsiniz? Bir yanıyla geleceğe dair müthiş bir heyecan ve açlık duyan, durmadan yeni şeyler planlayan biri, bir yanıyla ise ilk gençliğinden itibaren son derece büyük bir nostaljik; hatta melankolisi biraz da buradan geliyor gibi. Kendisi her ne kadar bunu “edebi bir tutum” olarak tanımlasa da, bana bu açıklama ikna edici gelmiyor. Pessoa’nın nostaljiyle ilişkisine dair siz ne düşünüyorsunuz?

Bir arkadaşına yazdığı mektupta, şiirlerinde sıkça geçen kayıp çocukluk nostaljisinin “edebi bir duruş” olduğunu söylemişti. Ama ben bunun da bir tür edebi poz verme olduğunu düşünüyorum. Evet, bu nostaljiyi edebi amaçlarla kullanmış ve abartmış olabilir ama bu onun tamamen uydurma olduğu anlamına gelmez.

Pessoa’nın şiirlerindeki modernist yaklaşımıyla Portekiz edebiyat geleneği arasındaki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz? Pessoa gelenekten ne kadar etkilendi veya onu nasıl dönüştürdü? Sizce o bir “kurucu” muydu, yoksa bir “geliştirici” mi?

Pessoa, Amerikalı eleştirmen Harold Bloom’un “güçlü şair” dediği türden biriydi. Gelenekle fazlasıyla haşır neşirdi ama ona karşı tepkisel bir duruşu da vardı. Hem Portekiz’in Luís de Camões gibi büyük isimleriyle hem de Milton, Shakespeare ve diğer İngiliz romantikleriyle yarış halindeydi. Hepsi onun rakibiydi ve onları aşmaya çalışıyordu. Onu bir kurucu ya da arındırıcıdan çok, gelenekleri altüst eden biri olarak görüyorum.

Richard Zenith

Kitabınızda “Pessoa’nın kim olduğunu bilmenin mümkün olduğunu kanıtlamak istedim” diyorsunuz. Sonunda Pessoa’yı gerçekten tanıyabildiğinizi düşünüyor musunuz? Yoksa size hâlâ gizemli gelen, çözemediğinizi düşündüğünüz yönleri var mı?

Dâhi –ve ben Pessoa’nın gerçek bir dâhi olduğuna inanıyorum– her zaman bir gizemdir ve asla tam anlamıyla anlaşılamaz. Sanırım bunu söyleyebilirim.

Pessoa’nın ardında bıraktıklarını çok sevdiğim bir ifadeyle tanımlıyorsunuz kitabınızda: “Bir tür edebi Pompeii.” Sizce Pessoa da tıpkı Pompeii gibi, kazdıkça bize olağanüstü şaşırtıcı keşifler sunmaya devam edecek mi?

Pessoa evreni, özellikle de daha önce yayımlanmamış şiir ve düzyazıların gün yüzüne çıkmasıyla ölümünden bu yana büyük ölçüde genişledi. Arşivinde hâlâ çoğu parçalı olan çok sayıda düzyazı var ama bu noktadan sonra “şaşırtıcı keşifler” muhtemelen artık daha çok mevcut metinlerin yeni yorumları ya da bunlar arasındaki yeni bağlantıların fark edilmesiyle ilgili olacak.

O halde şunu sorayım: Pessoa’nın dünya edebiyatındaki yerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce onun eserleri ve heteronimler yaratma deneyimi günümüz yazarlarını ve edebiyatını nasıl etkiliyor?

Yazmak benliğin sınırlarını genişletir şüphesiz ama Pessoa’nın benliğinin sınırları diğer pek çok yazardan daha akışkan ve istikrarsızdır. Onun düşüncesine ve yazınına yön veren bu özelliği henüz tam anlamıyla anlaşılmış ve takdir edilmiş değil kanımca. Ama Pessoa’nın etkisinin büyümeye devam edeceğine inanıyorum.

Jorge Luis Borges,
Fernando Pessoa

Spekülatif bir soruyla bitirmek istiyorum, sormadan edemeyeceğim: Kitabınızı okurken aklıma sık sık Jorge Luis Borges geldi ve yine Borges’i düşündüğüm anların birinde apansız siz de ondan bahsediverdiniz. (“Ibis Matbaası, ‘Babil Yayınevi’ başlıklı bir Borges kısa hikâyesinin konusu olabilirdi” diyorsunuz bir yerde.) Bu tesadüf beni gülümsetti ve çok heyecanlandırdı. Yakın zamanlarda doğmuş fakat birbirleriyle hiç tanışamamış bu iki adamın benzerlikleri bana çok büyüleyici geliyor: Cinsel açıdan çekingenlikleri, metafizik olana duydukları ilgi, sahte isimler/yazarlar icat etmeleri, içe dönüklükleri, “ben” fikrine dair yaptıkları sorgulamalar, Walt Whitman’a, Edgar Allan Poe’ya duydukları ortak merak… Sizce bu iki adam tanışabilseler iyi arkadaş olabilirler miydi?

Bir insanın kendisine fazlasıyla benzeyen biriyle karşılaşması harika bir özdoğrulama ânıdır. Ama hepsi o kadar… Bence o kişiyle ilişki geliştirmeye çalışmak pek anlamlı olmaz. Bu yüzden, hayır; Pessoa ile Borges’in iyi arkadaş olabileceklerini düşünmüyorum; tam da aralarındaki o çarpıcı benzerlikler yüzünden.

Muhtemelen haklısınız. Ama biz beynimizin tüm kıvrımlarını zorlayan, hiç tanışmamış bu iki adamı çok sevmeye devam edebiliriz. Çok teşekkürler!

 

NOTLAR

[*] Dr. Faustino Antunes: Pessoa’nın 1907 yılında, Durban’daki eski öğretmenleri ve sınıf arkadaşlarına mektuplar yazmak için yarattığı psikiyatr heteronim. Pessoa bu mektuplarda Dr. Faustino Antunes adını kullanarak kendisini tedavi etmekte olduğunu belirtmiş, zihinsel durumu hakkında sorular sorarak dışarıdan nasıl göründüğüne dair bir fikir edinmeye çalışmıştır.

Yazarın Tüm Yazıları
  • Fernando Pessoa
  • pessoa
  • Richard Zenith

Önceki Yazı

VİTRİNDEKİLER

Haftanın vitrini – 23

Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevlerince bize gönderilen, okumak ve üzerine yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar: Aşiret Mektebi / Çevirinin Skandalları / Gazze Felaketi / İhtimam Etiği ve Hukuk / İnilti / İtaatsizlik / Politik ‘Şeyleri’ Tasniflemek / Tavanın Öte Yanı / “Ya Derdimize Derman Ya Katlimize Ferman” / Yedinci Gün

K24

Sonraki Yazı

KRİTİK

aşağı düşmüş dil

“Ernst Jandl 'aşağı düşmüş dil' adı altında yayımladığı şiirleriyle kayıpların nasıl kazanım, aşağısının nasıl yukarısı olacağını gösteriyor.”

ERHAN ALTAN
  • P24 Logo
  • Hakkında
  • İletişim
  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram

© Tüm hakları saklıdır.
Designed by Katalist