Mutavassıt konuma retrospektif bakış:
Aşk-ı Memnu’yu Saatleri Ayarlama Enstitüsü ile okumak
“Her nasıl ki Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde insandan eşyaya ve eşyadan insana doğru bir akış varsa, Aşk-ı Memnu’da da başlangıçta temessül eden ve tabi olan eşyaların Bihter’in arzularına cevap vermedikleri görülür.”

Halit Ziya Uşaklıgil, Ahmet Hamdi Tanpınar
Roland Barthes (2022) modern dönemde her bir ayrıntının mevcudiyetiyle inşa edilen yeni bir gerçeklik estetiğinin oluştuğunu söylediği “Gerçeklik Etkisi” yazısında Gustave Flaubert’in “Saf Bir Yürek” başlıklı öyküsü üzerinde dururken bir “ayrıntı” olarak barometreye odaklanır. Bu barometre salonda bulunan diğer nesneler arasında yer almaktadır. Barthes’ın belirttiğine göre Flaubert’in barometresiyle birlikte Charlotte Corday’in ölümünü anlatan Michelet’nin küçük kapısı da doğrudan dış gerçeklikle ilişkilendirilemeyen detaylardandır. Bu zemin üzerinden anlatılardaki ayrıntıların üzerinde duran Barthes “Bir anlatıda her şey anlamlı mıdır?” (s. 65) sorusunu sorar ve sonra da ekler: “Anlatısal dizimde bazı anlamsız bölgeler mevcutsa, bu anlamsızlık ne anlama gelir?” (s. 65)
Flaubert’e kadar olan dönemde Batı kültüründeki betimlemenin temel amacının “estetik” olduğunu dile getiren Barthes, bu estetik işlevin gereklerine uyulması gerektiğini ve betimleyici tarz açısından gerçeğe uygunluğun “göndergesel” değil, “sözel” bir değer taşıdığını söyler. Öte yandan Barthes’ın deyimiyle Madam Bovary’deki Rouen betimlemesinde estetik amaçla gerçekçi buyruklar iç içe geçer. Retorik kuralların gereklerinden uzaklaşan gerçekçiliğin artık yeni bir gösterim temeli vardır. Sıradan jestler, anlık tavırlar, önemsiz eşyalar “somut gerçek” denen alana işaret eder. Nihayetinde gerek Flaubert’in barometresi gerekse Michelet’nin küçük kapısı “biz gerçeğin kendisiyiz” demekten (s. 73) öteye geçmezler. Diğer bir deyişle, “gösterilenin sırf gönderen uğruna eksik bırakılması gerçekliğin kendi gösterenine dönüşür; buradan doğan gerçeklik etkisi de modern dönemde sözü edilen tüm yapıtların estetiğine itiraf edilmeyen bir gerçeğe benzerlik temelini kazandırır”.[1] (s. 73)

Barthes
Yani Barthes’a göre hiçbir işlevi yok gibi görünen fakat atmosfer oluşturan nesneler bir gerçeklik etkisi oluştururlar.[2] Özellikle gerçekçi yazındaki kurmaca rasyonalitesi, nesneler üzerinden işleyen “gereksiz” ayrıntı ve detaylarla “insanlar arasılığın” zeminini kurar. Özne/insan merkezli yaklaşıma göre nesneler, insanlar arası ilişkilerde açıkça söylenmeyenin/söylenemeyenin örtük göstereni olarak anlam kazanır.
Diğer yandan kuramlar ile edebiyat eleştirisi arasındaki ilişkiselliğin en “güncel”lerinden olan post-hümanist eleştiri, insanmerkezciliği temel sorunsallaştırma alanı olarak görerek eko-eleştiri, hayvan çalışmaları, eko-feminist düşünce ve maddeci eleştiri gibi birçok uzmanlaşma alanıyla benzer bir güzergâhta hareket eder. Beyaz, Batılı, sabit bir dili konuşan, “sağlıklı” erkeklerin, diğer bir deyişle antropos kavramının temel bir ölçüt olarak kabul edilmesine karşı post-hümanizm(ler)e göre temel amaç, verili/doğal olarak kabul edilenin siyah-beyaz, Doğu-Batı, doğa-kültür, beden-zihin gibi hiyerarşik bir düzlemde inşa edildiğini göstermek; evrensel, zorunlu ve değişmez olarak adlandırılanın tarihsel, olumsal ve değiştirilebilir olduğunu ifşa etmektir. Post-hümanizmin insan-merkezci tarihyazımına karşı açtığı sorgulama alanlarından birini ise nesne yönelimli ontolojiler (object-oriented-ontologies) oluşturur. Nesne yönelimli ontolojiler, Karen Barad’ın “eyleyici gerçekçilik”, Bruno Latour’un “aktör-ağ teorisi”, Jane Bennett’in “canlı maddecilik” ve Manuel De Landa’nın “asamblaj” kavramlarıyla bir arada düşünülebilir. İsmini zikrettiğim yazarlar temel olarak maddenin de tıpkı insanlar gibi eyleyici, etken ve değişim yaratmaya açık olduğunu dile getirirler. Dahası, öznenin failliği konusunun sorunsallaştırılması, failliğin cisimsel bir kabiliyet olmasının ötesinde anlatıcı bir pozisyonu olduğunu da gösterir.
Yazıma iki farklı güzergâhı aktararak başlamamın nedeni bir ikili zıtlık oluşturma isteğimden kaynaklanmıyor. Aksine, Aşk-ı Memnu’nun “nesneler dünyası”nda temessül kavramıyla işlerlik kazanabilecek mutavassıt[3] bir konumundan bahsetmek istiyorum. Fakat temessül kavramına odaklanmadan Aşk-ı Memnu’nun nesneler dünyasının daha önceki çalışmalarda nasıl konumlandırıldığını kısaca aktarmam gerekiyor.
Aşk-ı Memnu’da nesnelere atanan anlam
Aslı Uçar (2012), “Teselliyi Eşyada Aramak: Türkçe Romanda Nesneler” başlıklı doktora tezinde eşya merkezli bir okuma yapacağını dile getirerek vurgulayacağı üç ölçütün altını şu şekilde çizer: “Öncelikle anlatılarda sık yinelenen nesnelere ve ön plana çıkan eşyalara okumalarda yer verilmiştir. İkinci olarak, eşya sözcüğünün geçtiği cümlelere özel bir dikkat gösterilmiştir. Son olarak, anlatıda kilit bir rol üstlendiği ya da yazınsal açıdan farklı işlevler yüklendiği düşünülen nesnelere ağırlık tanınmıştır.” (s. 8) Anlaşıldığı üzere, her ne kadar tezin merkezinde eşyalar ve nesneler yer alsa da, nesne yönelimli ontolojilerin sunduğu bakış açıları tezde tartışmaya açılmaz; belli dönemler göz önünde bulundurularak belli başlı romanların eklektik olarak seçilmesiyle anlatı inşa edilir. Hem Aşk-ı Memnu’ya nesneler üzerinden odaklanan diğer çalışmalara yer vermesi hem de Uçar’ın kendisinin de Aşk-ı Memnu’daki nesnelerin anlamlarını sorgulaması nedeniyle ilk olarak tartışmamı bu tez üzerinden yürüteceğim.
Ahmet Hamdi Tanpınar (2000a), “Halit Ziya Uşaklıgil” başlıklı yazısında, “Halit Ziya bize kalbimizin yolunu açamadı. Fakat etrafımızdakileri görmenin yolunu gösterdi. Dışarı âlemle gerektiği gibi, ilk karşılaşmamız onun yüzündendir” (s. 286) der ve ekler:
Şimdi bu bize küçük bir iş görünür. Fakat işe başladığı devirde belki en ehemmiyetli şeydi. Çünkü mücerretler âleminden gerçek duyumlara geçmek demekti. Onunla eşyayı, etrafımızı gördük. (s. 287)
Tanpınar’ın “mücerretler âleminden gerçek duyumlara geçmek” ifadesi Türkçe edebiyatta nesnelerin belki de ilk kez bir bakış neticesinde tecessüm ettiğini göstererek Aslı Uçar’ın (2012) belirttiği gibi, Halit Ziya’nın “gerçeklik etkisi”ni uygulamaya koyduğunu da dillendirmiş olur. Bu durumu Tanpınar (2000b), “Halit Ziya Uşaklıgil (Mâi ve Siyah ve Aşk-ı Memnu)” başlıklı yazısında şu şekilde açıklar:
Goncourt Kardeşler, Alphonse Daudet gibi, biri eşyaya bakış ve ‘écriture artistuque’le, ikincisi küçük insanların ve talihlerin üzerine şefkatle eğilmesini bildikleri –bittabi Küçük Efendi’den bahsediyorum– bu yeni ustanın sanatını hazırlamış gibidirler. (s. 289)
Yani “mücerretler âleminden gerçek duyumlara geçmek”, “eşyaların tecessüm etmesi” ve küçük insanların/talihlerin üzerine eğilmek Halit Ziya’da gerçeklik etkisinin tebarüz ettiği durumlardır.
Aslı Uçar’ın (2012) aktardığı üzere, Nihayet Arslan’a göre de “Halit Ziya’nın eşyaya ve dış dünyaya dikkati onun gerçekliği bir bütün olarak yansıtmasına olanak sağlamıştır”. (s. 82) Gerçekliğin bir bütün olarak yansıtılmasına dair Nihayet Arslan şu cümleleri kuracaktır:
Romanla Batının hayatının bu topluma bir tür montajı yapılıyordu ve Halit Ziya gibi güçlü bir yazar, yaşanmayan gerçekliklerin yaşandığı izlenimini veren bir tür ‘sanal’ dünya yaratmak zorunda kalıyordu. (aktaran Uçar, s. 83)
Arslan’ın bu söylemleri, eşyaya bakış ve gerçeklik etkisinin romanda nasıl yaratıldığının incelemesinden ziyade, kolay yoldan, eşya üzerinden Doğu-Batı ikiliğine hapsolur. Her ne kadar Tanpınar için de Aşk-ı Memnu’da toplumsal gerçeklere bîgâne kalınması söz konusuysa da, vurgu daha çok bakışa, eşyanın cisimleşmesine ve gerçeklik etkisinin kuruluşunadır. Dahası, Aşk-ı Memnu’da Aslı Uçar’ın da belirttiği gibi, “tek başına öne çıkan nesnelerden ziyade metonimik öbekler halinde birlikte hareket eden nesne kümeleri bulunur”. (s. 83) Özetle, anlatıyı Doğulu yahut Batılı olmaya indirgeyecek tek bir nesnenin hükümranlığı söz konusu değildir.

Uşaklıgil
Literatürün Aşk-ı Memnu’yu nesneler bağlamında konumlandırışını ele aldıktan sonra Aslı Uçar romana büyük oranda “meta fetişizmi” kavramıyla yaklaşır. Romanla meta fetişizmi arasındaki ilintiyi, “İnsanlar arası ilişkilerin şeyler arasındaki ekonomik ilişkiler ve şeyler arasındaki ilişkilerin toplumsal ilişkiler biçimine bürünmesiyle Aşk-ı Memnu, Türk edebiyatında meta fetişizminin özünü en iyi yakalamış romanlardan biridir” (s. 85) cümlesiyle dile getiren Uçar, özellikle Bihter karakteri üzerinden yaptığı okumayı şu şekilde açıklar:
Bihter sadece onu büyüleyen nesnelere sahip olmak istemez, onlar üzerinde güç ve kontrol elde etmeyi de arzular […] Bihter için evlilik, tek tek eşyaların ötesinde bir ‘yapabilme’ iradesini temsil etmektedir. O, nesnelere sahip olmaktan çok onlara hâkim olmak ister. (s. 85)
Uçar’a göre Bihter başlangıçta eşyanın büyüsüne kapılarak, eşyaya hâkim olmak isteyerek Adnan Bey’le evlenir, fakat Bihter için “evin ruhunun anahtarı eksik” kalırken eşyayla beklenen rabıta kurulamaz. Bihter’in eşya üzerinde bir iktidar kuramaması ve “mutantan eşya”dan cevap alamaması neticesinde Uçar’a göre Bihter şöyle bir yol izler:
Eşyalardan yanıt alamayan Bihter, içinde gömülü duran sevme ihtiyacının farkına varır. Bu, onun için bir anlamda aydınlanmadır, eşyaya yatırdığı duygusal enerjisini ve bunun anlamsızlığını fark ettiği an içinde bir sevgi ihtiyacı belirir. (s. 91)
Aslı Uçar’ın kurduğu güzergâhı tamamen reddetmemekle ve bu patikanın da belli temellendirmelerle örülü olduğunu kabul etmekle birlikte farklı bir okumanın mümkün olduğunu düşünüyorum. Ne gerçekçi yazının eşya detayları üzerinden inşa ettiği gerçeklik etkisi ne Bihter ve meta fetişizmi arasındaki ilişkisellik ne de nesne odaklı ontolojilerin sunduğu analizin dışında, başka bir okumanın da mümkün olduğunu belirterek “temessül” kavramının peşine düşmek istiyorum. Temessül kavramı yukarıda zikrettiğim okuma pratiklerinden daha arada bir konuma işaret ederken hem insanlar arası ilişkilerin kuruculuğunu vurgulayıp hem de “nesne”lerin bünyelerinde barındırdığı etki etme kapasitesini de açığa çıkarıyor.
Temessül eden ve edemeyen nesneler: Mutavassıt bir konum
Kubbealtı Lugatı’nda, “belli bir şekil ve surete girme”, “bir şey veya kimseye benzeme, uyma”, “özümleme” (s. 1.232) şeklinde açıklanan temessül kavramını Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nden hareketle konumlandırmaya çalışacağım. Amacım, bir kavramı sözlük anlamıyla açıklamak suretiyle Aşk-ı Memnu’yu ele almaktan ziyade, bir romanın kurduğu anlamla başka bir romanı anlamlandırmaya çalışmaktır. Demem o ki, temessül kavramını sözlük anlamıyla kullanmakla birlikte, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde kurulan dünya burada benim için kurucu bir pozisyonda olacak.

Hayri İrdal saatler üzerine fikirlerini dile getirirken saat ve insan arasındaki irtibatı şu cümlelerle açıklar:
Sahibinin en mahrem dostu olan, bileğinde nabzının atışına arkadaşlık eden, göğsünün üstünde bütün heyecanlarını paylaşan, hülâsa onun hararetiyle ısınan ve onu uzviyetinde benimsiyen, yahut masasının üstünde, gün dediğimiz zaman bütününü onunla beraber bütün olup bittisiyle yaşayan saat, ister istemez sahibine temessül eder, onun gibi yaşamağa ve düşünmeğe başlar. (vurgu bana ait, s. 16)
Hayri İrdal saatlere dair bu açıklamasının ardından bu benimseme ve uyma tavrının saatler kadar olmasa da bütün eşyalarda mevcut olduğunu dile getirir. Şapkalar, ayakkabılar, elbiseler İrdal’a göre insanın bir parçasıyken eşyaların tabiatı da insana tesir eder. Eşya ile insan arasındaki ilişkiselliği de İrdal şu şekilde dile getirir:
Eski bir şapkadan ve ayakkabıdan sahibinin bütün huyunu, alışkanlıklarını, hayatındaki aksaklıkları, hattâ ıstıraplarının çeşidini görmek mümkündür. Hizmetçilerimize hemen evimize gelir gelmez bir kat elbise, bir iki eski gömlek, boyunbağı, hiç olmazsa ayakkabılarımızdan birini hediye etmemizin hikmeti de bu olsa gerektir. Bizi hiç tanımayan bu insan birdenbire elbisemizin içine girdiği, kunduramızla yürüdüğü için, âdeta onun gizli zoru ile bize yaklaşır, farkında olmadan bizim itiyat ve düşüncelerimizi benimser. Bunu ben kendi nefsimde iki defa tecrübe ettim. (s. 16)
Hayri İrdal’ın aktardığına göre bu iki tecrübeden ilki Cemal Bey’in bir kat eski elbise hediye etmesiyken, ikincisiyse Halit Ayarcı’nın enstitünün kuruluş günlerinde hediye ettiği elbisedir. Cemal Bey’in hediye ettiği eski elbise neticesinde Hayri İrdal, Selma Hanımefendi’ye âşık olur. İrdal’a göre Cemal Bey’in refikasına beslediği sevgi elbise aracılığıyla Hayri İrdal’a geçer. Halit Ayarcı’nın hediye ettiği elbise neticesinde ise Hayri İrdal yeni konumunu şöyle açıklar:
Sırtıma daha ilk geçirdiğim günde bütün varlığımın değiştiğini gördüm. Birdenbire ufkum, görüş zaviyem genişledi. (s. 17)
Özetle, Hayri İrdal’ın belirttiği üzere, insanlar eşyalarla yahut elbiselerle diğer insanları adlandırır veya konumlandırırken eşyanın sahibine temessül etmesiyle eşya anlam yüküyle dolar ve başka bir insana etki etme potansiyeline sahip olur. Bu sayede insandan eşyaya, sonrasında da eşyadan insana doğru hareket eden bir etki etme kapasitesi devreye girecektir. İnsan temel belirleyendir, bununla birlikte tüm değişkenleri kontrol etme yetisine sahip değildir. Şeylerin (yani eşyanın) böyle konumlandırılması ne insan-merkezci bir meta fetişizmi vurgusuna hapsedilebilir ne de nesne yönelimli ontolojilerin failliğiyle açıklanabilir; buradaki mutavassıt konumun altını çizmek gerekir.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde mevcut olan “nesne”lerin (“sahiplerine”) temessül etmesinin Aşk-ı Memnu’da da geçerli olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar temessül ibaresine başvurulmasa da, romanda dillendirilen durumların bu mutavassıt konumla açıklanabileceğini iddia ediyorum.
Aşk-ı Memnu bağlamında vereceğim ilk örnek romanın başlangıç kısımlarına denk düşüyor. Melih Bey takımı takdim edilirken büyük oranda Firdevs Hanım’dan bahsedilerek Melih Bey yalısı tasvir edilir. Şöyle denir Melih Bey yalısı hakkında:
Bir vakitler yalının pencerelerinden taşan tarap ahengi hâlâ rıhtımın taşlarını yalayan suların zemzemelerinde muhtefi, geceleri Boğaz’ın suları bir zamanlar buradan topladıkları neşve şaşaasının hâlâ iltima bakiyesiyle füruzan zannolunur, onun için yalının o hayat devresini bilmeyenler bile yalnız onun manasını hissederek buradan geçerken bir âlemin meçhul bir sergüzeştine ait zevkleri duyarlar ve kendi kendilerine: Evet, Melih Bey’in yalısı, derler.” (s. 22)
Yalının geçmişteki hayat devresini bilmeyip onun geçmişteki manasını hissetmek neden kaynaklanıyor olabilir? Melih Bey takımının zamanında yalıda bıraktığı his nasıl olur da aradan belli bir vakit geçmesine rağmen onun Melih Bey’in yalısı olmaklığından bir şeyler götürmez? Bir yalı nasıl olur da geçmişin hissiyat kümesini bünyesinde barındırır? Şu satırlarla birlikte sorduğum soruların anlamını tartışmak istiyorum:
Melih Bey takımında garip bir isticnas hassası [kendine benzetme özelliği] vardır: Hangi aile ile nispet peyda eylerse o aile için Melih Bey takımından olmak muhakkaktır. (vurgu bana ait, s. 23)

Aşk-ı Memnu, Halit Ziya Uşaklıgil, Alem Matbaası, 1901.
Tam da bu isticnas hassası yalı örneğinde de devredir. Yalıda Melih Bey takımının oturmamasına ve aradan belli bir zaman geçmesine karşın, yalı Melih Bey takımının hassasını temessül eder. Melih Bey takımının üyelerinden yalıya geçen özellikler “Melih Bey’in yalısı” adlandırmasını kristalize eder. Yani Melih Bey takımındaki isticnas hassası insandan insana geçen özellikten öte bir konumdadır; burada yalı aracılığıyla açığa çıkan bir aura kurma durumu söz konusudur. Her nasıl ki Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde elbise sahibine temessül ediyorsa, Aşk-ı Memnu’da da yalı Melih Bey takımına temessül eder.
Melih Bey takımı bünyesinde, temessül etmeye dair bir başka örnek “manasız şeylerin mümtaziyeti” vurgusuyla tebellür eder. Giyinmek ile Melih Bey takımı arasındaki kısa aktarımın ardından aile efradının ayırt ediciliği şu cümlelerle dillendirilir:
Fakat herkesinkine benzeyen bu ufak tefek şeylerde zarafetlerinin ruhunda tayaran eden bir nefaset havası bu manasız şeyleri öyle bir mümtaziyet aguşu içinde sarardı ki bunları adilikten çıkarır ve başka bir dünyanın müstesna metaı hükmüne getirirdi. Onlardan taklit edilemeyen şey giydikleri değil giyinişleriydi. (s. 32)

Aşk-ı Memnu (milli roman), Halit Ziya Uşaklıgil, Hilmi Kitabevi, 1939.
Eşyalar bahsinde Melih Bey takımının ayırt ediciliği sıradan olanı mümtaz hale getirme kabiliyetinde yatar. Bu örnekte eşyaların temessül etmesi, Melih Bey takımının eşyalar üzerindeki hakimiyetini gözler önüne serer. Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde insandan eşyaya, sonrasında da eşyadan insana doğru bir akış varken, Aşk-ı Memnu’da eşyanın sahibine temessül etmesi tek taraflı olarak işler. Hayri İrdal’ın giydiği elbiseler maruz kaldığı gibi etki etme kapasitesine de sahiptir. Aşk-ı Memnu’da temessül etme ile tabi olma bir arada hareket eder. Fakat temessül etme ile tabi olmanın bir aradalığı Bihter’in Adnan Bey’le evlenmesiyle birlikte farklı bir noktaya dönüşür. Adnan Bey’in izdivaç teklifini etraflıca düşünmek için odasına çıkan Bihter şunları aklından geçirecektir:
Adnan Bey’le izdivaç demek Boğaziçi’nin en büyük yalılarından biri; o önünden geçilirken pencerelerinden avizeleri, ağır perdeleri, oyma Louis XV ceviz sandalyeleri, iri kalpaklı lambaları, yaldızlı iskemleleriyle masaları […] maun sandalı fark olunan yalı demekti. (s. 44)
Peki, burada şu soruyu sormak gerekiyor: Bihter’in hâkim ve sahip olma iştiyakıyla yalıyı ve dahi eşyaları tahayyül etmesi netice itibariyle nereye varacaktır? Adnan Bey’in yalısı ve içindeki eşyalar Bihter’e temessül edecekler midir? Eşyaların nispi failliğinin tam da bu noktada devreye girdiğini düşünüyorum. Her nasıl ki Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde insandan eşyaya ve eşyadan insana doğru bir akış varsa, Aşk-ı Memnu’da da başlangıçta temessül eden ve tabi olan eşyaların Bihter’in arzularına cevap vermedikleri görülür. Şöyle bir konumdadır Bihter:
Karanlıkta ellerini kavuşturarak siyahlıklara gömülen bu odanın isfendan takımlarından, atlas perdelerinden, bütün bu mutantan eşyadan bir cevap bekleyerek duruyordu. (s. 211)
Anlatıcının, “evin ruhunun anahtarı eksik kalmıştır” (s. 207) vurgusu, her talep doğrultusunda eşyanın tabi olmayacağını, dolayısıyla eşyanın insanın her teşebbüsü neticesinde temessül etmeyeceğini göstererek mutavassıt konumun bir başka veçhesini gösterir. Eşya, insanın her arzusuna riayet eden, etki etme kapasitesinden mahrum, daimi bir tabi olma pozisyonuna mahkum bir konuma indirgenemez. Melih Bey takımı her nasıl ki Melih Bey yalısının aurasını/atmosferini kurduysa ve yalı da Melih Bey takımına temessül ettiyse, Adnan Bey’in yalısı da içinde yaşayanlara bîgâne kalamaz. Aslı Uçar’ın analizinden ayrıldığım nokta da aslında burada beliriyor. Bihter, Uçar’ın (2012) belirttiği üzere, eşyanın bir anlam taşımadığını anladığı için (s. 90) Behlül’e yönelmez. Bihter eşyadan bir cevap alamaz, başlangıçta hayal ettiği üzere eşya üzerinde bir hükümranlık kuramaz ve Behlül’e yönelmeye başlar. Bir nevi, evin “ruhunun anahtarı” Bihter’de olmadığı için Bihter başlangıçta hayalini kurduğu eşyalarla muhat cennet-mekân tahayyülünü yeniden formüle etmek zorunda kalır. Doğrudan Adnan Bey’in yalısı ve yalının içindeki eşyalar Bihter’e cevap vermediği için Bihter arzusunu Behlül’e yöneltti iddiasında bulunmuyorum; bununla birlikte Bihter’in eşyaların anlam değerinden yoksun olduğunu anladığı için Behlül’e arzu duymaya başlaması tarzında bir yorumun eşyaların temessül etme/etmeme pratiklerini göz ardı ettiğini düşünüyorum. Öte yandan, yalnızca Bihter’in eşya üzerinde bir iktidar kuramaması tarzında bir okumanın ötesinde, zamanla eşyaların Bihter’i ürküttüğünü de vurgulamak gerekiyor:
Öyle bir yalnızlık istiyordu ki rüyasız bir uykuya benzesin. Kandilini bile yakmayacaktı; küçük bir ziya bu eşyanın ruhunu uyandıracak, o zaman, yatak, kanepe, perdeler, şimdi bütün bu uyuyan, karanlığın içinde ölmüş, gömülmüş şeyler bir hayat havasıyla silkinivererek uyanacaklar, dirilecekler… (s. 198)
Özellikle bu satırları yalnızca insan/öznenin eşyaları alımlayışı ve konumlandırışı biçiminde okumanın eksik olacağını düşünüyorum. Adnan Bey’in yalısındaki eşyalar Bihter’e temessül etmemekle kalmıyor, dahası kendi dünyalarına özgü etki etme kapasiteleriyle onların bulunduğu ortamda Bihter’in yalnız hissetme olanağını elinden alıyorlar. Burada Adnan Bey’in yalısının ve içindeki eşyaların Adnan Bey’e, Nihal’e, Bülent’e, Matmazel de Courton’a ve evin çalışanlarına temessül ettiğini göz ardı etmemek gerekiyor. Aşk-ı Memnu’dan hareketle anlaşılan odur ki, şeyler/eşya insan edimiyle temessül etmesine karşın sınırsız bir tabi olma konumuna indirgenemiyor.
Sonuç
Toparlamak gerekirse, realist konvansiyonlara uygun bir şekilde inşa edilerek, Berna Moran’ın (2015) deyimiyle “karakterlerin kişilikleriyle olaylar arasındaki nedensellik bağı” (s. 91) gözetilerek ilerleyen Aşk-ı Memnu’nun, “nesne”leri (yahut eşyayı) Barthes’ın 19. yüzyıl gerçekçi romanını ele aldığı üzere detaylandırmak suretiyle konumlandırarak bir gerçeklik etkisi yarattığını kabul etmek gerekir. “Nesne”lerin yoğun bir şekilde kullanımının bir gerçeklik etkisi yaratmasının dışında, meta fetişizmi kavramından yararlanarak da Aşk-ı Memnu’yu okumak mümkündür. Bununla birlikte, nesneleri/eşyayı insanmerkezci bir şekilde okuyan görüşle nesne yönelimli ontolojiler arasında mutavassıt bir konum olarak gördüğüm temessül etme durumunun romanın alternatif bir okuması olduğunu düşünüyorum. Zira özellikle Bihter’in pozisyonu hem insanın nesneler üzerindeki kurucu etkisini gösterip Melih Bey takımının yalısının ve dahi eşyalarının temessül etme hallerini gösterirken hem de insanın eşyalar üzerinde sınırsız bir etki etme kudretine sahip olamayacağını açığa çıkarır. İnsanın adımıyla başlayan ve fakat insanın eyleme yetisinin yeterli ol[a]mayacağını gösteren bu mutavassıt konumun izlerine başka edebi metinlerde de rastlamak mümkündür.
NOTLAR
[1] Burada alıntıyı doğrudan çeviriden yaptığımı fakat “gerçek etkisi” yerine “gerçeklik etkisi”; “gerçeksilik” yerine “gerçeğe benzerlik” kullanımlarını tercih ettiğimi belirtmem gerekiyor.
[2] Peter Brooks’un ve Nancy Armstrong’un çalışmalarından da yararlanarak nesnelerin anlamını sorgulayan Zeynep Uysal (2014), “her zaman bir şeylere, bir yere, manzaraya, nesnelere bakar Halit Ziya karakterleri. Okuyucu, kadınların ve erkeklerin varlığını, kişiliğini, arzularını bu nesnelerden tanıyıp öğrenir. Karakterler bir yandan bu nesnelerle kendi varlıklarını, özneliklerini kurarken bir yandan da nesneler dünyasına esir olurlar” (s. 130) der ve ardından da ekler: “Halit Ziya romanında nesnelerle kurulan bu ilişki evvela realist kurmacanın konvansiyonlarıyla ilgilidir.” (s. 130) Ayrıntılı bilgi için bkz. Zeynep Uysal, Metruk Ev: Halit Ziya Romanında Modern Osmanlı Bireyi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2014.
[3] Referans verdiğim dünyanın sözcük dağarcığıyla meseleye yaklaşmak istediğimden burada bilinçli bir şekilde mutavassıt kelimesini kullanmayı tercih ediyorum. Tıpkı Ahmet Haşim’in şairin lisanı için dile getirdiği “sözden ziyade mûsikîye yakın mutavassıt bir lisandır” kullanımında olduğu gibi temessül kavramı da mutavassıt bir hale/konuma işaret eder. Romanda kullanıldığı haliyle bu kelime ne insan merkezli bir dünyanın ürünüdür ne de nesne yönelimli ontolojilerin repertuvarı içinde değerlendirilebilir; mutavassıt bir konumdadır.
KAYNAKÇA
Ahmet Hamdi Tanpınar, “Hâlit Ziya Uşaklıgil (Mâi ve Siyah ve Aşk-ı Memnu)”, Edebiyat Üzerine Makaleler içinde (ss. 288-191), Dergâh Yayınları, İstanbul, 2000.
Ahmet Hamdi Tanpınar, “Hâlit Ziya Uşaklıgil”, Edebiyat Üzerine Makaleler içinde (ss. 284-288), Dergâh Yayınları, İstanbul, 2000.
Aslı Uçar, “Teselliyi eşyada aramak: Türkçe romanda nesneler” (yayımlanmamış doktora tezi), Bilkent Üniversitesi, Ankara, 2012.
Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1, İletişim Yayınları, İstanbul, 2015.
Halit Ziya Uşaklıgil, Aşk-ı Memnu, Özgür Yayınları, İstanbul, 2002.
İlhan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul, 2005.
Roland Barthes, “Gerçeklik Etkisi”, Kurmaca içinde (ss. 115-117), Christine Montalbelli (ed.), çev. Mehmet Alkan, Fol Kitap, Ankara, 2022.
Zeynep Uysal, Metruk Ev: Halit Ziya Romanında Modern Osmanlı Bireyi, İletişim Yayınları, İstanbul, 2014.
* Mehmet Şamil Dayanç, Boğaziçi Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü doktora öğrencisidir.