Nur Saka’nın şiirleri:
Bir devrim alanı olarak annelik
“Şiirini bir 'bir düzeltme edimi' olarak geliştiriyor Saka. Halihazırdaki kadın-erkek / anne-oğul toplumsal kodlarını yeni mod’a uygulayarak tümden tarihselleştiriyor ve tarihte kalmasının yolunun taşlarını örüyor. Böylece de erkekliğin sonu çok kötü noktalara varan yörüngesini başka yönlere mecbur kıldıracak 'sapma müdahalesi'ni gerçekleştiriyor.”
Nur Saka
Türkiyeli kadınların “şiir yazılma” hakkı çok eskilere dayanır; ancak “şiir yazma” haklarının tarihi henüz yazılmadı. Şöyle de diyebilirdim: Türkiyeli kadınlara şiir yazılmasının tarihini biliyoruz da, şiir yazmalarının tarihini henüz bilmiyoruz. Osmanlı’daki seyri açısından çok az şey bildiğimiz bu hakkın tarihi,[1] son otuz yıldır kadınların ciddi çalışmalarıyla ortaya çıkmaya başlıyor. Böylece kadın hareketinin tarihi, bir haklar tarihi olmakla birlikte, bir “literatür temizliği”nin de tarihi haline geliyor: kavramsal temizlik, tarihsel temizlik, dilsel temizlik...
Türkçe şiirin seyrinde, son otuz yıldır, şair kadınların eril-şiir dünyasının kabuklarını kırmasının, sert kalıplarını eritmesinin hikâyesinin içinden geçmekteyiz. “Antolojiye girecek dize yazdı mı ki kadınlar!?” diye hakir gören böbürlenmelerin altı oyuldu, küçümsemeler yerli yerine yerleştirildi çoktan.[2] Öyle ki, bugün artık şair kadın-erkek ayrımının ötesinde, feminist mücadelenin tarihinin geldiği noktada queer bir gen(iş)leşmenin de takviyesiyle, nihayet “şair” kelimesinin başına herhangi bir cinsel niteleme getirmeye ihtiyaç duymayacağımız günlere de yaklaştığımızı söyleyebiliriz sanırım – umarım. Böylece kelime yeniden “yalın” haline dönebilecek, bir farkla: Şair=erkek algısı, atanmış cinsel kimliklerden azade bir referansla, bu kez “yalın”laşmış olacak.
“Literatür temizliği”, eril-aklın bildiği gibi yakmakla olmaz (sadece); literatür, düzenli olarak revize edilerek düzenlenmediği (temizlenmediği) takdirde, “kebikeç”in kâr etmeyeceği derecede kurtlara ziyafetlik bir kâğıt yığınından başka bir şey değildir. Öyle olunca da, bir gün gelir, eehh der yakar kurtulursunuz. Erkekseniz, kurtulursunuz. Kadınsanız, zaten sizin yaşadığınız hayatın yasaları o kâğıtlara pek yazılmamıştır, yazılanların ortadan kalkmasında da üzülecek bir yan bulmanız kolay olmaz.
Bir “çekingen” devrimci
Uygulamada yaşanır, uygulamada yasaklanır, uygulamada uygun görülür, uygulamada cezalandırılır, uygulamada taltif edilir... Hukuk alanının dışında yaşamıştır, yaşamaktadır kadınlar. Lacan’ın “Kadın yoktur; kadınlar vardır” deyişinde olduğu gibi, her bir kadın öznenin biricik deneyimiyle o toplumsal kodlar yaşam bulur. Bu kodların değişmesi için önce davranışların önüne etten duvarların dikilmesi gerekir ki, kadın hareketlerinin tarihi bu etten duvarların yükselişinin tarihidir aynı zamanda. Bu yolla değişen toplumsal pratiklerin karşılığı literatüre yansımıyorsa, değişimler “uçtum akıllı”dır; bir nesil sonrasına kalmadan unutuluverir. Temizlenmeyen, yenilenmeyen, yeniden-yazılmayan literatür çürür, ölür.
Toplumsal kodların nesilden nesile “olduğu gibi” aktarılmasını sağlayan ve üstelik de çoookkk uzun zaman öncelere kadar köklenen bir literatürün temizliği, isterseniz artık buna “revizyon” diyelim, literatürün revizyonu da hiç kolay değil. Sadece kaba, büyük, hâkim birtakım kavramsal, tarihsel, dilsel, kültürel, vs. revizyonlar, ancak başlangıç için yeterli olabilir. Ki bu “başlangıçlar” için ne bedellerin ödendiği de feminist tarihin haklı sayfalarında kayıtlıdır.
İşin zorlu kısmı, bundan sonra başlıyor. Ayrıntılara, altbaşlıklara, ikinci/l gündemlere girildikçe o eril-toplumsal kodlar, aslında nasıl da “bir dil gibi örgütlendiğini” açık etmeye başlarlar. Revizyonun revizyonunun revizyonunun... – ince işçilikler gerekir artık. Sadece bir yüzüğün taşındaki bir sorunu gidermek için özel bir ustaya ihtiyaç duyulur...
Türkçe şiirin hikâyesinde anılan, herkesin kabul etmekten geriye düşemeyeceği kadın isimleri var – artık. Bir de, bunların dışında, yüzük işçisi, özel ustalar var. Nur Saka, bu anlamıyla, Türkçe şiirin özel işçilerinden, ustalarından biridir.
Nur Saka ise kendini “çekingen devrimci” olarak tanımlıyor: “Çocukluğumun uysal, uslu, edilgen olma öğretilerinden sonra, gençlik yıllarımın –çekingen devrimciliği– ataerkil toplum yapısının kadının cinsel kimliğini nasıl etkilediğini, kadının eksik, zayıf, güçsüz, erkeği ise, daima üstün kıldığını öğretti.” Anne olmak, eş olmak, çocuk/oğul sahibi olmak gibi gündemler içinde, “belki de biz bir şehirdik” şiirinde dediği gibi; “devrimleri kızlarına bırakamayan / analar gibiydik / hep oğullarına hazırlanan...”[3]
Ancak “küçük” (görülen) müdahalelerin, “çekingen devrimci”lerin tarihi, literatür temizliğinin ince işçiliğine denk geliyor. Üstelik, ustası bellediği Gülten Akın’dan apartarak söyleyecek olursam, “ince revizyonların” peşinde kuruyor şiirini.
Yıl 1900 Sevgili nasıl “görüldü”?
Artık on altı yıldır yeni şiir kitabı beklenen Nur Saka’nın yayımlanmış iki şiir kitabı da edebiyatımızın değerli isimleri tarafından “görülmüş”, beğenilmiş, taltif edilmiştir. Ancak durumun kendi içinde bir gariplik vardır, biraz onu anlamaya çalışacağız.
Fikret Demirağ, Kıbrıs gazetesinde yayımlanan “İncelikli, isyancı, alaycı bir şair – Nur Saka’dan Yıl 1900 Sevgili” yazısıyla Saka’nın çıkışını adeta kutlar, duyurur:
“Nur Saka, 1990’lı yıllarda Varlık, Şiir-lik gibi dergilerde yayımlanmaya başlayan –okunmadan geçilemeyen (kendi adıma)– şiirleriyle, özel dikkati hak eden bir şair. İnce bir duyarlık, yer yer imgelerin sualtında, yer yer açık bir başkaldırı ve ironi Nur Saka şiirinin temel özellikleri. İnanılmaz saydamlıkta, ama derin, çok katmanlı bir şiir. Anlamı –çok gerekliyse– bazen hemen yakalıyorsunuz, bazen de onun algınızın ‘parmak aralarından’ akıp gitmesini önleyemiyorsunuz. Yer yer yüksek sesle okunmağa elverişli bir yapı ve ses, yer yer de sizinle ‘sizin’ arasında bir okuma serüvenine çağıran metinler.
İsyancı. Çizgi dışı. Belirli bir bilge duruşu. Binlerce yılın birikimi katılıkların, değer yargılarının, yaşadığımız günlerdeki çerçeve ve içeriğine, insan ve kadın kimliğiyle karşı çıkan, başkaldıran (bazen de kaçınılmaz olarak –şimdilik kaydıyla boyun eğmek zorunda olan–) sorgulayan; öfke ve alay okları fırlatıp duran bir şair profili. [...] Şiiri özgün. En azından, oldukça özgün. Kendi imgeleri, sözcük örgüsü, dili, kurgusu var. Kendi sesi, yani. [...] Gizli-açık başkaldırı (zaman zaman sineye çekilse de), size biçilen çerçeveyi reddetmek, zorlamak, dışına çıkmaya çalışmak; bu talebi, fiili kırgınlığın, öfkenin ve ironinin diliyle ortaya koymak... [...] Nur Saka, bunun üstesinden geliyor. [...]
Ülkemiz şairleri ve şiirseverleri de dikkatle izlemeliler Nur Saka’yı. Buna değer. Çok tad alacaklar.”[4]
Kutlamadaki çekingenlik, “bence”lilik şiiri tarifte kullanılan sıfatlarla telafi ediliyor: başkaldırı, ironi, saydam, derin, katmanlı, isyancı, çizgi dışı. Hepsinin yanında, diğer yazılarda da karşımıza çıkacak iki sıfat daha var: bilge duruş ve özgünlük.
Birkaç ay geçmeden, Gültekin Emre de Cumhuriyet Kitap’ta “Nur Saka’dan bir ilk kitap-Yıl 1900 Sevgili” başlıklı yazısıyla takdis ediyor:
“Nur Saka, şu dizelerin dilimden düşmüyor, bilesin! ‘kızkardeşinim artık / doldu vadesi / içimdeki meryemin’. [...] Bir şair ilk kitabıyla şu dizeleri yazmışsa, o zaten çoktan uçmuştur ve halkının arasına çoktan karışmıştır [...].
Nur Saka, şiirleriyle yaşama ayna tutuyor, önümüzü aydınlatıyor yüzyılımız bitmeden, geçmişimizin izini sürüyor, izler topluyor ve sonra onları başımızdan döküyor. [...]
Nur Saka, Yıl 1900 Sevgili’deki şiirleriyle, sanki bir ilk kitaba imzasını atan bir şair değil de, olgunluğunun ürününü devşiren biri gibi, öylesine başarılı. Nur Saka iyice süzdüğü, damıttığı bir dille, yaşamın acı tatlı yanlarını, siyasi mücadeleleri, aşkları, yalnızlıkları, tadında ironi ve erotizmle, geçmişi, erken ölen babaları, çocukluğun sıcak dünyasını, düşler denizini, değişen yaşam biçimlerini, başkalaşan değer yargılarını, yabancılaşmaları, yozlaşmaları şiirine, imgelerine bir bir, ustalıkla geçiriyor, işliyor: Bunlar Nur Saka’nın şiirinde kendini hemen ele veren izlekler olarak karşımıza çıkıyor. Nur Saka, şiirinin çatısını sağlam kuruyor, çünkü şiirinin harcını sağlam karıyor.”[5]
Daha ilk şiir kitabında dilinin damıtılmışlığından, ironi ve erotizm kullanımından, ama “ilk kitap değil bu”, olgunluk vurgusundan geri durulmuyor. İlk kitabını çıkaranlara bir değer verme jesti cümlesi gibidir; “adeta usta bir kalemden...”
Anne de Olabilir İnsan “toplumcu da”!
Ardından, ikinci şiir kitabı Anne de Olabilir İnsan Hayatta Âşık da 2007’de yayımlanıyor ve 2008’de Sevda Ergin Şiir Ödülü’nü alıyor. Saka’nın şiirindeki toplumsallık ikinci kitabıyla birlikte daha görülür, belirgin, anlaşılır hale geliyor. Bekir Doğanay, Sincan İstasyonu’ndaki “‘Yeni Toplumcu’ Bir Şair: Nur Saka” yazısıyla, Saka’nın şiirindeki toplumsallığı, uzun zamandır beklenen yeni çıkışın bir işareti olarak değerlendiriyor:
“Estetik olanı ıskalamadan, şiiri savsöze indirmeden, slogancı, dayatmacı, didaktik bir söyleme düşürmeden toplumsal olana ait olan bugün nasıl verilebilir? [...] Toplumcu sıfatını küçümsenir bir sıfat olmaktan çıkarıp, şiirin böyle de yazılabileceğini ispatlayacak şairler yok mu artık? [...]
Nur Saka [...] ikinci kitabında, sözünü ettiğimiz, özlemini çektiğimiz şiirin işaretlerini veriyor sanki. Aşkı da toplumsal olgular içinde alıyor, anneliği de. Kitaba adını veren şiirde olsun, ithaftaki isimlerden olsun, şairin aynı zamanda bir anne olduğunu öğreniyoruz elbet. Söylemi özne ağzından, birinci tekil şahıs ağzından da olsa, anneliği de, şairliği de, âşık olmayı da kendisinde odaklamakla yetinmiyor. Kendi dışına, toplum içine, toplumun değer yargılarına da bakıyor ve itirazını da buradan geliştiriyor. Şiir sanatından ödün vermeden, imgesel imayı esas alarak söylüyor söyleyeceğini. Şair olduğunu hissettirdiği kadar, önce insan olduğunu, toplumsal bir varlık olduğunu da o oranda hissettiriyor. [...] Şair, ‘ben’i bencil olmamış burada; deyim yerindeyse ‘bendeki sen’i, hatta, ‘bendeki siz’i vermeyi başarmış. İşte, revizyondan geçirilmesi gereken ‘toplumcu şiirin’ yeni ve kaliteli örnekleri [...]
Yalınlığın derinliğinden şiirler çıkaran bir şair o. İmgeyi doğru anlamış bir şair. Hayatta karşılığı olan mecazlar, istiareler, buluşlar, benzetmeler. En önemlisi de üslubunu (biçemini) oluşturmuş bir Nur Saka var ki, şiirlerini imzasız bile tanıyabilirsiniz. Daha ikinci kitapta bunu başarmak, meseledir. [...]
Yeni, güçlü kadın şairler geliyor. Nur Saka bunlardan, bunların önde gelenlerinden biri bence.”[6]
Olgunluğun yanına toplumculuk, kadın, anne sıfatları da ekleniyor artık...
Hatırlayanlar vardır, Arif Damar’ın Cumhuriyet Kitap’taki “Ayın Şiiri” seçkisi merakla beklenirdi. Mart 2010’da, “Nur Saka’nın Hayal dergisinde yayımlanan ‘Bir Kadından Bir Kadına’ adlı şiirini ayın şiiri olarak değerlendirdim” notuyla şiir yayımlanır. Altında, Damar’ın kısa bir değerlendirmesiyle:
“Nur Saka 1956 doğumlu. Pek genç sayılmaz. Evli ve iki çocuk annesi. İyi ve doğru bir evlilik yaptığı anlaşılıyor. Eşi hoşgörülü bir insan olacak ki, ona şiirle uğraşma olanağı sağlıyor. Pek çok erkek gibi ‘böyle saçma işlerle vakit kaybetme’ demiyor ve edebiyatla, şiirle uğraşmasına olumlu yaklaşıyor. Öyle ya: Ev işleriyle, çocuklarınla ilgilen diye baskı yapmadığını anlıyoruz. Nur Saka bu şiirinde ‘bir kadından bir kadına kalan en güzel armağandır oğul’ dizesiyle derin çocuk, oğul sevgisini yüceltiyor. ‘Zararı Yok’ adlı şiiri Cihat Örter tarafından bestelendiğini öğreniyoruz. İlk şiir kitabı Yıl 1900 Sevgili 1998 yılında Varlık Yayınları’ndan okura sunulmuş.”[7]
Erkek-şair-eleştirmenlerin Nur Saka’nın şiirinde dilsel “olgunluk”, “annelik” teması, “toplumcu” damar olduğuna dair tespitleri, Saka’nın şiirleriyle de, poetikasıyla da sabittir: “Şaire, şiire doğrudan sorumluluk yüklemekten yana hiç olmadım. Ama, hangi toplumda olursa olsun, savaşa, sömürüye, açlığa, zulme her zaman karşıdır...”
Ancak “olgunluk” vurgusunun bu denli yüksek olması, tarihselliği içerisinde biraz garip – değil mi? Kitapların ve hakkında çıkan yazıların yayımlandığı yıllarda artık Türkçe şiirin Gülten Akın, Sennur Sezer, Melisa Gürpınar, Lâle Müldür gibi büyük/devrimci/usta isimleri netleşmiş durumdaydı.
Henüz yeni iki kitabını yayımlamış, söyleyeceğini tüm gücüyle söyleyen ama bağırmayan, sesini yükseltmeyen bir kadının şiirlerinin “olgun” bulunması, dönemin eril dünyasının kırılma sancılarının, nasıl etsek de biraz ayar versek şu gidişe kaygılarının usturuplu dile getirilişi olarak da görülebilir: Ne güzel, anneliği kutsuyor, oğluna sevgisinden bahsediyor, üstelik de sonuna kadar toplumcu...
Peki, diğer yandan, kadın okurlar cephesinde de bu şiir “hanım şiiri” diye ikincilleştirilmiş midir? Belki şairlerimize sormalı. Yine de olgun / toplumcu / anne kutsal üçgeniyle kabul gören Nur Saka’nın hangi revizyonları nasıl sağladığına odaklanmayı tercih ederim.
“Tanrım, sana geri vermek istiyoruz...”
Saka, anne’liği şu ifadelerle üstleniyor: “annelik, insan olmanın gururunu, koşulsuz sevgiyi öğretip devrimciliğime cesaret kattı. // ‘Kadın’ toplumun doğru şekillenmesi için çok önemlidir. Çünkü, kadın ‘annedir’, ‘devrimcidir’. Anne olmak bir devrim değil de nedir? Çocukları, yani insanı şekillendiren ilk kişi kadındır.”
Anne de olabilir insan, eş de, devrimci de, toplumcu da, âşık da... Madem bir “özne”den, üstelik bir “şair-özne”den bahsediyoruz; kadına “verilen” alanın yetersizliğini de fark ediyor olmamız kaçınılmazdır. Bu anlam alanını kadınlar tırnaklarıyla kaza kaza genişletmekteler. Aksi halde, anneliği toplumsal-kutsal kılma refleksini sürdürmekte erkeklerin bir beis görmeyişi, önümüzde (Frederic Jameson’ın çerçevesini çizdiği anlamıyla) birsiyasal bilinçdışı örneği olarak cevabını bekliyor.
Üstelik Nur Saka, “İstanbul sevgilim / III” şiirinde bahsi yükseltiyor:
şimdi
içimizden biri çıkıp dese ki:
sana geri vermek istiyoruz
bize bağışladığın bu rahimleri
Tanrım, sana geri vermek istiyoruz...[8]
Saka’nın şiirinin ayırt edici noktası, tam da bu ince gören yaklaşımıdır. Adeta şöyle diyor: Anne olmaktan memnuniyetim kimsenin memnuniyetinin garantisi değildir.
Anne olmak ve eş olmak’ın revizyonu
Nur Saka’nın revizyonları; “Gülerken ağızlarını elleriyle örten annelerin, babaannelerin, anneannelerin utangaçlığı”nın da bir bakıma temize çekilmesini içeriyor. Şair kadınların devraldıkları miras; toplumsal açıdan nefes almakta zorlayıcı türden olduğu kadar şiirsel açıdan da zorlayıcı. Ancak Saka, kadının sorunlarını asla dil-içi bir konu olarak görmüyor, yapılacakları “şiddeti yok edinceye kadar” sürdürülecek “yaratıcı bir başkaldırı” olarak kabul ediyor.
Anne de Olabilir İnsan Hayatta Âşık da’nın ithaf cümlesi şöyledir: “Hayatımın üç erkeği Haluk, Altuğ ve Emre Eken’e...” Annelik ve eşlik, şairin deneyiminde eşzamanlı yaşanıyor; ancak burada ince ayrımlar kuruyor. Bir kadın ve bir erkeğin ilişkisinden oluşan, “eşitler” arasında yaşanan “eş olma” deneyimiyle kendi bedeninde oluşturduğun ve sonra da dünyaya getirip büyüttüğün canlıyla kurulan ilişkinin deneyimi elbette başka olacaktır; alanları, sınırları, hakları, talepleri...
Eş olmanın alanı, toplumsalla yüzleşmenin de alanı aynı zamanda. Saka’nın toplumsal rolleri netlikle şiirine taşımasının bir örneği “hüznün hanımefendisi” şiirinde karşımıza çıkar:
bir kuş sütü eksikti sofrasında sevdamın
unuttuğum da olmuştur elbet
telaşlı bir ânımda
rakına buz atmayı meselâ[9]
Toplumsal rollerin kabulü, giderek bir kader halini alabiliyor. Roller, toplumsal realiteye uygun şekilde biçimlenir. Saka, “halk seni istiyor” şiirinde, “mutsuz oluyor sevdaları da /halkı yoksul olanın...” diyor. “34 NR...” şiirinde ise yine el yükseltir şair: “ey sevmeleri devletime benzeyenim /benim”.[10] Eş olmak ile anne olmak deneyimleri ayrı demiştim ama Saka’nın şiirinde erkeğin de bir annenin evladı olduğu gerçeği unutulmaz. “Zararı yok” şiirinde bu durumu kâğıt kesiği gibi dizeye döker: “ben yine /bulurum /annenin bile öptüğü yerleri...”[11]
Erkekliğin, konumuz özelindeyse Türkiye’de erkekliğin, “devlet” ile “anne” arasına sıkışmış bir deneyim olduğunu görmeden, kavramadan, kabul etmeden gerçekçi bir revizyonu ortaya koymak mümkün olamaz. Saka buna işaret ediyor ve bunu yaparken de kendi çocuğunun da annesi olduğu gerçeğinin farkında.
Öncelikle, “kuş besler gibi hücrelerinde” şiirinde olduğu gibi; “anneler ilk işaretleridir aşkın /hüznünse /ilk sahipleri”[12] diyerek anneyi çocuğun ilk aşk nesnesi olarak konumlandırırken, bizatihi aşkı yaşayan, hayal kırıklıkları olan, üzülen, sevinen... bir varlık olarak çizmesi sayesinde konumun alanını genişletiyor. Bunu nasıl başardığını, ikinci kitabına adını veren şiirden uzun bir alıntıyla örneklendireyim:
“çocuğu içinden atarsan anne olursun”[13]
içinde bir yabancıyı barındırırsan âşık
ben seni aşk ile aşk için doğurdum
bir yabancıyı barındırır gibi içinde
attım içimden seni
başıma gelen en tatlı şeydin, en güzel şeydin
ete dönüşmesi gibi bir şeydin içimde zamanın
anne de olabilir insan hayatta, âşık da
[...]
gün gelir sen de anlarsın
anlarsın kumların kayalardan
tarihin yalanlarla savaşlardan
savaşların devletlerden
devletlerin de erkeklerden ibaret olduğunu
oğlum, kusursuzum benim
anne de olabilir insan hayatta, âşık da...[14]
Bu şiir, “hayatının erkek”lerinden biri olan “oğul”a yönelik şefkatle çizilen ustalıklı bir alan-ayarını işaret ediyor. Mücadelenin erkeklerle birlikte sürdürülebilmesi için alana dahil olmaları gerekir; ancak alana uygun bir kavrayışa ihtiyaç vardır öncelikle. Bunun sağlanabilmesi için de “oğlum, kusursuzum benim” gibi uygun bir üslup bulmak gerekiyor. Fakat ironik olan şu ki, “savaşların devletlerden /devletlerin de erkeklerden ibaret olduğunu” demenin ardından gelen “kusursuzum” ile artık kendini doğrulayan kehanet haline geliyor şiir. Virginia Woolf’un işaret ettiği, erkekleri 2-3 kat büyük gösteren o “tarihsel” büyüteç burada da çalışmaktadır.
Bir devrim alanı olarak annelik
Nur Saka’nın, anneliğin bir devrim alanı olarak okunması gerektiğinin şiirini yazdığını söylesem, haksızlık etmiş olmam sanırım. Bununla tutarlı bir şekilde, Saka, şiirini sadece bir şiir olarak kurmuyor, aynı zamanda konu edindiği bireysel ve toplumsal sorunlara dair değişimin bir aparatı olarak da kurguluyor. Şiirini sloganvari bir araçsallaştırmaya mahkûm etmiyor, tam tersine, şiirin bizatihi sahip olduğu toplumsal işlevi vurguluyor: “Zorda olanlara uygun bir kurtuluş yolu da bulabilir.”
Şiirini bir “bir düzeltme edimi” olarak geliştiriyor Saka. Halihazırdaki kadın-erkek / anne-oğul toplumsal kodlarını yeni mod’a uygulayarak tümden tarihselleştiriyor ve tarihte kalmasının yolunun taşlarını örüyor. Böylece de erkekliğin sonu çok kötü noktalara varan yörüngesini başka yönlere mecbur kıldıracak “sapma müdahalesi”ni gerçekleştiriyor. Bunu yaparken, geçmişten, gelenekten pek de beslenemeyeceğinin farkında:
“Şiirde geleneğin sadece bir donanım, bir birikim olarak var olmasından yanayım. Şairin ‘dili’hayatı kavramaktan geçmeli, yaşamda karşılığı olmalı diye düşünüyorum. Sözcükleri kullanırken çağının, gününün duyarlığını, yankılarını taşımalı. Gelenekten faydalanmam, geleceğim için değil, günüm için, dönemim için, geçmişimi öğrenmek bağlamındadır.”
Diyebiliriz ki dünya çapında, farklı edebiyat / sanat alanlarında ve farklı janrlar içinde gerçekleşmekte olan geniş bir literatür revizyonları çağında, ince işçilikte usta, “incelikler yüzünden” de “çekingen devrimci” bir şair Nur Saka. Kendisinin de dahil olduğu, giderek büyüyen şair kadınlar literatürü, anlaşılan o ki kalıcı değişimler gerçekleştirebilecekler.
Kapanış: “baştan alır gibi bir ülkeyi”
Nur Saka’nın “Tanrı yok oğullarım yok aşk yok” başlıklı savaş karşıtı şiiri önce bir antolojiye dahil edilmek istenir ama sonra “dinî ve müstehcen imgeler” ve “okuyucu tepkileri” nedeniyle vazgeçilir.
O halde kapanışı da şairin belki en sert şiirinden, “baştan alır gibi bir ülkeyi” literatürü toptan temize çekmeyi gerektirecek alıntıyla yapalım:
Muhammed yok İsa yok
yok bütün peygamberler annem yok
deli bir devlet deli bir halk deli bir ordu
kokusu havada
düşmüyor arzunun çıplak ayaklarına gece
Tanrı yok oğullarım yok aşk yok...[15]
NOTLAR:
[1] Şairin Lirik Mülkü Gazel (Paradigma Akademi, 2022) kitabının yazarı Şerife Yalçınkaya’nın kadın gazelhanların izini sürdüğü çalışmasının da yayımlanmasını, kadınların şiir yazma haklarının tarihi açısından merakla beklediğimizin notunu da düşelim. O vakte kadar edebiyatkolektifi.net’teki “Osmanlı Kadın Şâirleri ‘Erkekler Gibi’ mi Yazardı?” yazısıyla yetinmekteyiz:
[2] 7-10 Aralık 2023 tarihleri arasında gerçekleşen Poesium İstanbul 2. Uluslararası Şiir Forumu’ndaki şair-kadınlar oturumu sırasında bazı şair-erkeklerin hal ve tavırlarına Betül Dünder sosyal medya üzerinden cevap vermişti.
[3] Nur Saka, Yıl 1900 Sevgili, Artshop Yayıncılık, 2008, 3. baskı.
[4] Fikret Demirağ, “İncelikli, isyancı, alaycı bir şair-Nur Saka’dan Yıl 1900 Sevgili”, Kıbrıs gazetesi, 17 Ağustos 1998.
[5] Cumhuriyet Kitap, sayı: 454, 29 Ekim 1998.
[6] Bekir Doğanay, “‘Yeni Toplumcu’ Bir Şair: Nur Saka”, Sincan İstasyonu, Sayı: 10, Haziran 2008.
[7] Arif Damar, “Ayın Şiiri”, Cumhuriyet Kitap, 18 Mart 2010.
[8] Nur Saka, Anne de Olabilir İnsan Hayatta Âşık da, s. 41.
[9] Nur Saka, Anne de Olabilir İnsan Hayatta Âşık da, s. 27.
[10] Nur Saka, Yıl 1900 Sevgili, s. 9.
[11] Nur Saka, Yıl 1900 Sevgili, s. 23.
[12] Nur Saka, Anne de Olabilir İnsan Hayatta Âşık da, s. 27.
[13] Haydar Ergülen’in dizesi.
[14] Nur Saka, Anne de Olabilir İnsan Hayatta Âşık da, s. 6-10.
[15] Nur Saka, Anne de Olabilir İnsan Hayatta Âşık da, s. 45.
Önceki Yazı
‘68 hareketi ve Türkiye’de hippilik (I):
Açamayan çiçek çocukları
“1940’lı yılların Harlem argosunda siyahilerden daha siyahi gibi davranan beyazlar için de kullanılan hippi terimi, 1965 yılında bir başka San Francisco’lu gazeteci Michael Fallon’un kullanımı ile popülerleşir. O kadar ki, bu popülerliğin artık ticari bir şekle bürünmesinden rahatsız olan hippiler, 6 Ekim 1967’de Haight-Ashbury’nin Buena Vista parkında sembolik bir cenaze töreni düzenleyerek hippiliğin sona erdiğini ilan ederler.”
Sonraki Yazı
Kanun ve Nizam Dairesinde
“vatana hizmet etmek”
Ümit Kurt: “Bu kitabın temel meramı ve muradı, soykırım gibi patlamalar halinde su yüzüne çıkan bir kitlesel şiddet hadisesinin salt fiziksel ve çıplak şiddet yönüne konsantre olmak yerine, bunun altyapısını, zeminini ve iklimini hazırlayan bir fail kategorisi olarak masa başı bürokrat figürlerini ve bunların eylemlerini ortaya koymak...”