Reiner Stach ile biyografi ve Kafka üzerine bir söyleşi:
“Kontrollü özdeşleşme”
“Bu Kafka mı?-99 Keşif pek çok okuyucunun hâlâ Kafka hakkında tarihsel gerçeklikle pek ilgisi olmayan sabit fikirlerine karşı bir tepkidir. Örneğin, onun sosyal gerçekliğe pek ilgisi olmayan, kendi hayalleriyle meşgul bir nevrotik olduğu düşünülüyor. Bu nedenle eski klişelerle tamamen çelişen olaylar, anekdotlar ve alıntılardan bir seçki oluşturdum.”

Franz Kafka’nın pasaport fotoğrafı, 1915. Fotoğraf: İsrail Ulusal Kütüphanesi
Sayın Stach, dünya edebiyat çevrelerinde Kafka’nın yaşamı üzerine uzmanlaşmış Kafka biyografi yazarı olarak tanınıyorsunuz. Kafka’nın ilk hangi kitabını okudunuz? Onunla ilk karşılaştığınız zamanı, bunun Kafka’nın hangi kitabıyla olduğunu merak ediyorum. Kaç yaşınızdaydınız mesela, öğrenci miydiniz, neler yapıyordunuz Kafka ile karşılaştığınızda?
Benden yaşça büyük okul arkadaşlarım Kafka’nın Dava romanını elime tutuşturduklarında 15-16 yaşlarında, Almanya’nın güneyinde bir kentte lise öğrencisiydim. Bu olayın bizi çok eğlendirdiğini anımsıyorum; bu hikâyenin barındırdığı trajediyi henüz anlayamayacak kadar genç, ancak mizahını kavrayacak kadar büyüktük anlaşılan. Ne yazık ki öğretmenlerimizden hiçbir destek alamıyorduk. Zira Kafka o yıllarda (1966) henüz müfredatta yer almıyordu. Oysa cep kitapları formatında yayımlanan eserleri çoktan çoksatan kitaplar arasındaydı. Hatta bu yazarın Yahudi olduğunu ve kitaplarının bu yüzden Almanya’da uzun süre yasaklandığını bile bilmiyorduk. Daha sonra üniversitede edebiyat bilimi eğitimi alırken Kafka’yla yakından ilgilendim ve farklı yorumlama yöntemleriyle tanıştım.
İlk kitabını okur okumaz, hemen mi başladı Kafka’ya düşkünlüğünüz?
Kafka’nın yaşamına ilgi duymam ağır ağır gelişen bir süreçti. Belirttiğim gibi, üniversitede neredeyse yalnızca eserlerinin “doğru” yorumlamasıyla ilgileniliyordu. Eskiden Kafka şöyle okunurdu: Daima doğru anahtar aranırdı ve özellikle teoloji, sosyal bilimler ve psikanaliz bu bulmacayı çözmek için birbirleriyle yarışırdı. Biyografiler ise akademik açıdan bilimsel olarak pek ciddiye alınmaması gereken yan ürünler olarak görülürdü. Ne yazık ki bu önyargının etkisinde ben de uzun yıllar kaldım. Üstelik 1970’li yılların sonlarına kadar elle tutulur tek bir Kafka biyografisinin bulunmadığı gerçeği bu inancımı destekler nitelikteydi.

İşte o dönemde Kafka’nın günlükleriyle ve mektuplarıyla ilk kez detaylı olarak ilgilenmeye başlamıştım. Müthiş bir deneyimdi bu. Şunu anlamıştım: Bu yazar için günlük konuşma diliyle edebi dil arasında bir ayrım yoktu, o yalnızca bir dil tanıyordu ve eserlerinde olan aynı yaratıcılığı ve özgünlüğü mektuplarında da sergiliyordu. Bu durumda mektuplarını ve günlüklerini edebi yapıtlarından saymamak için nasıl bir gerekçemiz olabilirdi ki? Vaktiyle şunu anlamıştım: Kafka’yı bütünsel olarak anlamak için bir de biyografik araştırma gerekli olacaktı. Bir insan böylesi bir sanatsal mükemmelliğe nerelerden geçerek ulaşır? Rol modelleri ve etkisi altında kaldığı kişiler var mıydı?
O yıllarda biyografik bir çalışmanın doktora tezi kabul edilmesi henüz mümkün değildi. Bu yüzden Kafka’nın da kendi çağının tipik ideolojilerine karşı bir bağışıklığı bulunmadığını, ancak bu ideolojileri eserlerine son derece özgün bir şekilde yansıttığını gözler önüne serebileceğim bir tez konusu seçtim. Konum eserlerinde kadın rolünün temsiliydi, başlık “Kafkas erotischer Mytos” (“Kafka’nın Erotik Efsanesi”) idi. İşte o tarihten sonra Kafka biyografisini yazmayı deneme fikrine adım adım yaklaşmaya başladım.
Üç ciltlik Kafka biyografinizi yazarken 20 yıla yakın bir süre –Prag kütüphanelerinde başlayıp İsrail kütüphanelerine ulaşan– bir dönem geçiriyorsunuz. İlk yola çıktığınızda bu kadar büyük, kapsamlı ve detaylı, külliyat olarak tanımlanacak bir biyografiye imza atacağınızı düşünmüş müydünüz? Yoksa yolculuk esnasında ulaştığınız belgeler, tanıştığınız, konuştuğunuz kişiler vasıtasıyla biyografi genişledi ve büyüdü mü?

Felice Bauer ile Franz Kafka, 1917.
Dürüst olmak gerekirse, benim için kütüphaneler eskiden diğer biyografi yazarları için olduğundan daha az önem taşıdı. Çünkü 2000 yılına doğru pek çok belge online okunabiliyor ve sipariş edilebiliyordu. Örneğin Kafka’nın okuduğu Prag günlük gazeteleri o yılların anlayışına ulaşmam açısından benim için çok önemli bir kaynaktı. Daha da önemlisi karşılıklı sohbetlerdi. Örneğin Kafka’nın nişanlısı Felice Bauer hakkında 1990’lı yıllara kadar neredeyse hiç bilgi yoktu, üstelik Kafka’nın günümüze ulaşan onca mektubuna rağmen.
Çok büyük bir şans olarak ABD’de Felice Bauer’in oğluyla, Cenevre’de ise yeğeniyle tanıştım; bana ikisi de Bauer ailesinin pek çok sorununu anlattı; ayrıca Felice Bauer’in boğuşmak zorunda kaldığı sıkıntıları da öğrendim. Mesela Amerika’ya kaçıp hapse düşmemesi için erkek kardeşine bütün birikimini vermişti. Bunlar aile sırlarıydı, nişanlıya bile anlatılamazdı. Londra’da ayrıca Kafka’nın yeğenlerinden biri olan Marianne Steiner ile tanıştım. Dayısını hâlâ hatırlıyordu.
Biyografi çalışmalarıma başladığım günlerde yeni neler keşfedeceğimi elbette bilemezdim. Daha o tarihlerde Kafka hakkında yüzlerce bilimsel makaleye dağılmış olarak pek çok biyografik bilgi vardı. Ben de bu bilgileri bir araya toplamanın, anlaşılır bir formatta ve en güncel haliyle geniş kitlelere sunmanın zamanının geldiği fikrini benimsedim. Bunların tek bir cilde sığamayacağı henüz o tarihte belliydi.
"ÖZELLİKLE MAX BROD’UN ESKİ, HENÜZ YAYIMLANMAMIŞ GÜNLÜKLERİ BENİ ÇOK ETKİLEMİŞTİ – EDEBİ DEĞERLERİ DEĞİL, AKSİNE KISMEN İNANILMAZ NAİFLİKLERİ NEDENİYLE. KAFKA VE BROD ARASINDAKİ ENTELEKTÜEL UÇURUM, SONRAKİ YILLARDA BROD’UN ANLATTIĞINDAN (ANLAŞILACAĞI ÜZERE) ÇOK DAHA DERİN OLMALIYDI."
Onunla ilgili doğru soruları sormama ve doğru cevapları bulmama çok yardımcı oldu diyebileceğiniz, sizi en çok etkileyen bilgi belge, kayıt ne oldu? Eğer yanıtlamak isterseniz, elinizde olup da biyografiye dahil etmediğiniz bir belge oldu mu?

Özellikle Max Brod’un eski, henüz yayımlanmamış günlükleri beni çok etkilemişti – edebi değerleri değil, aksine kısmen inanılmaz naiflikleri nedeniyle. Kafka ve Brod arasındaki entelektüel uçurum, sonraki yıllarda Brod’un anlattığından (anlaşılacağı üzere) çok daha derin olmalıydı. Burada başka bir husus daha var. Kafka’nın kadınlarla karmaşık ve korkuya dayalı bir ilişkisi olduğu fikri her zaman itibar görmüştür. Max Brod ise, çok sayıda sevgilileri ve evlendikten sonra da devam ettiği kaçamaklarıyla “sağlıklı” erkeği temsil etmiştir. Günlükler bana bunların hiçbirinin doğru olmadığını, o dönemlerde cinselliğin daima korkunun gölgesinde yaşandığını gösterdi: En çok da gayrimeşru hamilelikten ve frengiden korkuluyordu. Bu durum Kafka’nın günlüklerinde konu edilmezken Brod’un günlüğünde iki sayfada bir tekrarlanıyor. Bu da bana öncelikle o dönemde cinsler arasındaki yaygın ilişki biçimlerinin ayrıntılı şekilde tanımlanması gerektiğini, ancak ondan sonra Kafka’nın bu normlara uyup uymadığının değerlendirilebileceğini gösterdi. O dönemdeki hayatla empati kurabilmemiz ancak böyle mümkün olabilirdi.
Elime geçen neredeyse her belgeyi değerlendirdim. Tek istisna, ölümünden önceki son haftalarda Kafka’nın durumu hakkındaki tıbbi bilgilerdir. Bir kısmı korkunç olan bu fiziki ayrıntıları özetleyerek aktardım. Çünkü okurlara iki bin sayfadan sonra sadece bedensel acılardan söz eden bir bölümle veda etmek istemedim.

Bu Kafka mı? 99 Keşif
çev. Regaip Minareci
Türkiye İş Bankası Yayınları
2023
368 s.
Bu Kafka mı?-99 Keşif pek çok okuyucunun hâlâ Kafka hakkında tarihsel gerçeklikle pek ilgisi olmayan sabit fikirlere sahip olduğu gerçeğine bir tepkidir.
Bu Kafka mı?-99 Keşif için Kafka üzerine yazdığınız üç ciltlik biyografinin bir nevi fragmanı diyebilir miyiz? Bazı mecralarda böyle yorumlar var fakat en az üç ciltlik biyografiniz kadar önemli bir kitap. Açısı ve sunumu farklı ama en az diğer biyografileriniz kadar doyurucu. Ne dersiniz?
Bu Kafka mı?-99 Keşif pek çok okuyucunun hâlâ Kafka hakkında tarihsel gerçeklikle pek ilgisi olmayan sabit fikirlere sahip olduğu gerçeğine bir tepkidir. Örneğin, onun sosyal gerçekliğe pek ilgisi olmayan ve kendi hayalleriyle daha çok ilgilenen bir nevrotik olduğunu düşünüyorlar. Bu okuyucular kendilerine böyle bir kişinin üç ciltlik biyografisini okumaya gerçekten değip değmeyeceğini soruyorlar. Bu nedenle eski klişelerle tamamen çelişen olaylar, anekdotlar ve alıntılardan bir seçki oluşturdum. Başlığı da buradan geliyor: “Bu Kafka mı?” Okuyuculara muhtemelen henüz bilmedikleri başka bir Kafka’nın daha olduğunu ve biyografinin okumaya değer olabileceğini göstermek istedim. Yani bir fragman, evet, buna öyle diyebilirsiniz. Ama elbette biyografi detaylar açısından fragmandan çok daha zengin. Ve taslağı resme dönüştüren bağlantılar yalnızca biyografide kurulur.
Kafka’nın doğduğu günden öldüğü güne kadar dünyada ve onun hayatında olanları günbegün takip edip bine yakın sayfada topladığınız Kafka von Tag zu Tag, (“Günbegün Kafka”) kitabınız çok çılgınca bir arşiv kitap gerçekten. Kafka bu kitabı görseydi, “Siz benden daha çılgın ve daha saplantılısınız bayım” diye bir yorumda bulunur muydu? Neydi böylesine çılgınca bir çalışmanın altına imzanızı atmanızın sebepleri?
Bu proje gerçekten garip bir hikâye. 1996 yılından itibaren biyografik çalışmamın temeli olarak Kafka ailesinde ve Prag’da yaşanan tüm önemli olayların günbegün yer aldığı bir zaman çizelgesi oluşturdum. Bu çizelge bütün mektupların, günlük kayıtlarının ve önemli alıntıların da özetlerini içeriyordu. Bir gün bu veritabanını yayıncıma gösterdim, o da derhal, “Bunu da yayımlamalıyız!” dedi. Kendisine bunu ancak biyografinin son cildi de yayımlandıktan sonra yapabileceğimizi, zira veritabanının yazarken sürekli geliştiğini anlattım. Böylece bu çalışma ancak 22 yıl sonra okurla buluşabildi.
Dünya edebiyatının yönünü değiştiren fakat yaşamı, karakteri ve aldığı kararlarla bu derece karanlıkta kalan böyle bir yazar için suçluluk duygusu mu ön plandaydı, yoksa yazdığı metinlerle hem kendisinden hem çevresinden hem de dünyadan intikamını mı almak istedi?
Suçluluk ve ceza Kafka’nın birkaç yıl ilgi odağında olmuştur gerçekten. Yargı, Dönüşüm, Dava ve Ceza Kolonisinde bu temanın çeşitlemeleridir. Ancak bunun intikamla bir ilgisi yok. Kimden intikam alacaktı ki? Bu, onu en çok meşgul eden ve edebi hayal gücünü harekete geçiren bir soruydu. 1915’ten sonra başka konulara yöneldi. Örneğin konuşan ve düşünen hayvanlar üzerine birçok öykü yazdı ve orada suçluluk konusu artık bir rol oynamıyordu.
"EDEBİ BİR SANAT ESERİ YARATMA MUTLULUĞU ELBETTE BİRAZ DA NARSİSTİK BİR MUTLULUKTUR. VE KAFKA BU ÜRETME EYLEMİNE OLDUKÇA TAKINTILIYDI. BUNUN MUHTEMELEN ONU SIK SIK PENÇESİNE ALAN AŞAĞILIK KOMPLEKSİYLE İLGİSİ VAR. EDEBİ BİR BAŞARIYA ULAŞTIĞINDA, ONA İŞKENCE EDEN ÖZGÜVEN EKSİKLİĞİ BİR SÜRELİĞİNE KAYBOLUYORDU. YANİ YAZMAYI BİR BAKIMA UYUŞTURUCU GİBİ KULLANIYORDU."
Ben Kafka’yı “karanlık” olarak da algılamıyorum. Gerçi eserleri çoğunlukla bulmaca gibidir, bazıları kâbuslarımıza benzer, ancak bu durum hiçbir şekilde eserlerinin tamamı ve özellikle de mektupları için geçerli değildir. Kafka’nın güçlü bir mizah anlayışı vardı, empati duygusu güçlüydü, kendini kolayca başkalarının yerine koyabiliyordu ve iyi bir dinleyiciydi. Çevresinde çok sevilirdi; onların arasında karanlık, hatta esrarengiz görünmezdi.
Narsisizm meselesine gelince konu biraz zorlaşıyor. Edebi bir sanat eseri yaratma mutluluğu elbette biraz da narsistik bir mutluluktur. Ve Kafka bu üretme eylemine oldukça takıntılıydı. Bunun muhtemelen onu sık sık pençesine alan aşağılık kompleksiyle ilgisi var. Edebi bir başarıya ulaştığında, ona işkence eden özgüven eksikliği bir süreliğine kayboluyordu. Yani yazmayı bir bakıma uyuşturucu gibi kullanıyordu.
Çok iyi biyografi yazarlığı bir yandan da takıntılı/saplantılı biri olmayı gerektiriyor, öyle değil mi? Ne dersiniz?
Kafka’ya karşı yoğun bir merakım var. Böylesine mükemmel eserlerin yaratılmasının nasıl mümkün olduğunu bilmek istiyorum. Bunu merak ettiğim için Kafka gibi mi olmak zorundayım? Kesinlikle hayır. Bir biyografi yazarı olarak mesafe ve özdeşleşme arasında bir denge kurmam gerekiyor – “kontrollü özdeşleşme” biyografi yazarı için uygun bir yaklaşımdır denebilir belki. Nasıl mutlak bir hayran iyi bir biyografi yazamazsa, Kafka’nın onun için pek çok konudan biri olduğu bir edebiyat bilimcisi de başaramaz bunu. Kişisel bir ilişki kaçınılmazdır. Bunu belki doktor-hasta ilişkisine benzetebiliriz. Kendini tümüyle insani duygularına teslim eden bir doktor, iyi doktor olamaz tabii ki. Aynı şekilde yalnızca bilgisini uygulayan ve hiçbir kişisel etkilenme göstermeyen doktor da iyi bir doktor değildir.
2024 Kafka’nın 100. ölüm yılı. 2024’ün Avrupa’da Kafka yılı olması dolayısıyla sizin biyografileriniz gündemde olacak. Hazırlık içerisinde olduğunuz yeni projeler, programlar var mı? Belki yeni bir kitap olabilir, bu bizleri çok heyecanlandırır.
2024’te Avrupa’nın her yerinde Kafka’yla ilgili çok sayıda organizasyon yapılacak, medyanın tüm alanlarında gerçekleşecek bu. Böyle bir Kafka dalgası şimdiye kadar yaşanmamıştı. Sanat dünyası da çizgi film, çizgi roman, tiyatro, müzik ve sinemayla bu akımın içinde yer alacak. Benim kişisel zirvem, biyografimi baz alarak çekilen altı bölümlük detaylı bir televizyon dizisi oldu. Mart ayının sonundan itibaren önce Almanya ve Avusturya televizyonlarında, ardından mutlaka birçok başka ülkede gösterilecek. Senaryoları ünlü Alman yazar Daniel Kehlmann yazdı, onunla yaptığımız işbirliği entelektüel düzeyde büyük bir mutluluktu.

Kafka’yla ilgili bir de kitap projesi hazırladım. Eserlerinin dünya çapında eleştirel baskılarının bulunmadığı dikkatimi çekmişti. Bununla yorumlara yer veren bir baskıyı değil, terimlerin, motiflerin, imaların, anlatım tekniklerinin açıklandığı, detaylı okumayı mümkün kılan bir baskıyı kastediyorum. Kafka’nın atölyesine daha derin bir bakış diyebiliriz. Kafka’nın bütün külliyatı için bu çalışmayı yapmak üzere Wallstein yayıneviyle anlaştım. İlk cilt Dava, Şubat 2024’te raflarda olacak, ardından dört cilt daha gelecek. Bu benim Kafka’ya ilgili son büyük projem olacak ve birkaç yıllık bir çalışma gerektirdiği açıkça ortada.
Çağdaş Avrupa edebiyatını ve çağdaş biyografi yazarlarını nasıl buluyorsunuz? Mesela Kafka ve Dostoyevski gibi her döneme, her zamana uygun, kalıcı metinler yazan var mı bu çağın içinde? Biyografi yazarlığı açısından da, kayıt almak ve arşiv oluşturmak bilgiye ulaşma açısından bu çağın biyografi yazarları için daha mı kolay?
Avrupa edebiyatının elbette ki çok küçük bir kısmını tanıdığım için ancak bireysel okuma deneyimlerinden bahsedebilirim. Özellikle kalıcı bir şeyler yarattıklarını ve insanların onları uzun süre okuyacağını hissettiğim özellikle iki yazar var: Javier Marías ve John Banville. Banville’le bir kez Prag’da karşılaştım; kendisi çok katı bir eleştirmendir ve bu özelliğiyle kendi romanlarına benim kadar inanmıyor. Ona sadece şunu söyleyebildim: Göreceksiniz!
Biyografi türünün geleceği ise bambaşka bir konu. Ancak son birkaç yıldır bu sorunu daha derinlemesine incelemeye başladım; örneğin biyografi tarihi üzerine üç saatlik bir radyo programı hazırladım. Ve o sırada anladım ki, kendimizi sadece yazarların biyografileriyle sınırlamamanız gerekiyor. Çünkü tüm biyografi yazarlarının karşılaştığı bazı sorunlar var; örneğin başka birinin hayatıyla, hatta başka bir dönemle empati kurmanın ne kadar mümkün olduğu sorusu gibi. Ayrıca her biyografi, çok farklı bilimlerden elde edilen sonuçların bir araya getirildiği ve birbiriyle bağlantıya geçtiği disiplinlerarası bir projedir. Genel olarak standardın yükseldiği ve artık bir veya iki nesil öncesine göre daha fazla üstün nitelikli biyografinin ortaya çıktığı izlenimi hâkim.
Bu bağlamda biyografinin itibarı arttı, hem de her alanda. Geçmişte çoğu zaman okunması zor olan sporcular veya oyuncular hakkındaki biyografiler bile artık genellikle çok daha doğru ve daha iyi anlatılıyor. Son yıllarda okuduğum en iyi biyografi Simon Sebag Montefiore’nin Stalin biyografisidir. Olağanüstü bir başarı ve öyle çarpıcı anlatılmış ki, bir roman tadı veriyor. Edebi biyografiler arasında Brian Boyd’un Nabokov hakkındaki çalışmasına dikkat çekmek isterim. Bu çalışmalar göz önüne alındığında, biyografinin bir zamanlar ikinci sınıf bir tür olarak görülmesi neredeyse gülünç kalıyor artık.
çeviren: REGAİP MİNARECİ
Önceki Yazı

Silgiler:
Polisiye romanda dördüncü tekil şahıs
“Wallas kitap boyunca ifadesini almak istediği insanların adreslerini arar ve genellikle yolunu şaşırır. Evi bulduğundaysa kapıyı açan olmaz, açsalar da o aradığını bulamaz. Herkes bu soruşturmaya hazırlıksız yakalanmış görünürler. Kurmaca bir dünyada bile aranan evinde bulunmaz. Metin de cinayet soruşturması gibi 'yönsüz, plansız, anlaşılmaz' şekilde ilerler.”
Sonraki Yazı

Gözler, Kanatlar, Çiçekler, Kuyruklar...
Kalabalıklar, kuraklıklar, seller, kasırgalar
“2050 yılı için öngörülen, 1,2 milyar iklim mültecisi, kuraklıklar, kasırgalar, seller, salgın hastalıklar, savaşlar, depremler çok gerilerde mi kalmış, bazı uygarlık karşıtı derin ekolojistlerin aşırı sağla birleşip hezimete uğramalarının arasından yüzyıllar mı geçmiş bilmiyoruz, ya da beyaz güç eko-faşizminin siyah ve kahverengi tenli insanları sahneden silmelerinin. Gezegenin kaçıncı kitlesel yok oluşunun karakteristikleri anlatılanlar?”