Yuval Harari’nin gelecek vizyonu
“Eskiden bu denli geniş kapsamlı tarih anlatılarına ‘Plato’dan NATO’ya’ (From Plato to NATO) denirdi, şimdi kapsam genişledi, mevzu 13,5 milyar yıl öncesinden başlıyor, ‘21. yüzyıl şafağı’na kadar geliyor. Harari’nin neo-liberal insanlık tarihi sadece fazlasıyla ideolojik değil, aynı zamanda çok sıradan ve şimdilerde demode.”

Yuval Noah Harari (Sapiens Grafik Tarih'te Daniel Casanave'nin çizgileriyle)
Türkiye İş Bankası’nın “Atatürk Vizyonuyla Gelecek Yüzyıla Bakış” başlıklı bir konferans düzenlediğini duyunca sevindim. Zira İş Bankası Yayınları, genel olarak ve Türkiye tarihi alanlarında, tarihçilik alanında çok önemli yayınlar yapıyor. Katılanlar ve konular listesine bakınca işin bankacılık yönünün ağır bastığını gördüm, keşke Cumhuriyet’in 100.yılı vesilesiyle tarihçilik yanı ağır basan bir iş yapsalardı. Mesela, modern dönem tarihçiliğinin en önemli isimlerinden Mark Mazower davet edilmiş olaydı… Üstelik Mazower’in Atatürk’ün doğum yeri olan Selanik üzerine şahane bir çalışması da var. Yunan İsyanı üzerine yazdığı kitap son dönem Osmanlı tarihi açısından da çok önemli bir eser.
Konferansı düzenleyenlerin büyük tarihçi olarak Yuval Harari’yi davet ettiklerini görünce hayal kırıklığım arttı, bir Harari yazısı yazayım dedim, sonra doğrusu üşendim. Ama konferansın ardından Harari’nin bitiş konuşmasını yaptığını öğrenip söylediklerini okuduğumda bu konuda birkaç laf etmek farz oldu.
Aslında Harari’ninki gibi popüler tarih yazımlarını çok önemsiyorum. Bu tür kitaplar, akademik ve profesyonel tarihçilik alanının dışında genel okuyucuya tarih özetleri sunduğu için yaygın okunuyor, o nedenle tarihi nasıl anlattıkları çok önemli. Dahası, sıradan popüler tarihçilerin aksine, yazarları dünya çapında ünlü akademik kurumların üyeleri olduğu için, çok da güvenilir bulunuyor, geçmişi yemiş yutmuş görünen bu insanların gelecek vizyonları kehanet gibi kabul ediliyor. Daha önce Best Seller teoriler başlığı altında ve Daron Acemoğlu kitapları çerçevesinde bu konuda yazmıştım. Sonra Jeremy Riffkin CHP’nin danışmanı ilan edildiğinde, yine aynı konu çerçevesinde, bu kez onun kitapları ve görüşleri üzerine yazdım. Aslında kimsenin hakkını yemek istemem; Harari filozof-tarihçi sayılacaksa, Acemoğlu da Platon ve Herodot karışımı bir mevkiye yerleşebilir.
Harari’nin söz konusu konferansta yaptığı konuşma daha ziyade şimdilerde gündemde olan yapay zekâ (AI) merkezli olmak üzere, sıradan bir fütürist konuşması kıvamında, Atatürk’e yaptığı gönderme ise, “madem bu vesileyle davet edildim, âdet yerini bulsun” ayarında olmuş. Aksini iddia eden olursa lütfen beri gelsin.
Malum, Harari’yi popüler yapan ‘eser’lerinin başında gelen Hayvanlardan Tanrılara Sapiens (2012) başlıklı kitabı kısa bir insanlık tarihi özeti yapıyordu. Eskiden bu denli geniş kapsamlı tarih anlatılarına ‘Plato’dan NATO’ya’ (From Plato to NATO) denirdi, şimdi kapsam genişledi, mevzu 13,5 milyar yıl öncesinden başlıyor, ‘21. yüzyıl şafağı’na kadar geliyor. Harari bu kitapta kaldığı yerden devamla Geleceğin Tarihi Homo Deus’u (2015) yazdı. Ardından 21. Yüzyıl İçin 21 Ders geldi.
Doğrusu Harari’nin Sapiens’i, pozitivist tarih yazımcılığı ekseninde ama, kaba bir pozitivizm değil, postmodern bir pozitivizm. İşin içinde bilim olduğu gibi, evrim teorisinin boş bıraktığı kültür, özgürlük, eşitlik, hatta insan olmanın anlamı mevzularına gönderme yapıyor. Ve açıkçası bu çetrefil konularla biyoloji gibi bilimsel veri ve tezler potpuri mahiyetinde kulak memesi kıvamında karıştırılıyor. Asıl önemlisi, bu çerçevede siyaset ve toplum felsefesinin içinden çıkamadığı zorlu mevzular, zaten açıklanamayacak konular olarak görülüyor. Mesela, kendi ifadesiyle “Çoğu sosyo-politik hiyerarşinin mantıklı ve biyolojik bir temeli yoktur, hepsi tesadüfi olayların mitlerle güçlendirilerek kalıcı hale gelmesinden ibarettir” (Sapiens, s. 150). Nitekim, “filozof ve tarihçi” olarak takdim edilen adam 21. Yüzyıl İçin 21 Ders’te çıtayı yükseltmiş, felsefenin “üniversitelerin rahat amfilerinde yapılan faydasız tartışmalar”dan ibaret olduğunu demeye getirmiş.
Bakın ne diyor… “Immanuel Kant, John Stuart Mill ve John Rawls üniversitelerin rahat amfilerinde oturup, günlerce kuramsal sorunları tartışabilirler ama vardıkları sonuçlar tehlike anında stres altındaki sürücüler tarafından uygulamaya geçirilecek mi? Belki gelmiş geçmiş en iyi sürücü olarak anılan Formula 1 şampiyonu Michael yarış esnasında felsefi düşüncelere dalma yetisine sahipti ama çoğumuz Michael Schumacher değiliz.” (21. Yüzyıl…, s. 69) Kimse, “adam burada başka bir şey anlatmaya çalışıyor” demeye kalkmasın, Harari bunu hep yapıyor. Önemli bir konuya geçerken şöyle bir değinip başka bir yere zıplıyor. Onun dediklerini başka biri dese, “aydın düşmanlığı” (anti-intellectualism), “cehalet övgüsü” demeyecek kaç kişi var?

Hayvanlardan Tanrılara Sapiens: İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi
çev. Ertuğrul Genç
Kolektif Kitap
Ekim 2017
416 s.
Bu tür tarih anlatılarında benim en önemsediğim noktalar; modern Batının yükselişi ve kapitalizme dair yorumların olduğu bölümler ki, Harari’nin Sapiens’i de bu noktada dikkate değer bir bakış sergiliyor. “Bilimle İmparatorluğun Evliliği” (s. 274) başlığı altında, Batının dünyanın geri kalanıyla arasındaki farkı açabilmesini izah ediyor. Ona göre 18. yüzyılda Batılıların teknolojik seviyesi “Çinliler ve Osmanlılardan” farklı düzeyde değildi, ama “Öte yandan, Batı’da ortaya çıkması ve olgunlaşması yüzyıllar süren değerler, mitler, hukuki araçlar ve sosyo-politik yapılar bu ülkelerde mevcut değildi ve bunlar kolayca kopyalanıp içselleştirilemiyordu. Fransa ve ABD, İngiltere’nin hemen arkasından hızlıca ilerleyebildi, çünkü Fransızlar ve Amerikalılar zaten İngiliz mitlerinin ve toplumsal yapılarının en önemli kısımlarını paylaşıyorlardı. Çinliler ve Türkler ise hem farklı düşündükleri hem de toplumlarını farklı şekillerde örgütledikleri için farkı bu denli hızlı kapatamadılar”. (s. 280) Harari üç beş sayfada Sanayi Devrimi ve Aydınlanma’nın bilindik hikâyesini tekrarlıyor. “Avrupa erken modern çağda, sonradan dünyayı fethetmesini sağlayacak potansiyeli”, birbirini tamamlayan bilim ve kapitalizmle üretmişti.
Harari bu noktada anlatı, klasik şekliyle olduğu gibi fazla Avrupa merkezli olmasın diye, Avrupa’da bilimin gelişmesinin Yunan, Çin, Hint, Müslüman düşünce geleneklerine de çok şey borçlu olduğunu da teslim ediyor. Devamında, “Uzakdoğu ve İslam dünyası, Avrupa’dakiler kadar meraklı ve zeki insanlar yetiştirdiler ama 1500’le 1950 arasında Newton fiziği ya da Darwin biyolojisine yaklaşabilecek herhangi bir şey üretemediler” (s. 282) tespitinin ardından konuyu Avrupa’nın “bilgi” peşinde olmasına bağlıyor. Burada sorun kapitalizm ve bilimin gelişmesinin Batı’ya özgü olduğu iddiası değil, bu bir vaka. Harari’nin anlatısının dikkate değer kısmı Avrupalı güçlerin, diğerlerinden farklı olarak dünyayı bilgi için fethetmeye girişmiş olmaları.
“Avrupa emperyalizmi, dünyadaki diğer emperyal projelerden tamamen farklıydı. Daha önceki imparatorluklar dünyayı zaten anladıklarını düşünüyorlar, fetihleri sadece kendi dünya görüşlerini yaymak için gerçekleştiriyorlardı… Güç ve zenginlik için büyük bir hırsla fethettiler, ama bilgi için değil. Buna karşın Avrupalı emperyalistler yeni topraklar yanında yeni bilgiler edinmek amacı da güderek uzak topraklara yelken açtılar.” (s. 282)
Böyle demiş Harari. Kapitalist emperyalizm bundan daha “güzel” anlatılamazdı, ama “benim kızım da kötü yola düştü ama senin kadar güzel anlatamıyorum” fıkrasında olduğu gibi bir “güzel anlatma”.

Harari emperyalizmi o kadar tatlı tatlı anlatıyor ki, emperyalizme insanlık adına minnettar olmamak işten bile değil. İspanyollar 16. yüzyılın başlarında Amerika kıtasını fethederken, “durup başarılarını kutlamamış hatta soluklanmamış bile”, öte yandan “Aztekler ve İnkalar etraflarındaki dünyaya karşı biraz daha ilgi gösterselerdi (ve İspanyolların komşularına neler yaptığından haberdar olsalardı) İspanyol işgaline karşı daha azimle direnebilir(miş)”. (s. 289)
“Sınırlı görüşleri yüzünden büyük bedel ödeyenler sadece Amerika’daki yerli halklar değildi. Asya’nın büyük imparatorlukları (Osmanlı, Safavi, Babür ve Çin) Avrupalıların büyük keşif yaptığını hemen duymuşlardı ama buna hiç ilgi göstermediler” (s. 293) diyor Harari. Ona göre, “Modern Avrupalılar için imparatorluk kurmak bilimsel bir projeydi, bilimsel bir disiplini oluşturmak da emperyal bir proje”. (s. 294)
Doğrusu, Batı dışı dünyanın başına gelenlerin tek sorumlusu olarak Batı emperyalizmini görenlerden değilim. Dahası, emperyalizmin girdiği topraklardaki mevcut geleneksel düzenleri kendi halinde, barışçı, gül bahçesi olarak tahayyül edenlerden hiç değilim. Aynı şey modernleşme süreçleri için de geçerli. Modernleşmenin yol açtığı yıkımları görmek başka, öncesinin de büyük bir şiddet ve zulüm dönemi olmadığını iddia etmek başka şeyler olmalı diye düşünenlerdenim. Ama olmaz ki, emperyalizm de bu kadar övgüye boğulmaz ki! Olaylara bu açıdan bakarsak Nazi dönemini bile aklamak mümkün, zira bu dönemde bilime yapılan katkılar inkâr edilecek gibi değildi! Tam da bu nedenle, savaş sonrası pek çok Nazi bilimci ABD’ye davet edildi, bu sefer de onların hizmetine girdi. “Tarihsel ilerleme dediğimiz” modernleşme sürecini değerlendirirken pek çok “uygunsuz doğru”yu hesaba katmak gerekir. Hindistan’da İngiliz koloni yönetiminin aynı zamanda kocaları ölen kadınları diri diri yakmaktan kurtarması gibi, ezberlerimizi ters köşe yapan durumlar söz konusudur. Ama zaten İngiliz kolonyalizmi de, işin burasına işaret ederek meşrulaştırılıyordu. Harari de benzer bir şey yapıyor.

Konu kapitalizme gelince aynı izlek devam ediyor; ona göre liberalizmin temelini oluşturan “insanların bencil bir şekilde kâr artırma dürtüsünün kolektif zenginliğin temeli olduğu iddiası, insanlık tarihindeki en devrimci fikirlerden biridir”. İşin burası çok yanlış olmayabilir, ama Harari orada kalmıyor, ona göre bu devrimci fikir “sadece ekonomik alanda değil, ahlaki ve siyasi anlamda da devrimci bir fikir”dir. (s. 308) Sıklıkla gözden kaçsa da, bilindiği gibi neo-liberalizm sadece bir ekonomik model değil, siyasi ve ahlaki iddiaları ile topyekûn bir dünya görüşüdür. Adam Smith’in görüşlerine gönderme yaparak, Harari’nin tarih anlatısı bu dünya görüşünü teyit ediyor. Ona göre, “Ortalama girişimci bir kapitalist, toplantıdan toplantıya koşarak sermayesini nereye yatırması gerektiğine karar vermeye çalışırken… giydiği takım elbise Versace’dir ve belki özel uçakla seyahat ediyordur, ama bu masraflar üretimi artırmak için yatırdığı kaynağın yanında hiçbir şeydir.” (s. 310)
Gerçi bu noktada kapitalistlerin hakkını yemiş. Kuşkusuz hepsi Versace (malum, Versace için ‘rich kitsch’ denir) giyecek kadar zevksiz değil. Bunun Tom Ford’u var, Paul Smith’i var, özel tasarımı var. Doğrusu ben bile daha zevkli ve rafine kapitalistler tanıyorum. Zenginliğin yeni statü sembolleri konusunda kendisine Monocle dergisi okumasını tavsiye edebilirim. Şaka bir yana, Harari’nin neo-liberal insanlık tarihi sadece fazlasıyla ideolojik değil, aynı zamanda çok sıradan ve şimdilerde demode. Her şeyden önce, iklim krizi mevzuu bu denli ayyuka çıktıktan sonra özel uçakla seyahatten ‘sadece masraf’ olarak söz eden kalmadı.

21. Yüzyıl için 21 Ders
çev. Selin Siral
Kolektif Kitap
Eylül 2018
331 s.
2018’de yayınladığı kitabıyla sadece tarih değil, özgürlük, eşitlik, milliyetçilik, din, göç, savaş, adalet, Tanrı gibi iddialı başlıklar altında, 21. yüzyıla dair bize dersler vermeye kalkan Harari’yi biraz olsun tanıyın istedim. Bu başlıklar altına dizdiği laf salatalarını özetlemeye inanın mecalim yok. Mesela eşitlik konusuna, “Eşitsizlik taş devrine kadar uzanır” diye başlamış. Türkçe bilseymiş “Beş parmağın beşi bir mi?” de diyebilirdi, mesaj aynı mesaj.
Bu arada, her konuda laf etme iddiası yüzünden bugünlerin en önemli konusunda fazlasıyla açığa düşmüş vaziyette. Malum, liberal Batı ana akım siyaset ve medya dünyası Ukrayna savaşı sonrası yeni kırmızı çizgiler çekti. Rusya’nın “Ukrayna’yı işgalini, NATO’nun Rusya’yı çevreleme stratejisine tepki olarak açıklamak” Putincilik olarak itham ediliyor. Bize gelecek vizyonu açıklayacak diye mikrofon verilen adam, kitabını yayınladığı 2018’de dört sene sonrasını görememiş, bakın neler demiş:
“Rusya’nın son yıllarda gerçekleştirdiği saldırgan sayılabilecek hamleler [2014 Kırım işgalinden söz ediyor herhalde] yeni bir dünya savaşına giden yolda atılan ilk adımlardan ziyade açık defansları kapatma çabası gibi. Haklı sebeplerle, Ruslar 1980’ler ve 1990’larda barışçıl bir şekilde kendi köşelerine çekildiklerinde yenik düşmüş düşman muamelesi gördüklerini öne sürebilirler. ABD ve NATO, Rusya’nın zayıflığını fırsat bilerek, aksi yönde verdikleri sözlere rağmen, Doğu Avrupa ve hatta kimi eski Sovyet cumhuriyetlerini NATO’ya dahil etti. Batı Rusya’nın Ortadoğu’daki çıkarlarını göz ardı etmeyi sürdürüp şüpheli gerekçelerle Sırbistan ve Irak’ı işgal etti ve genel olarak Rusya’ya kendi etki etki alanını Batı kaynaklı istilalardan korumasının tek yolunun askerî gücü olduğunu açıkça belli etti. Bu açıdan bakınca, Rusya’nın son dönem askerî hamleleri Vladimir Putin kadar Bill Clinton ve George W. Bush’un suçu denebilir.” (21. Yüzyıl…, s. 167).
Gerçi Fukuyama’nın, “tarihin sonu”nu ilan ettiği, son derece iddialı gelecek vizyonu da on yıl içinde iflas etmişti, ama o da kaldığı yerden devam ediyor, hâlâ büyük düşünür sayılıyor, kitap üstüne kitap yazıyor. Ne diyeyim; korkulur bu adamlardan, bu ortamdan.
Önceki Yazı

Ansiklopedi
“Başka Kayda Rastlanmadı sergisinde, son zamanların sergi anlayışı uyarınca hoplaya zıplaya, neşeyle sergi tahtalarını dolduran metin, kupür ve çizimler, ansiklopediyi 'hazmedebileceğimiz' zamanın artık geldiğine inanmak, bizi de inandırmak istiyor gibiler.”
Sonraki Yazı

Ogan Güner’le söyleşi:
Çöküş ve enkaz edebiyatı çağı mı?
1990’ların ilk yarısından beri müzik, edebiyat ve bilim-kültür incelemeleriyle Türkiye’nin pek çok dergisine katkı veren Ogan Güner’in yeni romanı Ramak, ilk romanı Hercümerç’ten beş yıl sonra, Ağustos 2023’te Beyoğlu Kitabevi tarafından yayımlandı. Nalân Mahsereci, Ogan Güner’le Ramak’ı öne çıkarmakla beraber onunla yetinmeyen, geniş kapsamlı bir söyleşi yaptı…