Nahid Sırrı’dan ikinci bir Ankara romanı:
Her Şey Bitmeden, Gece Olmadan
“Ankara’da Yahudi Mahallesi ve Yahudilerin ön planda olduğu roman Türk edebiyatında azınlıklar, gayrimüslimler ya da 'öteki' kavramı, vb. incelemeler/okumalar için atlanmaması gereken bir eserdir.”

Ankara, 1930.
Nahid Sırrı’nın hayatında Ankara şehri ve Ankara’da yaşadığı yıllar önemli bir yer tutar. Ankara şehrini hem sevmiş hem çok eleştirmiş ama yazdıklarıyla bu şehrin kültürel tarihine çok önemli katkılar sağlamıştır. Tercüme bürosunda, Ulus’ta Posta Caddesi’nde yer alan Yüzbaşıoğlu Apartmanı’nda dönemin ve edebiyat tarihimizin Nurullah Ataç, Sabahattin Eyuboğlu, Suut Kemal Yetkin, Yaşar Nabi Nayır, Sabahattin Ali, Orhan Veli Kanık, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday, Şahap Sıtkı İlter, Necati Cumalı, Erol Güney, Azra Erhat, Oktay Akbal, Vedat Günyol gibi pek çok önemli ismi ile birlikte hizmet vermiştir.
Necati Tonga’nın Bir Edebi Muhit Olarak Ankara adlı çalışmasında görülebileceği gibi, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki edebi muhit içerisinde yer alır.[1] Örneğin yıkıldığı 1955 yılına kadar pek çok şair, yazar, tarihçi, ressam, musikişinas ve üniversite hocasının toplaştığı, edebiyat sohbetlerinin yapıldığı, “cümle ehl-i dilin buluştuğu” İstanbul Pastanesi’nin[2] ya da Garip şiirinin çıkışında önemli rol oynadığı gibi çeşitli edebiyat matinelerine ve şiir tartışmalarına da ev sahipliği yapan Kutlu Pastanesi’nin müdavimlerindendir.[3] Necati Tonga o dönemi anlatan hatıra kitaplarında ya da yazılarında bu edebi muhitleri ve müdavimlerini detaylı olarak işlemiştir. Nahid Sırrı’nın “Ankara’nın İlk Barı” öyküsünde anlatılan Tabarin Bar’la ilgili Baki Süha Edipoğlu’nun bir anısını aktarmıştır ki, ben de burada aktarmak isterim. Baki Süha Ediboğlu, Tabarin Bar’a giden isimler arasında –kendisinin dışında– Nahid Sırrı Örik’in adını da anar. Ediboğlu’nun hatıralarından Tabarin Bar’da geç saatlere kadar eğlenen ediplerin Necip Fazıl’ın garsona verdiği bol bahşişe şaşırdığı anlaşılmaktadır. Nahid Sırrı Örik’in “Ayol siz delirdiniz mi?.. Hiç elli lira verilir mi?” sözlerine Necip Fazıl şöyle karşılık vermiştir:
“Hani ben sizden bir zamanlar elli lira borç istemiştim de paranız olduğu hâlde, param yok veremem, demiştiniz. İşte şimdi o elli lirayı ben bir garsona veriyorum. Sizi birazcık olsun para kullanmaya alıştırmak istiyorum...”[4]
Nahid Sırrı’nın Ankara yılları dönemin çeşitli yazarlarının hatıralarında geçmektedir, ancak yazarın kendisi de bizzat o yılları yazmış, öykü ve romanlarına konu yapmıştır. Nahid Sırrı’nın gazete ve dergilerde kalmış yazılarından elde ettiğimiz bilgilere göre, yazar Ankara’ya 1925’te gidip iki yıl fasılasız kalmış, 1929 sonbaharında da tekrar dönerek yerleşmiş ve kısa bir iki fasıla hariç, 1945’e kadar Ankara’da kalmıştır. Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığı’nda mütercim olarak çalışmış, 1945 yılında İstanbul’da Devlet Kitapları Mütedavil Sermayesi Müdürlüğü’ne atanınca Ankara’dan ayrılmıştır. Bu yıllardaki yaşantı, gözlem ve eleştirilerini kaleme aldığı Ankara hakkındaki çeşitli yazılarını Ankara Yazıları[5] adı altında derlemiştim. Bu yazılar sadece Ankara tarihi için değil, aynı zamanda yazarın kurgusal eserleri için anahtar niteliği taşımaktadır: Tasvir-i Efkâr gazetesinde 1 Ağustos-3 Kasım 1948 tarihlerinde 91 tefrika olarak yayımlanan ve yazar hayattayken kitaplaşmayan Tersine Giden Yol[6] romanı Ankara’da geçer ve Ankara şehri romanın bir kahramanı olarak karşımıza çıkar. Nahid Sırrı Örik’in Tersine Giden Yol adlı romanı bana göre Türk edebiyatında Ankara’yı anlatan romanlar içinde ilk akla gelmesi gerekenlerden. Ankara Yazıları ile Tersine Giden Yol arasında ise çarpıcı bir şekilde iç içe geçmiş bir durum söz konusudur.
Gece Olmadan romanı Ethem İzzet Benice’nin çıkardığı Son Telgraf’ta tefrika edilmeden önce “Senenin En Güzel Romanı”, “Nahid Sırrı’nın En Güzel Romanı”, “Boğaziçi’nde başlayan ve Ankara’da devam eden büyük bir aile faciasının meraklı ve düşündürücü tahlili” şeklinde duyuruları yapılmış, sonra da 29 Temmuz-1 Ekim 1951 arasında 62 tefrika olarak yayınlanmıştır. Ancak eser 1949-50’de yazılmış. Bunu romanın sonuna yazarın düştüğü nottan anlıyoruz. Yani yazar aslında Tersine Giden Yol’un hemen arkasından yazmış bu romanı. Bu romanda da Ankara çok önemli ve bu sefer Ankara’da Yahudi Mahallesi ve Yahudiler ön planda. Romanın konusunu kısaca şöyle verebiliriz: Ankaralı zengin Yahudi Jozef Tudela, daha önce evinde bir süre kiracı olarak kalan Adnan Harun’un Semiha adlı kız kardeşine âşık olur ve bu aşk uğruna otuz üç yıllık karısından boşanmak, dinini ve milliyetini de terk ederek Müslüman olmak ve Semiha ile evlenmek ister. Bunun üzerine karısı Rebeka tarafından zehirlenerek öldürülür. Bu romanı anlamak için de yine Ankara Yazıları’nın önemli ipuçları barındırdığının altını çizmeliyim.
Nahid Sırrı Örik gazetedeki romanın tefrikasını kesip bir deftere yapıştırmış ve tıpkı Tersine Giden Yol romanında olduğu gibi üzerinde düzeltiler yapmış. Yanlış yazılan kelimeleri, imlayı düzeltmiş. Kelimeleri değiştirmiş, kelime çıkarmış, kelime eklemiş, cümleler değiştirmiş. Hatta daha ileriye gitmiş, romanın başlığını değiştirmiş. Romanda geçen bir ifadeyi, “Her Şey Bitmeden”i romanın başlığı yapmış. Yazar hayattayken eser kitaplaşsaydı herhalde bu düzeltilerle ve bu başlıkla yayınlanacaktı. O nedenle romanın bu baskısında her iki başlığın birlikte verilmesiyle bir bakıma yazarın arzusu yerine getirilmiş oluyor.
Ankara Yahudi Mahallesi ve Yahudiler
Kaynaklar Ankara’da daha Augustus zamanında (İÖ 63-İS 14) bir Yahudi topluluğunun olduğunu yazarlar, Ortaçağ’da da kentte Yahudi cemaatinin var olduğunu belirtirler.[7] Yine Sultan Murad, Ankara’yı aldığında (1361) kentte “eski ve küçük bir Yahudi cemaatinin bulunduğu” da aktarılır. 1492 yılında İspanya’dan, birkaç yıl sonra da Portekiz’den Türkiye’ye göçen Yahudilerin (Sefaradların) bir kısmı Ankara’ya yerleşmişlerdir.[8] Türk edebiyatında azınlıklar konulu çalışmalar-tezler, makaleler tarandığında Her Şey Bitmeden, Gece Olmadan romanının adının hiç geçmediği fark edilir.[9] Oysa romanın konusu Ankara Yahudi Mahallesi’nde, Yahudi bir aile içinde –İkinci Bayezid devrinden beri ecdadı Türkiye’de barınan Jozef veya Yasef Tudela adında, Ankaralı ve kıranta bir Yahudinin ailesinde– geçmektedir. Mahallenin tasvirleri, mahalledeki romanın ana mekânı olan ev, kahramanlar, âdetleri, Türklere, Cumhuriyet’e, modernleşmeye bakışları ayrıntılı bir biçimde verilir. Dolayısıyla roman Ankaralı Yahudiler, Yahudi Mahallesi için de oldukça zengin bir malzeme sunar.
Kahkaha dergisinde 1951 yılında yayımlanan “Ankara’dan Eski Hatıralar” başlıklı yazıdan öğreniyoruz ki, Nahid Sırrı, Ankara’ya ilk gidişinde Yahudi Mahallesi’nde bir pansiyonda kalmış. Yazar İstanbul’dan gelenlerin, hatta Hariciye’nin nazlı memurlarının bile Karaoğlan’daki otellerin ücretlerine dayanamayarak bu mahallede oda kiraladıklarını belirtmekte.[10] Nahid Sırrı hem romanda hem de Ankara Yazıları’nda Cumhuriyet’in ilk yıllarında Ankara’daki konut sıkıntısına –pek çok yazar gibi–dikkat çekmekte, Her Şey Bitmeden, Gece Olmadan romanında da “Ankara’da yerleşmiş bütün İstanbullular tıklım tıklım bir halde oturuyorlardı ve hepsinin aynı zamanda yemek odası olan salonlarında geceleri yatan, İstanbul’dan gelme bir misafirleri vardı” diye eklemektedir. Ankara’da hiçbir ailenin pansiyonculuk yapmadığını, sadece Samanpazarı yakınındaki Yahudi Mahallesi’nin bazı evlerinde kiralık ve döşeli odalar bulunduğu bilgisini de vermektedir.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Ankara romanında, roman kahramanı Nazif bir süre bir Yahudi evinde pansiyoner oluşunu anlatırken, “Bu Ankara’da yaşayan bir adam için ne demektir bilemezsin, Ankara’da bunun üstünde bir ikbal hatırdan geçmez” demektedir.[11] Yine Ankara’ya gelişinde birçok yabancı gibi Taşhan’da kalan Yahya Kemal’e bir arkadaşı Yahudi Mahallesi’nde çok güzel, mazbut evler olduğunu, bir oda tutup oraya geçmesini söyler. Bunun üzerine Yahya Kemal bir süre bu mahalledeki bir odada oturur.[12] Atatürk’ün bir gece konakladığı konut olduğu iddia edilen, günümüzde yapısal açıdan oldukça kötü durumda olan Yasef Ruso Konutu, Kumrucuk Sokak, No: 11’dedir.[13] Bu bilgiler çoğaltılabilir.
Nahid Sırrı hem “Ankara’dan Eski Hatıralar” yazısında hem de Her Şey Bitmeden, Gece Olmadan romanında pansiyon olan evi, mahallenin sokaklarını ayrıntılı anlatır. Romanın kahramanı Adnan Harun, Mösyö Jozef’in veya Yasef Efendi’nin açık pembe boyalı ve üç katlı evini[14] bulmakta zorlanacak, daracık, girift, bu iç içe girmiş sokaklardan şikâyet edecek, ancak evin karşısındaki çeşmenin sesi evi bulmasına yardım edecektir. Yazar sokakları, Avcı Emin Efendi Sokağı gibi bazen isim de vererek, sinagogu, hamamı, –Yahudi Mahallesi’nde bulunan bu hamam, adı belirtilmese de Şengül Hamamı’dır– ilk zamanlar Türk Ocağı olarak kullanılan binaya kadar pek çok ayrıntıyı hem yukarıda sözünü ettiğim yazıda hem romanda hemen hemen aynı cümlelerle anlatır. Mahalledeki yüksek sesle konuşmaları, kavgaları da… Yahudi ailenin ve dolayısıyla Yahudilerin gelenek, inanç ve yaşayış biçimlerine de –özellikle evlilik, kız ve erkek çocuk, miras vb. konularda– yer yer değinilir. Cumhuriyet’e, modernleşmeye, Ankara’ya nasıl baktıkları da atlanmaz, toplumdan dışlanmamak/ötekileştirilmemek için yaptıkları küçük hileler de… “Tudela Apartmanı” isminin Türklerin hırs ve hasetlerini tahrik etmesi ihtimalinden korkarak “İstiklali Millî Apartmanı” diye adlandırılması örneğinde olduğu gibi.
Cumhuriyet’in ilanından ve de Medeni Kanun’un kabulünden beri Yahudi Mahallesi’nde de bu kanunun âdetler ve hayat üzerinde etkili olduğu anlatılır. Bir örnek vermek gerekirse, çokeşliliğin mümkün olduğu Yahudi toplumunda bu âdet ortadan kalkmıştır. Jozef Tudela, “Kanunu Medeni çıkalı ise İslamlar kadar bizim için de iki kadın almak memnudur” diyecektir.
Ancak her şeyin üstünde değişimde etkili olan şey “para”dır. Devirler değişmiş, eski telakkiler yıkılmış, yeni felsefeler hâkim olmuştur. Her şeyin üstünde de para hükmetmektedir. Örneğin bir Yahudi erkekle bir Müslüman kadın arasındaki eski uçurumları kanunlar/kurallar/yenilikler değil, para ortadan kaldırır aslında. Jozef Tudela’nın “Millî Mücadele’nin başlangıcında Yenişehir’in hemen hemen yarısını yok pahasına satın almış olup bu arsaların ancak bir kısmını elden çıkarmakla milyonu toplayıvermiş bulunmak gibi bir meziyeti var”dır. Yine de Jozef Tudela sevdiği kadın uğruna dinini de, milliyetini de değiştirmeyi göze alacak ve “Nihayet ölümden evvel ve tamamıyla ihtiyar olmadan, her şey bitmeden, gece olmadan evvel aşkı tadacaktı. Hiç değilse ıstıraplarıyla, henüz ıstırap çekmeye takati varken…”
Nahid Sırrı “Ankara’dan Eski Hatıralar” adlı yazısında, Yahudi Mahallesi’ndeki odası karanlık bir kiler odasından bozma olduğu için dört ay sonunda bu evden ayrıldığını ve şehrin daha merkezî bir yerine, çarşıya yakın bir tarafına, eskiden en müreffeh ve mamur semtini teşkil etmiş olan Ermeni Mahallesi’ne geldiğini, Memurin Kooperatifi binasının bulunduğu yerin arka taraflarına taşındığını yazar. Ev sahibesi yazarın ifadesiyle fevkalade şirin, ufak tefek, kuşlar gibi sesler çıkarır bir ihtiyar Ermeni kadınıdır. Bir gün eve işten erken gelen Nahid Sırrı avluda iki erkeğin kavgasına şahit olur. Konuyu ev sahibesine sorunca bu erkeklerin haftada birer gün eve geldiklerini, ancak aynı gün gelince kavga çıktığını öğrenir. İş artık bu derece teklifsizliğe binince bu evde daha fazla kalmayı münasip bulmadığını yazar. Bu ev sahibesinin adı Miryam’dır. Yazarın tarif ettiği bu ev ve Miryam ister istemez Her Şey Bitmeden, Gece Olmadan romanında Jozef Tudela’nın Ermeni Mahallesi’ndeki metresi Maryam’ı akla getiriyor.
Oradan başka bir kaynağa yönelmemek benim için oldukça zor: Nahid Sırrı’nın Resim Yazıları. Resim Yazıları kitabında yer alan “Ankara Halkevi’ndeki Resim Sergisi” başlıklı yazısında yazar Sadık Göktuna’nın birkaç Ankara ve İstanbul peyzajı arasında Bentderesi manzarasından bahsetmekte ve bu tabloda şunları yazmaktadır:
Yıllarca müddet hakikaten sadakatle –ve oldukça baştan savma bir şekilde– hizmetimi görmek üzere her sabah kapımı açan ihtiyarca Ermeni kadınının üst katı balkonlu hanesi ehemmiyetli bir yer sahibi bulunuyor. Esasen, dere kenarındaki bu evin, sergide bir başka ressam tarafından yapılmış diğer bir resmi de mevcut. Kadıncağız için ne büyük mazhariyet! Hizmetimi epeydir terk etmiş bulunmasaydı, elinde çay fincanı ile karşıma dikileceği sabah saatinde kendisine ikbalini müjdeler ve muhakkak ki:
– Neme gerek, sen paradan haber ver! cevabını alırdım”[15]
Nahid Sırrı romanda Türk ve Müslüman olmayanları toptan Frenk yapan zihniyeti ya da “bütün Alman zabitleri gibi asil olduğunun söylenmesi ihmal edilmeyen bir Alman” diyerek sınıfsal, hatta ırkçı bakışı ince ince yerer. Öte yandan kendisi de “Irkına has ihtiyatkârlıkla, korkaklıkla”, “Vakıa Yahudiler hasis olmakla meşhurdular” gibi ifadeler kullanarak bizi şaşırtır. “Ankara’da Macar salgını”, “her çeşit Macar vardı” diyerek Macar göçmenlerinin çokluğunu ifade eder. Özetle, bu roman Türk edebiyatında azınlıklar, gayrimüslimler ya da “öteki” kavramı, vb. incelemeler/okumalar için atlanmaması gereken bir eserdir. Tabii Ankara Yazıları, Tersine Giden Yol ile birlikte.
İstanbul’dan gelenlerin değil, Ankara’da yaşayanların gözüyle değişim
Tersine Giden Yol romanında ve bu romanda İstanbul’dan gelenlerin Ankara’yı betimleyişi yer alır. Oysa Ankara’nın yerlisi İstanbul’dan gelenlere nasıl bakıyor? Yazarımız bütün eserlerinde olduğu gibi sürekli olarak durduğu yeri, bakış açısını değiştirerek bu noktayı da atlamaz ve Ankaralıların fikirlerini de verir. Ankara yerlilerinin oluşturdukları âlemle İstanbul’dan gelmiş bekârlar arasında demir bir perde olduğunu ifade eder örneğin.
Rebeka’ya şöyle söyletir: “Ah, bu İstanbul’dan gelenler Ankara’yı nasıl değiştirmişler ve Ankaralıların rahat ve huzurlarını nasıl sarsıp mahvetmişlerdi!” Rebeka, Yenişehir’e taşınmak istemez. Çünkü Yenişehir ismi verilen semt uydurma ve türedi bir semttir ve Ankara’nın yerlisi sıfatıyla bu semte gitmek Rebeka’nın haysiyetine de dokunur. Yenişehir için ağır eleştiriler yapar.
Yenişehir diye arşınına avuç dolusu paralar verilen bu yer, eskiden bir toz ve bir çamur deryasından, dönümü beş para etmez bir düzlükten ibaretti. Dikmen arkasındaki iki gölün suları kışın taştıkça vadilerden geçip buralara yayılırdı ve Çankaya ile Dikmen bağlarında oturanlar merkeplerine binip şehire gider gelirken burada bir dakika eğlenmeye tenezzül etmezlerdi. İstanbul’dan gelenler bu ot bitmez düzlüklerden sevimsiz bir kâgir şehir yükseltmeye girişmişlerdi.
Rebeka’ya göre semt uydurma olduğu gibi, orada yaşanan/yaşanacak hayatlar da uydurma bir Batılı hayattır.
 ilk konutlar. 1930'lar.-1716387385.jpeg)
İstanbul’dan gelenler ise Ankara’yı –Türk edebiyatında Ankara konulu pek çok romanda anlatıldığı gibi– beğenmezler. Semiha, Ankara’yı “böyle eski ve kibar ailelere mensup İstanbulluların ancak yüreklerinden kan aka aka geldikleri bu Ankara”, “hayatını kazanmak yahut koca evine çıkmak üzere doğup büyüdüğü yeri terkedenlerin” Ankarası olarak görür. Adnan Harun, Ankara’dan “havsalaya sığmaz bir talihin birdenbire devlet merkezi yaptığı bu şehirde –bu sözüm ona şehirde!– ne adi, ne hödük insanlarla temas etmek zarureti vardı!” diyerek hem şehri hem insanlarını eleştirir. 1925-1926 Ankarası’nda ne sıkıcı, ne tahammül edilmez günler geçirdiğini ifade eder. Ankara’nın tozundan rahatsızdır. Yeni yapılan evler bile üç odası, antresi, mutfağı, helası ve banyosuyla eski İstanbul konaklarından birinde bir odaya yetmeyecek bir sahaya sığdırılmış dairelerdir Adnan Harun’a göre. Ama Ankara’nın nimetlerinden yararlanmakta fırsatı kaçırmaz. Evladına artık iş veremeyen İstanbul’un bozuk Ankara kaldırımlarına döktüğü eski aile çocuklarındandır çünkü. Nahid Sırrı kendi hayatından benzerlikler taşıyan Tersine Giden Yol’daki Cezmi’yi, Her Şey Bitmeden, Gece Olmadan romanındaki Adnan Harun’u eleştirir, sorgular. Bence yazarın Osmanlı’nın son döneminde yetişmiş bu “evlat”lara bakışı daima eleştireldir. Bu eleştiriyi sadece romanlar okunduğunda anlamak güçtür. Ancak Ankara Yazıları ile birlikte okunduklarında yazarın düşünceleri daha belirginlik kazanır.
Öte yandan başka bir noktaya daha dikkat çeker Nahid Sırrı Örik. İstanbul’un öneminin kaybolmadığı, hatta daha da önem kazandığı görüşündedir. Tersine Giden Yol romanında, Ankara Yazıları’nda ve Her Şey Bitmeden, Gece Olmadan’da karşılayacağı ve uğurlayacağı kimse olmasa da tren istasyonuna giden insanlardan bahsedilir. Yazar, Her Şey Bitmeden, Gece Olmadan’da bu bekleyenleri o her zamanki acımasız gerçekçiliği ile şöyle yorumlar: “Eski payitahttan, devlet merkezliğinden azledileli büsbütün azizleşen İstanbul’un havasını teneffüs etmeye gelenlerle dolu”dur. Bu cümledeki “aziz” kelimesi çok önemlidir. İstanbul çok sevilmeye devam etmektedir elbet; üstelik değeri artmış, mukaddes, muazzez ve hatta “ermiş” mevkiine yükseltilerek kutsallaştırılmıştır.
Romanın başkahramanı Semiha mı, Rebeka mı?
Nahid Sırrı’nın romanları hakkında yapılmış pek çok çalışmada romanın “başkahramanı” olarak Semiha verilmiştir. Romanların başkahramanları, hatta kahramanları olmak zorunda değildir. Nitekim bu romanda Osmanlı’nın son döneminde iyi yetişmiş, ancak kendisinden ailesi ya da toplum tarafından zengin, toplumda iyi bir konumu olan koca bulmasından öteye hiçbir beklenti duyulmayan Semiha öne çıkacak, ağırlıkla o işlenecek duygusuna kapılıyorsunuz. Bütün bunlar işleniyor da. Ancak Rebeka bence çok derin ve Semiha’ya göre daha fazla çok yönlü olarak işlenir. Daha ortada hiçbir şey yokken kocasının değişimini, başkasına karşı hislerini hisseden, kocasının en ufak hareketini tahlil ederken aslında genel olarak “erkeği” tahlil eden Rebeka. Ne derin tahlildir bunlar! Sadece kıskançlık değildir Rebeka’nın yaşadığı. Tek bir duyguyla tanımlanamazlar. Örneğin kendinden küçük kocasının giyim kuşamla değişmesi, gözüne daha da yakışıklı gelmesiyle, yazar “oğlu Odipus’la evlenmiş bulunduğunu keşfeden kraliçenin duymuş olacağı dehşetin hemen hemen aynı, varlığını kaplamış bulunuyordu...” diyecektir.
Semiha ile, yukarıda da ifade ettiğim gibi, Cumhuriyet’in ilk yıllarında eski Osmanlı elitlerinin içinde bulunduğu geçim sıkıntısı, buna karşılık çalışıp üretmek yerine zengin bir kocayla evlenerek hayata tutunma anlayışı vurgulanmaktadır. Duygu çözümlemesi yoktur. Daha çok Cumhuriyet’in ilk yıllarında kadınların durumu, çalışma hayatına katılmaları, vb. işleniyor Semiha üzerinden. Cumhuriyet’in ilk yıllarında kadın konusu yazarların vazgeçilmezi. Her yazar kendince ya kadının modernleşmesinin şekli, sınırları ya da “ahlaki kaygılar”la muhakkak kadın konusuna değiniyor. Nahid Sırrı da… Çoğunlukla gerçekçi gözlemlerini aksettiriyor yazar. Örneğin o tarihlerde Ankara’nın kadınsızlığından ve bundan dolayı bekârların ne kadar sıkıntı çekip bir müddet geçince ne yüzüne tükürülmez şeyleri dünya güzeli saymaya başladıkları hakkındaki hikâyelerden, kadınların henüz ne kadar nadir, bahaca ne derecede yüksek bir şey olduklarının farkında olarak güzellik ve alımlılıklarına karşı emniyetlerinden bahsediyor. Toplumun kadınların çalışmasından anladığı ve beklediği, –Semiha gibi iki dil bilen, diplomalı, eğitimli kadınların bile– “berbat bir yer olduğu muhakkak” Ankara’da daktiloluk ya da memurluk yaparak bir müddet dişini sıkması ve bir koca bulması.[16]

Son olarak Her Şey Bitmeden, Gece Olmadan romanında yer alan Ankara’nın ünlü mekânları hakkında birkaç söz söylemek isterim. Yazar Tersine Giden Yol romanında Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki Ankara’nın çok çeşitli mekânlarından bahsetmişti. Bu romanda ise Ankara’nın meşhur Karaoğlan Çarşısı önemlidir. Çünkü Jozef Tudela’nın Karaoğlan’da büyük bir nalbur mağazası vardır. İkinci olarak da Ankara Palas dikkati çeker. Romanda belirtilen ifadelerle “inşası tarihinden itibaren metruk bir halde kaldıktan sonra nihayet bir şirket tesisiyle kapıları açılabilen Ankara Palas”. Debdebeli, ihtişamlı, salonlarında kibarlık taslanan, genç ve güzel kadınların yalnız olarak sadece bu otelde kalabildiği belirtilen Ankara Palas… Ancak yazarın bu romanda daha çok bakışını/ilgisini İstanbulluların devamı ile ün salan mekânlardan çok yerli halkın yaşadığı mahallelere yönelttiğini söyleyebilirim.
NOTLAR
[1] Necati Tonga, Bir Edebi Muhit Olarak Ankara, Çolpan Kitap, Ankara, 2019.
[2] Mehmet Çınarlı, Sanatçı Dostlarım, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1979, s. 59’dan aktaran Necati Tonga, a.g.e., s. 176.
[3] Füruzan Husrev Tökin, “Öldü Ölümden Bir Şeyler Umarak” Yeditepe, 15 Kasım 1956, Nu. 119, 1.’den aktaran Necati Tonga, a.g.e., s. 200.
[4] Baki Süha Ediboğlu, Bizim Kuşak ve Ötekiler: 36 Şair Üzerine Anılar ve Şiirler, Varlık Yayınları, 1968, s. 58-59’dan aktaran Necati Tonga, a.g.e., s. 225.
[5] Ankara Yazıları, Everest Yayınları, İstanbul, Ocak 2023.
[6] Tersine Giden Yol, Everest Yayınları, İstanbul, Kasım 2023.
[7] Avram Galanti, Türkler ve Yahudiler, İstanbul 1947, s. 11’den aktaran Fügen İlter “Ankara’nın Eski Kent Dokusunda Yahudi Mahallesi ve Sinagog”, Belleten, Aralık 1996, cilt 60, sayı 229 s. 719-732.
[8] Fügen İlter, a.g.m.; Ayşe Ulusoy Tuncel, “Beki l. Bahar’ın Anılarında Ankara Yahudi Toplumunun Somut olmayan Kültürel Mirası”, Motif Akademi Halkbilimi Dergisi, 2020, cilt: 13, sayı: 32, 1406-1425; Deniz Avcı Hosanlı-A. Güliz Bilgin Altınöz, “Ankara İstiklal (Yahudi) Mahallesi: Tarihi, Dokusu ve Konutları”, TÜBA-KED 14/2016; Funda Şenol, Ankara Neydi Ne Oldu? - Ankara’da Gayrimüslim Nüfus - Funda Şenol - Ankara Neydi Ne Oldu? | Podcast on Spotify, 20 Eylül 2023.
[9] Türk edebiyatında azınlıklar konusu ile ilgili birkaç çalışma: bkz. Sacit Ayhan, Türk Romanında Azınlıklar (1872-1950), Özgür Yayınları, İstanbul, 2014; Naim Atabağsoy, “Türk Edebiyatının Yahudileri: Erken Cumhuriyet Romanlarında Yahudi Karakterler”, Avlaremoz, 28 Nisan 2023.
[10] Ankara Yazıları, s. 139.
[11] Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ankara, İletişim Yayınları, İstanbul, 1983, s. 28.
[12] F. Bayramoğlu, “Bir eski Ankara vardı”, Başkent Söyleşileri, Ankara, 1979, s. 14.’ten aktaran Fügen İlter, “Ankara’nın Eski Kent Dokusunda Yahudi Mahallesi ve Sinagog”, Belleten, Aralık 1996, cilt 60- sayı 229 s. 719-732.
[13] Deniz Avcı Hosanlı-A. Güliz Bilgin Altınöz, “Ankara İstiklal (Yahudi) Mahallesi: Tarihi, Dokusu ve Konutları”, TÜBA-KED 14/2016.
[14] Bu ev bana Atatürk’ün kaldığı evi düşündürüyor, çünkü görsellerle betimlemeler çok benziyor, ancak bu konuda bir kanıtım da, iddiam da yok.
[15] Resim Yazıları, s. 65.
[16] Türk edebiyatında “daktilo” mesleği üzerine bir makale ve bir kitap adı vermek istiyorum:
Bilâl Kas, “Atatürk Devri Türk Romanında Yeni Bir Mesleğin Yansıması Olarak Daktilo Kız Tipi”, Küreselleşen Dünyada Kadın IV-Güçlenme ve Zorluklar, ed. Zeynep Banu Dalaman, Suat Dönmez, Transnational Press London, London, 2023.
Bahanur Garan Gökşen; Cumhuriyet Kadınlarının Mesleği Olarak Türk Hikâyesinde Daktilo Kızlar, Kriter Yayınevi, İstanbul, 2023.
Önceki Yazı

Amerikan maksimalizmi (I):
Infinite Jest – edebi katatoni
“Çağını temsil etmeyen, tüm temsiliyet rejimlerinin çöktüğü ve her şeyin eğlenmekle bağlı ve boğumlu hale geldiği bir çağda kaleme alınmış, buna karşın kapsayıcı, kuşatıcı, basitçe atmosferik olmayı kesmeyen bir makus roman...”