Regaip Minareci ile söyleşi:
Çeviri ve Handke çevirmek üzerine
2023 yılında Talât Sait Halman Çeviri Ödülü’nü alan Regaip Minareci ile çevirmenlik serüveni ile Peter Handke külliyatını, yazarın “Son Destan” olarak nitelediği Meyve Hırsızı romanı odağında konuştuk.

Regaip Minareci, Peter Handke (kolaj)
Ne zamandır çeviri dünyasının içindesiniz?
Çeviriye Hürriyet Dergi Grubu’nda iş hayatına adım atar atmaz başladım aslında: Yıl 1977 ve o yıllarda piyasaya çıkan Elele dergisi bir-iki yerli röportaj dışında tamamen Almancadan çevrilen bir aile, ebeveyn dergisiydi. Her ay koca bir dergiyi Türkçeleştiriyordum. Daha sonra günlük gazetelerde dış haberci olarak ajanslardan gelen dünya haberlerini İngilizceden çevirdim. Ancak gönlümde ta lise yıllarından beri edebiyat çevirmenliği yatıyordu. 1990’ların sonlarına doğru gazeteciliğe devam ederken edebiyat çevirmeye başlamıştım artık. Gazetecilik hayatımı noktaladıktan sonra da kendimi tamamen edebiyata verdim.
Çağdaş yazarların çevirmeni olmanız dikkat çekici. Şöyle bir baktığımızda, uluslararası düzeyde çok iyi yazarları çevirmişsiniz. Peter Handke mesela, Nobel almış bir yazar.
Evet, Peter Handke, Almanca edebiyatın yaşayan efsanesi. 2019 yılında “Dil ustalığıyla insan deneyiminin kuytularını ve biricikliğini irdeleyen, ses getirmiş eserleri” nedeniyle Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen Avusturyalı romancı, oyun yazarı, çevirmen, şair, senarist ve yönetmen. Heybesinde yok yok yani. Onun Meyve Hırsızı romanını çevirmiş olmaktan çok mutlu olduğumu belirtmek isterim.

Dönüp geriye baktığımda –yazarlarının hayatta olmadığı klasikler dahil– dilimize aktardığım hemen her kitap çeviri yolculuğumda bana şahane kapılar açtı. Tabii dünyada çok ses getirmiş çağdaş yazarların eserlerini çevirmek tarifsiz artı değerler katıyor çevirmenine. Ama her meslekte olduğu gibi çevirmenlikte de girişimci olmanız koşuluyla. Ben edebiyat çevirilerimi Almancadan yaptığım için Almanya’yla birlikte İsviçre ve Avusturya’da bu ülkelerin edebiyat kurumlarıyla çeşitli işbirlikleri içine girdim, bu ülkeleri sık sık ziyaret ederek eserlerini çevirdiğim ya da henüz çevirmediğim yazarlarla tanıştım, onlarla dost oldum, eserlerine talip oldum, bunları yayınevlerimize önerdim. Siz aktif emek verince, bu defa ülkelerin edebiyat kurumları herhangi bir ihtiyaç halinde doğrudan sizinle iletişime geçiyorlar, böylece dostluklar ve işbirliği perçinleniyor. Bu da yeni yazarlar, yeni kitaplar anlamına geliyor tabii.
Diğer Avrupa dilleriyle karşılaştırıldığında Alman dilinin çok belirgin farkları neler? Bu anlamda Almancanın çok sevdiğiniz fakat bir türlü ısınamadığınız tarafları neler oldu?
Almancayla çok küçük yaşta, ilkokul 3. sınıftan sonra tanıştığım ve içinde büyüdüğüm için bu dilin zorluklarına dışarıdan bakacak bir pencerem doğal olarak yok. Ama diğer Batı dilleriyle kıyaslarsam Almancanın en zorlayıcı belirgin özelliği üç artikel üzerine kurulu olması. Gerçekten zor bir dil olan Fransızcada bile sadece(!) iki artikel var. Ayrıca Almancanın, İngilizcede ve Fransızcada büyük ölçüde azalmış olan ismin halleri zenginliği de anadili Almanca olmayanlar için zorlayıcı.
Ama bir çevirmen gözüyle bakmamı isterseniz, –içinden asla çıkamadığım ve çıkamayacağım konuşulan İsviçre Almancasını saymazsak– Avusturya Almancasında birçok Almanca kelimenin apayrı bir anlam taşıması zorlayıcı olabiliyor gerçekten. Çevirdiğiniz yazar Avusturyalıysa her an bir tuzağa düşebileceğinizi, bildiğinizden adınız gibi emin olduğunuz bir kelimenin o metinde apayrı bir anlam taşıyabileceğini aklınızdan çıkarmamanız gerekiyor.
Peter Handke, Alman ve Avrupa edebiyatının en önemli ve en yetkin yazarlarından biri. İkinci Dünya Savaşı tüm şiddetiyle devam ederken, 1942’de Avusturya’da doğuyor. Meyve Hırsızı, Nobel Ödülü almadan önce yazdığı son metin. Çeviri teklifi geldiğinde ilk neler hissettiniz, düşündünüz?

Meyve Hırsızı
çev. Regaip Minareci
Ayrıntı Yayınları
Kasım 2024
320 s.
Evet, Peter Handke savaşın tam ortasında dünyaya gözlerini açmakla kalmamış, aynı zamanda sıkıntılı bir aile yapısının içine doğmuş. Slovenyalı bir anneyle bir Alman askerinin oğlu. Ancak annesi o henüz doğmadan üvey babası Bruno Handke ile evleniyor ve Peter Handke lise çağına kadar annesinin kocasını öz babası biliyor. Bu zorlayıcı temel Handke’nin hayatına ve eserlerine ister istemez yoğun bir şekilde yansımış.
Ben her yeni çeviri teklifinde heyecanlanırım; yepyeni bir birliktelik, bir yolculuk, bir macera başlıyordur çünkü. Ama konu Peter Handke olunca heyecanım katlandı açıkçası. Malum, kendi dilbilgisi kurallarını yaratmış, sınırları sevmeyen bir ustadan söz ediyoruz. Onun kendi ölçüleriyle dans ettirdiği dili aynı ritimle Türkçeye aktarmam gerekecekti, beni uzun ve çok katmanlı bir süreç bekliyordu. Meyve Hırsızı’nı okumaya başladığımda pek çok kitaptan daha uzun bir birliktelik gerektireceğini hemen anlamıştım. Öyle de oldu, dokuz ay çalıştım üzerinde.
Süreç içerisinde kendisiyle veya asistanı vasıtasıyla iletişime geçip fikir alışverişinde bulunabilme şansı bulabildiniz mi? Onunla ilgili gözlemini merak ediyorum aslında. Alman yazarlar söz konusu olduğunda kılı kırk yaran, detaycı, Handke söz konusu olduğunda ise biraz huzursuz, müşkülpesent bir kişi canlanıyor zihnimde.
Eserlerini çevirdiğim yazarlar hayattaysa çeviri sürecinde onlarla irtibata geçmeyi tercih eden bir çevirmenim. Çevirmenler en dikkatli okurlardır diye tarif edilir. Doğrudur bu, çünkü bir metni yazarın kast ettiği gibi aktarabilmek için her ince ayrıntıyı anlamamız, kavramanız gerekir. Metne bu bakış açısıyla yaklaştığınızda bazen kendi içinde çelişen, bazen yeterince net anlatılmamış yerlere takılırsınız. Yazarla iletişime geçip mantığınıza oturtamadığınız noktaları ona sormak her şeyden önce metne katma değer sağlıyor. Tabii bu vesileyle yazarınızla tanışmış, hatta koşullara göre onun ülkenize gelip bizim okurlarımızla buluşması için bir kanal açmış bile olabiliyorsunuz.
Ancak soruya yanıtım Meyve Hırsızı düzleminde ne yazık ki olumsuz, çünkü Handke çevirmenleriyle iletişime geçmeyi kabul etmeyen bir yazar. Alman yayıncısı Suhrkamp’la oldukça iyi bir diyaloğum olmasına rağmen böyle bir girişimde bulunmadım. Alacağım yanıtı bile bile koşulları zorlamadım kısacası.
Haklısınız, Peter Handke sert mizaçlı biri. Gazeteciler siyasi duruşuyla ilgili konuda onu bir gün sıkıştırınca basın toplantısını yarıda kesmiş, “Beni rahat bırakın!” diyerek salonu terk etmiş insandır Handke. Hatta gazetecilerin sorularını bundan sonra asla cevaplamayacağını da açıklamıştır. Dolayısıyla dediğim gibi, ben rahatsız etmedim kendisini.

Avrupa edebiyatı söz konusu olduğunda birinci ve ikinci dünya savaşları öncesi ve sonrası yazan yazarlar ayrımı vardır kaçınılmaz şekilde. Savaş sonrası yazan biri olarak Peter Handke nasıl bir yazar?
Evet, Alman edebiyatında “savaş sonrası edebiyatı” diye bir kavram var. Handke savaşın içine doğmuş, 1960’larda yazmaya başlamış bir yazar. Onun çağdaş edebiyat içerisindeki yeri, özellikle savaş sonrası bireyin içsel dünyasına dair yaptığı yenilikçi gözlemlerle ve deneysel diliyle belirginleşiyor. Handke edebiyatta modernizmin ve postmodernizmin en önemli temsilcilerinden biri. Çalışmaları çeşitli türleri kapsar: Romanlar, oyunlar, denemeler, günlükler ve şiirler. Dili ve anlatı yapılarını deneysel formlarda kullanmasıyla tanınır.
Özgün üslubuyla varoluşsal temaları felsefi açıdan incelemesi nedeniyle çağdaş yazarlar arasında sağlam bir yere sahip. Eserlerinin çoğu 20. ve 21. yüzyıl Alman dili edebiyatının klasikleri olarak kabul ediliyor. Modernist bir yazar olarak, günümüz genç yazarlarıyla kıyaslandığında daha çok bireysel, varoluşsal ve felsefi temalar üzerinde yoğunlaşan, dilin sınırlarını zorlayan bir stil ortaya koymasıyla dikkat çekiyor. Politik tutumları nedeniyle onun edebi mirası zaman zaman tartışmalı bir hale gelse de, edebiyatının derinliği ve edebiyat dünyasına katkıları şüphe götürmez.
Handke okurları zorlayan bir yazar. Çevirmenleri haydi haydi zorluyor olmalı…
Evet, Peter Handke’yi okurken de, çevirirken de adeta bulmaca çözersiniz. Çevirmenlerini iki açıdan ciddi anlamda zorlayan bir yazardır o: Sizin de vurguladığınız gibi, derdini doğrudan anlatmayan, okurunun edebi ve kültürel birikimine güvenen bir yazar. Hatta okurundan önceki eserlerini okumuş olmasını talep eder adeta. Handke 1970’lerin sonunda, “Langsame Heimkehr” (1979) öyküsünden başlayarak kendini keşfetme sürecini betimlemek için oldukça stilize, metaforca zengin bir dile yöneldi.
Çoğu zaman bilerek anlaşılmak istemiyor ya da daha dikkatli okumamız için bizi zorluyor gibi geliyor bana, ne dersiniz? Bu dolaylı anlatımı çevirmek nasıl bir süreçti?
Burada çevirmen açısından birinci önemli zorluk, kendine özgü bir “Handke dilbilgisi” üretmiş olması. Handke çeviriyorsanız onun gramer ve imla kuralı tanımayışına hazırlıklı olacaksınız. Hatta yarım bıraktığı cümleleri hayalinizde de olsa tamamlamak zorunda bile kalabilirsiniz. Ama bana göre bundan da zahmetli olanı, dediğiniz gibi onun neredeyse anlaşılmasını istemediği cümlelerini başka bir dile aktarmak. Zorlayıcı, çünkü okur kitabı orijinal dilinde okumadığı için “sıkıntılı, anlaşılmaz yerlerin” çevirmenden kaynaklandığını düşünebilir.
Ancak benim önemli bir şansım oldu: Çeviri sürecinin bir bölümünde Almanya Straelen’de bulunan Avrupa Çevirmenler Evi’ndeydim (Europäisches Übersetzer-Kollegium). Aynı dönemde orada bulunan ana dilleri Almanca olan Germanist arkadaşlarımla dediğin gibi Handke’nin sık sık sanki anlaşılmamak üzere yazdığı cümleleri birlikte irdeledik, birlikte günlerce kafa yorduk, bulunduğumuz kurumun zengin kaynaklarından yararlandık, dev kütüphaneden indirdiğimiz bütün Handke eserlerini didik didik ettik. Önceki eserlerine gönderme yaptığı yerleri birlikte saptadıktan sonra anlaşılmaz izlenimi veren cümlelere açıklık kazandırdık. Dolayısıyla sonunda içime sinen bir metin ortaya çıktı.
Meyve Hırsızı’nda anlatıcı yazarımızla meyve hırsızı isimli bir kadın arasındaki takipleşmeyi okuyoruz. Bir arı sokmasıyla odasından, evinden çıkan yazar Peter Handke olabilir mi diye düşündüm; yazarın metnin içindeki canlı varlığı söz konusu olabilir mi?
Handke 1994’ten başlayarak ise Hiçkimse Koyu’nda Bir Yıl adlı romanıyla otobiyografik temalara geri döndü ve yazar kimliğini sık sık tematize etti. Dolayısıyla Meyve Hırsızı’nda otobiyografik öğeler elbette var; Handke bunları eğlenceli, hatta bir öz ironiyle yapıyor. Örneğin 2002 tarihli romanı Der Bildverlust’a yapılan göndermeler var: Bu defa meyve hırsızı kız annesini arıyor, tıpkı Bildverlust’taki annenin kızını araması gibi. Ama Meyve Hırsızı yazarın önceki çalışmalarıyla belirgin bir şekilde iç içe örülmüş olsa da, yine belirgin bir şekilde bağımsız bir çalışma.
Meyve hırsızının annesi babasını terk etmiş, onu babası büyütmüş. Bunun Handke’nin özel hayatının bir yansıması olduğunu, Handke’nin büyük kızı Amina’yı tek başına büyüttüğünü biliyoruz mesela.
Anlatıcı yazarımızın takibini, gözlemlerini bize doğrudan, anbean anlatmasını, hatta bazı noktalarda dikize yatmasını ve bir noktada kadını gözden kaybettiğini iddia ederek takibi okura bırakmasını okuyoruz; müthiş bir dinamizm söz konusu.
Meyve Hırsızı, Alexia ve onunla birlikte kırlarda dolaşan yirmi yaşındaki pizza dağıtan servis elemanı Valter’in hikâyesi. Handke’nin eserlerinde daha önce çocuklar ve gençler önemli bir rol oynamamıştı, dolayısıyla Meyve Hırsızı bugüne kadar eserlerinde nadiren rastlanan genç bir enerjiye sahip. Handke günümüz gençlerinin güzelliğini ve bilgeliğini daha önce hiç bu kadar detaylı anlatmamış, onların derinlerine, araştırma ruhuna, dünyaya, doğaya ve tarihine böylesine detaylı bakmamıştı. Ayrıca hikâyenin sonunda Alexia’nın meyve hırsızlığı özelliğini yitirmesine yakılan ağıt, gençlik hayallerinin yitirilmesini çağrıştırıyor.
Daha da önemlisi, takip ettiği meyve hırsızı cennetten kovulan Havva sanki. Meyve Hırsızı çok dişi de bir metin. Handke’nin kafasında meyve hırsızı gibi bir kadın profili olmasa Meyve Hırsızı’nı yine de yazar mıydı?
Bence de yazar kafasındaki o kadın profilini yansıtmış esere. Handke’nin kızı Amina ile sancılı bir ilişkisi olduğunu biliyoruz. Hatta geçtiğimiz yıllarda yayımlanan bir belgeselde Amina, babasının onu tek başına büyütürken gösterdiği yaklaşımlardan açıkça yakınıyor.
O zaman bu hikâye Handke’nin geçmişini temize çekme romanı olarak da yorumlanabilir mi?
Evet, Meyve Hırsızı, Handke’nin geçmişini temize çekme romanıdır bir yanıyla.
Meyve hırsızı ailedeki otoriter figür olan babasından kolayca, “öylesine” uzaklaşıyor. Handke’nin kullandığı deneysel dil sebebiyle kitabın girişi ne kadar eksantrik, fantastik ve tuhaf okunursa okunsun, anlatının merkezindeki genç insan –meyve hırsızı– yaşlı adamın kızıdır. Adam, yani kızın babası, “ülke içine dönüşü olmayan yolculuk”a doğru yola çıkmak ve kızını, kaybettiği avareyi “şahıs olarak, bütün olarak görmek” için evden ve bahçeden ayrılıyor. Onun kendisini bir kez daha “harekete geçirdiğini” biliyor. “Son bir kez.”
“O, bunun son yolculuğu olmasını diledi”, Bildverlust romanında anne hakkında söylenen ilk cümledir. Handke bu kitaptan on beş yıl sonra son yolculuk motifini, kızını aramak için yola çıkan babanın ölüm önsezilerinde farklı bir anlam vurgusuyla devam ettiriyor.
Bu örnekle şunu vurgulamak istiyorum: Handke eserleri her ne kadar kendi içinde bir bütün olsa da, her eserinde öncekilere sımsıkı tutunan ince ama sağlam hatlar bulursunuz.
Özetlersek, Meyve Hırsızı temkinli, modern bir gelişim öyküsü; gençlere iyi bir gelecek sunmayan bir dünyada özgür, yaratıcı bir benliğin oluşumunun öyküsü. Burada lafı dolandırmadan kişinin köklerinden, babasından, annesinden kopup özgürleşme gücü anlatılıyor. Ancak ilginçtir ki, bu özgürleşme süreci, tıpkı Handke’nin hikâye anlatımının temel dürtülerinden biri olan değişim ve dönüşüm özelliği gibi, kişinin vaktiyle ailesinden kazandığı özellikler yardımıyla, onların dönüştürülmesiyle gerçekleşiyor.
Meyve Hırsızı, yazarı tarafından “Son Destan” tanımıyla niteleniyor. Bu nitelemesinin nedenlerini konuşabilir miyiz?
Evet, Peter Handke, 2017 yılında yayımlanan Meyve Hırsızı için “Son Destan” dediğinde okurlarını hayli heyecanlandırmıştı. Ama sonrasında tiyatro eserleri ve öyküler olmak üzere bugüne kadar tam yedi eser verdi.
Handke yaşı ilerledikçe klasik anlatı sanatı biçimlerini giderek daha fazla irdeleyen ve onlardan uzaklaşan bir yazar. “Son destan” diyerek klasik anlatı formlarının –ve bunlardan biri olan destanın– artık modern dünyayı ve onun karmaşıklığını anlatmak için uygun bir araç olmadığını vurguluyor. “Son Destan” ibaresiyle geleneksel anlatı biçimleriyle işinin tamamen bittiğini, edebiyattaki kendi bireysel yoluna devam etmeye kararlı olduğunu anlatmak istiyor bence.
2023’te yayımlanan son romanı Die Ballade des letzten Gastes (“Son Konuğun Baladı”) gerçekten de klasik anlatı yapılarını sorgulayan ve daha öznel, içe dönük bir deneyim sunan deneysel bir metindir. Handke okuyucuyu burada fanilik, yalnızlık ve hafıza temalarının yoğun bir keşfine yönlendirmek için şiir, monolog formlarından yararlanıyor.
Bu arada Handke’nin çok üretken bir kalem olduğunu biliyoruz: Yazdığı roman, tiyatro ve radyo oyunlarının yanında sayısız edebiyat çevirisine de imza atmıştır. Onun çok yönlü üretimine gelmişken görsel sanatlardaki yerine değinmek isterim. Bilindiği gibi Handke’nin oyunları sahnelenirken bazı romanları da sinemaya uyarlandı. Bunda Alman yönetmen Wim Wenders ile dostluklarının da payı yadsınamaz. Handke ve Wenders 1966 yılından beri işbirliğinin yanı sıra yakın dostlar. Kişiliklerinde birçok benzerlik olmasının dışında, estetiğe bakış açıları da pek çok noktada ortak. Özellikle doğa tasvirleri konusunda ortak tercihleriyle dikkat çekiyorlar. 1969’dan başlayarak dört filmde birlikte çalıştılar. Wenders, Handke eserlerinin hayatındaki ve sanatındaki önemli kararlara yön verdiğini açıkça belirtir. Handke’nin “Lied vom Kindsein” adlı şiiri, Wenders’in 1987 yapımı Berlin Üzerindeki Gökyüzü adlı filminin ana temasını oluşturur. Wenders son olarak 2016 yılında Handke’nin Die schönen Tage von Aranjuez adlı oyununu Fransızca ve 3D olarak sinemaya uyarlamış, başrollerde Reda Kateb ve Sophie Semin oynamıştı.
Üzerinde çalıştığınız çevirileri merak ediyorum. Masanın üstünde neler var?
Masamın üzeri 2025’te de yine kalabalık olacak ve ben bundan çok mutluyum. Öncelikle, 2024’te İş Bankası Kültür Yayınları etiketiyle okurla buluşmaya başlayan Alexander Lernet-Holenia külliyatı bekliyor beni. Yıllara yayılan bir proje bu. Şu an Der Graf Luna eseri üzerinde çalışıyorum. Sonra çağdaş Avusturya edebiyatının önemli ismi Alois Hotschnig’in son romanı Der Silberfuchs meiner Mutter, ardından İsviçre’nin bütün dikkatleri üzerine çeken genç kalemi Ariane Koch’un yeni romanı Die Aufdrängung’u Düşbaz Kitap için çevireceğim. Ardından Wolfgang Koeppen ve Ödön von Horváth gibi klasik isimler var sırada.
Önceki Yazı

Afrikalı bir yazarın en gizli hatırası
“İnsanların En Gizli Hatırası günümüzde bir Afrikalı yazar olmanın ne anlama geldiğini sorguluyor. Merkezin göbeğinde yaşayıp ona dışarıdan bakmak nasıl bir şey? Özgünlük nerede başlayıp nerede bitmektedir?”
Sonraki Yazı

Giandomenico Tiepolo’nun Yeni Dünya’sı üzerine:
Mondo Nuovo: Yeni Dünya’ya bakmak
“Belli ki bu freskin amacı Venedik’i göstermek değildir. Peki, neyi göstermektir? Yoksa Tiepolo aslında hepimizin Mondo Nuovo’nun seyircisi ve röntgencisi olmaktan başka işlevimizin kalmadığı şimdiki yeni dünyaya mı atıf yapmaktadır?”