Italo Calvino 100 yaşına bastı:
“Bak, bütün gözlerinle bak”
“Calvino insanlık hallerini, bizzat kendi çaresizliğini, çabasının / çabamızın boşunalığını sempati dolu, dostane bir ironiyle, kendisiyle tatlı tatlı dalga geçerek anlatıyor bize. Çaresizliğimize karşı edebiyatı savunuyor tekrar tekrar.”

Italo Calvino
Calvino’nun son dönem yapıtlarını ortak meseleler birbirine bağlıyor. Tamamlayabildiği son iki kitabı Palomar ve Kum Koleksiyonu, son bölümünü yazamadan öldüğü Amerika Dersleri aynı meselelerin etrafında dönerken birbirlerini tamamlıyorlar. Özellikle Amerika Dersleri’nde edebiyatla, yayıncılıkla, siyasetle geçirdiği ömrünün sonunda “sonraki binyıla” bırakmak istediği mirası yazmış Calvino.
Palomar’ın Türkçe çevirmeni Rekin Teksoy; Kum Koleksiyonu’ndan üç parçayı önce Bilge Karasu çevirmişti (Üç Deneme, YKY, 1993), sonra kitabın tamamı Kemal Atakay’ın çevirisiyle yayımlandı; Amerika Dersleri de Kemal Atakay’ın çevirisi. Böylece Calvino’nun yapıtları Türkçe çeviri geleneğinde de önemli bir yer tutuyorlar. (Bu maceranın 1970’lerde nasıl başlamış olduğunu, Calvino’dan çevrilen ilk kitap olan Ağaca Tüneyen Baron’un önsözünde, bu kitabın çevirmeni Aydın Emeç’in kaleminden okumalısınız.)
Nedir bu son dönem yapıtlarındaki ortak meseleler? Dünyaya büyük bir dikkatle, dünyanın bize gösterdiği tüm ayrıntıyı görmeye, tasvir etmeye çalışarak bakmak; dünyayı, evreni insan zihninin araçlarıyla –doğaları gereği sınırlı olan harflerle, kelimelerle, sayılarla, sembollerle, oyun kâğıtlarıyla…– tasvir etme, açıklama çabası; tüm bu çabanın boşunalığı, tüm kelimelerimizin, fikirlerimizin, modellerimizin günün birinde işe yaramaz olacak, yanlışlanacak, unutulacak, kum gibi ufalanıp gidecek, bir toz tabakasına dönüşecek olması; evrenin tüm bu çabamıza direnen, ona rağmen ve onun belki de tümden dışında varolan, hiçbir zaman erişemeyeceğimiz, onunla konuşamayacağımız, anlayamayacağımız kendi halleri, kendi dilleri.
Calvino (özellikle Palomar’da) insanlık hallerini, bizzat kendi çaresizliğini, çabasının / çabamızın boşunalığını sempati dolu, dostane bir ironiyle, kendisiyle tatlı tatlı dalga geçerek anlatıyor.
Ama Calvino öylesine iyi bir yazar, öylesine bilgili, meraklı, konular hakkındaki bağlantıları kurmada öylesine yetenekli ki, tüm bunlar okuru umutsuzluğa, vazgeçmeye değil, tersine okumaya, yazmaya, merak etmeye, öğrenmeye, dünyaya merakla, faltaşı gibi açık gözlerle bakmaya devam etmeye heveslendiriyor.
Calvino çaresizliğimize karşı edebiyatı savunuyor tekrar tekrar: Amerika Dersleri’nden birincisini “varoluşsal bir tepki olarak edebiyat, yaşamın ağırlığına karşı hafifliği arayış” diyerek bitiriyor; ikincisinde kendisini, nasıl olduğunu ve nasıl yazmak istediğini “yavaş yavaş acele etme” ilkesiyle, Mercurius (hız, dönüşüm, ele avuca gelmeme) ile el ele giden Vulcanus (yoğunlaşma, zanaatkârlık) metaforlarıyla anlatıyor; üçüncüsünde kum gibi, toz gibi kelimelerimizi kullanarak dünyanın bütünselliğini yazıyla kurma çabasını tasvir ediyor. Dördüncü ders günümüzün fotoğraflar, kısa videolar içinde tümden boğulmaya başlayan dünyası için özellikle çarpıcı: Giderek görselleşen dünyada, görüntüleri hayalimizde canlandırma, gözümüzün önüne getirme yeteneğini kaybetmemiz tehlikesine dikkatimizi çekiyor.

Ömrü yetseydi, Harvard Üniversitesi’nin meşhur Norton dersleri için yazdığı bu dizide (bu derslerin formatına uygun olarak) altıncı dersi de yazacaktı. Ama yetmedi, beşinci derste kaldı: Bu ders, gelecek binyıla bırakmak istediği türden edebiyatı tanımlıyor: “Zihinsel düzenliliğe ve kesinliğe özgü beğeniyi, şiire, aynı zamanda da bilime ve felsefeye özgü zekâyı özümsemiş bir edebiyat.” Ve bunun örneği olarak, özellikle bizim kuşakta benim de içinde olduğum bir edebiyatsever grubunu çok etkilemiş bir kitabı sunmasıyla bitiyor: Georges Perec’in Yaşam Kullanma Kılavuzu’nu “roman tarihindeki son gerçek ‘olay’dır” sözleriyle tasvir ediyor Calvino. Böylece iki dost, Oulipo’nun iki önemli üyesi, benzer meseleler, benzer teknik sorunlar üzerine yıllarca çalışmış iki yazarın eserleri iç içe geçiyor, kucaklaşıyor neredeyse – Perec’in başyapıtının da (Jules Verne’den) “Bak, bütün gözlerinle bak” alıntısıyla başladığını kitabı sevenler bilir.
Dünyaya, sanat eserlerine (Roma’daki Trajanus sütunundaki hikâyelere; Aziz Hieronymus ve Aziz Georgios temalarının resim sanatında tekrar tekrar çeşitlenirken aldığı hallere), babasının Meksika ve Küba’daki ziraat mühendisliği geçmişine geri giden bir ilgi yoğunluğuyla ağaçlara, bahçelere, bitkilere; kuş seslerine, yıldızlara, takımyıldızlara bakıyor, bizi de bakmaya, görmeye, bağlantıları fark etmeye davet ediyor Calvino; tüm bunların yüzeyine ne kadar bakarsak bakalım özlerine nüfuz edemeyeceğimizi de hissettiriyor.
Calvino kadar, Perec kadar iyi yazarlar birbirleriyle bağlantılı bu temalar galaksisini bu kadar iyi yazarak, kitaplarını yazarken kullandıkları teknik oyunları (Calvino için, özellikle Kesişen Yazgılar Şatosu ve Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu’da) bu düzeye getirerek bizlere, bizim kuşağa hem ilham verdiler hem de yapabileceklerimizi kısıtladılar. Yine de ben bugün, kendim 50 yaşımı geçmişken, Calvino’nun 100. yaşı için 20’li yaşlarımda okuyup iyi anladığımı düşündüğüm bu metinlere bugünün gözüyle, bugünün bilgisi, anlayışı ile döndüğümde önemli bir ferahlama, benim için büyük önem taşıyan bir epifani yaşadım:
Dünya halleri karşısındaki birey olarak çaresizliğimize rağmen; insan çabasının kategorik, varoluşsal beyhudeliklerine rağmen; edebiyatı yaratan kişilerin, kurumların, ilişki ağlarının işte bugün, burada, gözümüzün önünde çatırdıyor, çürüyor, dağılıyor olmasına rağmen – yazmaya, okumaya, düşünmeye, bağlantıları görmeye, göstermeye, okutmaya çalışmak hâlâ anlamlı, hâlâ değerli. Kelimelerden oluşan bu kum koleksiyonumuzun, bu toz tabakamızın hepimizi aşan, hepimizi ömrümüzün sınırlarının ötesinde birbirine bağlayan bir gücü var. Bu güce elimizden gelen katkıyı yapmak da bizlerin kaderi.
Görünmez Kentler’in kapanışını hatırlayarak bitirelim, Işıl Saatçıoğlu’nun Türkçesiyle:
Biz canlıların cehennemi gelecekte varolacak bir şey değil, eğer bir cehennem varsa burada, çoktan aramızda; her gün içinde yaşadığımız, birlikte, yan yana durarak yarattığımız cehennem. İki yolu var acı çekmemenin: Birincisi pek çok kişiye kolay gelir: cehennemi kabullenmek ve görmeyecek kadar onuna bütünleşmek. İkinci yol riskli; sürekli bir dikkat ve eğitim istiyor; cehennemin ortasında cehennem olmayan kim ve ne var, onu aramak, ve bulduğunda tanımayı bilmek, onu yaşatmak, ona fırsat vermek.
Önceki Yazı

Haftanın kitapları – 42
K24'te haftanın vitrini: Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevleri tarafından bize gönderilen, dikkatimizi çeken; okumak ve üzerine yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar: Birleşmeler / Daldaki Kuş / Ofelya / Osmanlı'da Burjuvazinin Yükselişi / Ruslar / Serinlikler / Son Nefes / Sosyolojiyi Düşünmek / Temmuz 1914 / Uluslararası Üslup
Sonraki Yazı

Karasu edebiyatında dilden tene cinsellik
“Cinsellik, Karasu edebiyatında bir duyumsallık bağlamı içinde yaşanır. Duyumsallık özel bir dildir: İlişkinin dilidir; coşkunun, heyecanın, umudun ve tutkunun dilidir. Söze dökül(e)meyen duyguların tene ulaşımını yaşamak (ve anlatmak) için yaratılmış bir dildir.”