Özgün Enver Bulut ile söyleşi:
'Şiirin tanıklığında küçük bir devrim tarihi'
“Şiir tüm sanatsal disiplinler içinde, başka bir dünyanın mümkün olduğunu haber veren en coşkun sestir. Canlıdır ve büyük bir haykırış dilidir. Devrim tarihi bunu gösteriyor bize. Devrimcilerin şiirle olan ilişkisi de bunu doğruluyor zaten. Yolu Marksizmden geçen devrimci liderlerin çoğunun devrimi anlama çabalarında yanlarında şiir vardır.”
Özgün Enver Bulut
Öncelikle şiir ve devrimi, devrimci bir perspektifle böyle bir çalışmada buluşturduğun için kutlarım. Seni takip eden, bilen okurlar benzer yazılarına aşina. Devrimci liderlerin şiirle olan bu serüvenlerini yazma fikri nereden çıktı?
Aslında biraz eski bir mesele. 1987 yılına kadar gider. Daha önceleri Türkiye Yazıları dergisinde Agustino Neto’nun bir şiirini okumuştum. Ancak o bu çalışmanın dinamiği olmadı. Daha doğrusu o zamanlar şiiri de, Neto’yu da kavrayamamıştım. Solun toparlanma çalışmaları kapsamında dergiler çıkıyordu. Mayıs dergisi de bunlardan biriydi. Arka kapağında Mahir Çayan’ın “Hücredeki Adalının Dünyası” şiiri vardı. Mahir’in şiir yazdığını bilmiyordum doğrusu. Şiir beni bu çalışmaya kadar getirdi. Sonra Neto’nun şiirini anımsadım. Che, Mao, Ho Şi Minh ve Marx... Böyle başladı diyebilirim kısaca.
Bulduğum her yeni şiir ve yazı beni etkiledi, heyecanlandırdı. Heyecanlandıkça da yazdım. Bütünlüklü bir çalışma neden olmasın sorusu kafamda iyice oturunca, o sorumluluktan kaçamadım. Devrimci liderlerin duygu dünyalarını keşfetmek ve oradan devrimin izini sürmek farklıydı. Marx’ın Jenny’e olan aşkını, Mao’nun dağlarla olan yoldaşlığını, Ho Şi Minh’in hücre yaşamını, Behice Boran’ın yaşama dair dizelerini, Afrikalı devrimcilerin Afrikalarına olan sevdalarını anladıkça yazma serüveni daha da kaçınılmaz oldu.
Bu çalışma aslında aynı zamanda bir tarih okuması: Latin Amerika’dan Vietnam’a, Afrika’dan Avrupa’ya. Bu anlamda da yaptığın kayda değer bir çalışma. Anlatılan Onların Şiiridir’in bir fikir olarak zihnine düşmesiyle kitap formunda eline ulaşması ne kadar bir zaman aldı?
Aslına bakarsan çok uzun bir süre. Dediğim gibi 1987 yılı ve Mahir’in şiiri benim için belirleyici olmuştu. Düşüncelerimi dergi ve gazetelere taşıdım. Sonra da sevgili Başak Canda’nın YouTube kanalında 5 bölüm konuştum. Konuşmalar kitap fikrinin önüne geçti ve kitap sonraya kaldı. Süreç uzun, ancak benim kitabı yazmaya başlamam ve bitirmem sekiz aylık bir sürede gerçekleşti. Eski okumalarıma yeni okumalar ekledim. Dergileri, ansiklopedileri ve kitapları yeniden okuyup notlar aldım. Artık iş nasıl yazmam gerektiğine kalmıştı. Onu planlayınca da yazmaya başladım.
Marx, Engels, Lenin ve Mao’nun sanat hakkındaki görüşlerine yer vermeyi önemli buldum. Kısa da olsa onlara değindim. Kitap çıktıktan kısa bir süre sonra ikinci baskısını yaptı. Bu arada atladığım bir iki notum olduğunu gördüm. Onları da üçüncü baskıda düzeltirsem, derli toplu, iyi bir kitap bıraktığımı düşünmeme hiçbir engel kalmaz. Yazdıkça yeniden öğrendim. Belki küçük bir devrim tarihi denebilir. Şiirin tanıklık ettiği bir tarih.
“Şiirin gençlikle ilişkisi olduğunu ya da insanı gençleştiren söz olduğunu düşünenlerdenim” diyorsun kitapta. Bunu okurken aklıma Melih Cevdet Anday’ın bir röportajında söylediği “Her insan gençliğinde şiir yazar. Sonra bırakır, unutur. Şiiri devam ettirenlere şair diyorlar” sözleri geldi. Kitapta adını andığın liderler gençliklerinde şiir yazmışlar. Belki şiir yine yaşamlarında olmuştur ama “şair” olarak hayatına devam eden yok. Bu devrimci önderlerden şiire devam eden olsaydı sence hangisi iyi bir şair olurdu? O ilk şiirlerde bu cevheri gördüğün var mı?
İçlerinde şair olanlar olduğu gibi, şiiri bırakmayanlar da var. El Salvadorlu büyük devrimci Rogue Dalton şairdir ve şiir ödülleri almıştır. Kendi deyimiyle “şiirden geçerek devrime gelen” bir şairdir. Yine Agustino Neto da şairdir ve Asya-Afrika Yazarlar Birliği tarafından verilen Lotus Edebiyat Ödülü’ne layık görülmüştür. Mao, Ho Şi Minh, Amilcar Cabral şairdir. Ben şiirin bir saati olduğunu düşünenlerdenim. Gencin koluna çok yakışır ve çok şık durur o saat. Dünya devrim tarihi genç ölümlerle doludur. O denli hızlı ve yoğun bir süreçtir yaşanan. Şiirle ilişkileri de hep bu yoğunlukla beraber yürümüş. Yürüme mi, koşma mı uygun durmaktadır? Koşma daha doğru bir deyim.
Che şiire yoğunlaşabilseydi bana öyle geliyor ki iyi şiirlerini konuşabilirdik. Şiiri bilen bir devrimcidir. Bizden de Hüseyin Cevahir’i söylemek mümkün. Her ne kadar şiirleri henüz bulunamamışsa da, arkadaş anlatımlarından şiirle olan yüksek ilgisini ve yazdığını biliyoruz. Ayrıca şiir üzerine yazdığı denemelerinden de anlıyoruz ki, şiirle çok yakın bir ilişkisi söz konusu.
Kitapta andığın devrimci liderlerin şiirlerini dergi, kitap, derleme gibi çeşitli kaynaklardan alıntılamışsın. Bu kitabı yazarken ilk defa senin ulaşabildiğin, gün yüzüne çıkardığın bir şiir oldu mu?
Marx’ın, Mao’nun, Ho Şi Minh’in, Che’nin şiirleri kitap olarak Türkçeye çevrilmiş. Benim dergilerde bulduğum şiirler bunlardan bağımsız ve farklı çevirmenler tarafından çevrilenler. Kitaplarda olmayanları ayrı bir önemsedim. Cihan Alptekin’in Nisan 1967 yılının Gerçekler Postası dergisinde yayımlanan “Kıydılar” isimli şiirini ben buldum ve YouTube kanalında Türkiyeli devrimcileri anlattığım bölümde okudum ve Artı Gerçek’te yazdığım dönemde köşemde söz ettim. İçimde ukde olarak kalan ve hâlâ peşini bırakmadığım bir konu da Hüseyin Cevahir’in şiir yazan biri olması ve onun şiirlerine ulaşamamak. Bu konuda dergi tarama çalışmalarına ısrarla devam ediyorum.
Burada belki şunu da söylemem gerekecek. Dönemin dergi ve gazetelerini tararken, ‘68-‘72 arasındaki döneme yeniden bakma şansı buldum. Anladım ki o zaman diliminde biz sadece gençlerimizi, en değerli devrimcilerimizi kaybetmemişiz. Bir ülkenin geleceğini de kaybetmişiz.
“Yeni bir dönem, yeni bir devrim ve yeni bir şiir çağındayız. Çünkü emek hâlâ zenginlerin estetik anlayışına uygun şeyler yaratmaya devam ediyor” diyorsun kitabın sonsözünde. Buradan hareketle “zenginler için saraylar inşa ederken, kendileri için mezarlar yapan” “yeryüzü lanetlilerinin” yapacağı devrimin fitilini ateşleyecek, ona mücadele ruhu üfleyecek, devrimi dilden dile yayacak şiiri yazmaya ihtiyaç olduğunu söyleyebilir miyiz?
Kuşkusuz… Dünyada bu nobranlık, hukuksuzluk, talan, sömürgecilik, hak ihlalleri devam ettikçe, yoksulları şiirin diliyle buluşturacak öncüler, devrimciler hep olacaktır. Zaten bu insanların hayaletleridir onları korkutan, ürküten. Yoksa dünya dediğimiz yaşam alanında hiçbir şey kalmayacak. Tüketmedikleri bir şey bırakmıyorlar. Nereye el atıyorlarsa orayı çölleştirip gidiyorlar. Bankalar onların servetlerini korumak için var. Oynadıkları oyunun içine “yoksulları bir deri, bir kemik olarak” dahil ediyorlar. Devrim dediğimiz şiirsel büyü de tam burada karşılarına dikiliyor.
Her itiraz, her kazanım aslında yeni bir şiir. John Berger’den anımsıyorum. “Şiirler basit birer dua değildir” der Berger ve ekler: “Dinsel bir şiir bile yalnızca ve doğrudan doğruya Tanrı’ya seslenmez. Şiir dilin kendisine seslenir.” Bana göre de şiir devrimin kendisine seslenirken, onun dilidir. Daha doğrusu devrimin en içten seslenilen dilidir ve ikisi arasında muhteşem bir ilişki vardır. Bu ilişki bir ihtiyaçtan ötedir ve dilin kendisidir. Mücadele de, isyan da bu dilin içindedir.
Bir şair olarak sadece şiir okumuyorsun, öykü ve roman gibi diğer türlerde de iyi bir edebiyat okuru olduğunu biliyorum; kurgu dışı okumalar açısından da iyi bir okursun. Edebiyat camiasında çok da yaygın olmayan bir şey bu, takip ettiğim kadarıyla. Arada heybenden öyküler de çıkardığın oluyor. Bu minvalde sorayım: Şiir dışında bir edebi türde okurun karşısına çıkmayı düşündün mü hiç, yoksa “Ne yaparsam şiire dahil/şiire dair ve şiir olsun!” mu diyorsun?
Kendimi hep şair olarak görmüşümdür ve göğsümü gere gere, gururla, çok da utanarak ve çekinerek “ben şairim” derim her ortamda. Çekinme ve utanmamın nedeni, zaman ya da tarih denen o akıcı tabloya haksızlık etmek istemememdendir. O tabloda bir yerim varsa, olacaksa, şair olarak bulunmak isterim. Sadece şiir yazan biri değilim elbet. Şiir üzerine kafa yoran, yazan, kuramsal metinler okuyan bir şairim. Edebi disiplinleri hep iç içe görürüm. O nedenle tümünden tat almaya, faydalanmaya özen gösteririm. Bazen tarihsel metinler olur, bazen mitsel; bazen roman öne çıkar, bazen öyküler ve şiir bu okumaların her tarafındadır. Öyküler ise eskiden beri hep vardı. Ya da benim öykü sandığım metinler. Çoğu kısadır. Arada düzenleyip yayımlattıklarım oldu. İlgim bu kadardır yani. Ne yapsam şiire dahil midir? Dahildir derim.
Madem Anlatılan Onların Şiiridir dedin, “onların” şiirle dansını anlatırken “şiiri hem yazdılar hem yaşadılar” diyorsun, “onlara” dair bir şiirinle veya dize(leri)nle bitirelim mi söyleşiyi?
Şiir tüm sanatsal disiplinler içinde, başka bir dünyanın mümkün olduğunu haber veren en coşkun sestir. Canlıdır ve büyük bir haykırış dilidir. Devrim tarihi bunu gösteriyor bize. Devrimcilerin şiirle olan ilişkisi de bunu doğruluyor zaten. Yolu Marksizmden geçen devrimci liderlerin çoğunun devrimi anlama çabalarında yanlarında şiir vardır. Zaten o fırtınalı yaşam, o hızla akan süreç bunun en büyük tanığıdır. Şiir onlar için bir tanıma, öğrenme ve devrimle buluşma gerçekliğidir. Çoğu da şiirden geçerek devrime gelendir. Onlara dair ne söylersem eksik kalacaktır. İkonlaştırmadan, saygıyla ve genç yaşlarına sığdırdıkları büyük bir düşün arayıcısı olma halleriyle baktım, bakıyorum. Fazlasıyla hak ediyorlar. Dünyada bugün özgürlük haykırışları varsa, insanlar güzel bakıp güzel gülebiliyorlarsa, onların attığı büyük direniş tohumlarının verimliliğindendir.
“devrim başağa benzer, güneşe benzer
kitabın arasına saklanan kuru bir çiçeğe benzer
devrim bizim şiirimize benzer.”
Önceki Yazı
1915, tehcir, Mustian’ın Jandarma romanı:
“Lakin ölüyorlar...”
“Jandarma, unutma-hatırlama meselesini edebi bir kurguyla tartışan bir metin olmanın yanı sıra –kimi sahnelerini okumak hayli zorlayıcı da olsa– olay örgüsü oldukça sürükleyici bir roman. Mustian önceden verilmiş cevapların aktarıcısı bir metin değil, cevapsız sorulara cevap aramanın bir yordamı olarak roman yazmayı seçmiş.”
Sonraki Yazı
Haftanın vitrini – 17
Yeni çıkan, yeni baskısı yapılan, yayınevlerince bize gönderilen, dikkatimizi çeken; okumak ve üzerine yazmak için ayırdığımız bazı kitaplar: 100 Sene 100 Nesne / Benliğimin Şarkısı / Cürm-ü Âzam / Dünyanın Düzleşmesi / Harfiyat Kamyonları / Hayali / Her Şeye Rağmen Gülmek / İmkânsız Roman / Ölü Yiyiciler / Raşomon