İnsanlığın krizi, teknolojinin geleceği
“Meryem Koray'ın kitabı, aşırı uzmanlaşmanın teknikçi diliyle sarmalanmış yapay zekâ alanına dair disiplinler arası bir bağlam oluşturma çabası olarak okunabilir. Bir yandan yapay zekânın insanlığa sunacağı kusursuz gelecek imgeleri üzerine tartışılırken, diğer yandan Filistin’de, çok uzak geçmişte kaldığı iddia edilen, etnik temizlik ve katliamlara tanık olduğumuz bugünlerde, bu bağlam kurma çabalarına çok daha fazla ihtiyacımız var sanırım.”

Amazon'un depolarında denemeye başladığı insanbiçimli robotlardan biri.
Sosyal medyada karşıma sık sık şöyle paylaşımlar çıkıyor: “ChatGPT’nin modası geçti, işte en yeni yapay zekâ uygulamaları”, “Google Translate’in devri bitti, işte en popüler çeviri uygulamaları.” Yapay zekâ çalışmaları dahil olmak üzere teknolojik gelişmeleri aktarma iddiasında olan yüzlerce sosyal medya hesabı, işin sosyal kısmını bırakın, teknik kısmına dair bile asgari bilgileri aktarmadan, belli ki zaten buna sahip olmadan, magazinel bir çerçeve içerisinde teknik ilerlemenin kudretini üzerimize boca ediyor. ChatGPT’nin sunduğu olanakları tam olarak anlamadan, bunları deneyimlemeden, bu olanaklara gerçekten ihtiyacımızın olup olmadığını sorgulamadan uygulamadan uygulamaya atlamamızı, sürekli güncel kalmamızı salık veren bir dil bu. “Güncel kalmak” ise, bu uygulamaların yapıp ettiklerimize yardımcı olmasını değil, bu uygulamalar üzerinden yeni ihtiyaçlar icat etmemizi niteliyor.
Elon Musk’ın Twitter’ı satın almasının ardından uygulamanın kullanıcılar açısından para kazanılabilir hale gelmesi, bu tür “etkileşim kasan”, yüzeyselliği hâkim kılan hesapların sayısını artırdı diyebiliriz elbette (milyonlarca insanın on yedi yıllık kullanıcı emeğiyle var olan bir platformun zengin bir adam tarafından satın alınıp, onun girişimci mantığının oyuncağı haline gelmesi tekno-kapitalist gelecek hakkında çok şey anlatıyor aslında). Ancak teknolojinin geleceği ve yapay zekâ hakkında günden güne büyüyen ana akım literatürün de, daha karmaşık olması dışında, bahsettiğimiz bu teknikçi, ilerlemeci ve aceleci söylemden pek farkı yok.

Aptal İnsanlar Zeki Makineler: İnsan, İnsanlık, Teknoloji
İletişim Yayınları
2023, 342 s.
Bu söylemin birkaç parçadan oluştuğunu söyleyebiliriz. Öncelikle bu söylem, teknolojik gelişmeleri “herhangi bir çıkarı olmayan bir bilimsel araştırma sürecinin sonucu olarak” tasvir etmektedir.[1] Yani, teknolojik ilerlemenin seyri doğal bir evrim süreci boyunca seyretmekte, bu araştırmalara bilim ve teknoloji alanının özgün nitelik ve motivasyonları yön vermektedir. Bununla bağlantılı olarak, ekonomik ve politik güç ilişkileri bu gelişim üzerinde temel belirleyen olmamaktadır. Topluma yön verenin teknolojik gelişmeler olduğunu savlayan tekno-determinist bakışa uygun olarak, teknolojik gelişmeleri yine teknolojik gelişmeler belirlemektedir. Yine bunlarla ilişkili olarak, bu söylemde, ortaya çıkan tekniğin kullanım alanları, performansı, toplumsal etkileri değil, bizzat tekniğin kendisi, teknik bir çerçeveleme ile mesele edilmektedir. Örneğin, ChatGPT örneğinde, bu yapay zekâ aracının sunduğu olanaklardan, bu araçla elde edilen sonuçlardan çok aracın kendisi, böylesi bir tekniğin var olması gündem haline getirilmiş, literatür bunun üzerine şekillenmiştir. Son olarak, tabii ki bu söylem her sorunun teknik bir eksiklik nedeniyle sorun olarak karşımıza çıktığını, her şeyin ama her şeyin teknik müdahalelerle çözülebileceğini öne süren tekno-çözümcü bir mantık üzerinde yükselmektedir.
Meryem Koray’ın İletişim Yayınları tarafından yayımlanan Aptal İnsanlar Zeki Makineler isimli kitabı, bu teknik bakışın dışında konumlanması, teknolojik gelişmeleri tarihsel ve politik bir bağlam içerisinde ele alması, hatta teknolojiye çok da hâkim olmadığını söyleyen bir sosyal bilimci tarafından kaleme alınması açısından değer taşıyor. Kitabın mimari yapısına baktığımızda, ilk iki bölümün insanlık ve insanlığın durumuna ayrıldığını, sadece son bölümün yapay zekâ ve onun insanlığa nasıl bir gelecek sunabileceğine odaklandığını söyleyebiliriz. “21. yüzyılın ilk yirmi yılının sonunda, Yapay Zekâ gelişimi[nin], dünya pazarlarında askerî ve güvenlik güçleri için silahlar ve ekonomik rekabet araçları arayan ulus-devletlerin yetki verdiği dünyanın en güçlü oligopolcü şirketlerinin başını çektiği sermayenin tahakkümünde”[2] olduğunu düşündüğümüzde, Koray’ın bu tercihi oldukça isabetli. Çünkü yapay zekâ çalışmalarının güncel durumunu da, gelecekte alacağı şekli de belirleyen, ultra zeki yazılımcıların kişisel fantezileri değil, ekonomik ve politik güç odaklarının gayet “ilkel” çıkarları. Bu nedenle işe, tamamen hayal gücüne dayanan, tekno-ütopya veya tekno-distopyalardan değil de, halihazırda var olan koşullardan başlamak en mantıklısı.
Peki nedir bu koşullar? Koray şöyle bir tablo çiziyor:
“Velhasıl, bir yanda görkemli ekonomik-teknolojik-bilimsel gelişmelerin, öte yanda tüm gelişmişliğine karşın yeryüzü, yaşam ve insaniyet namına utanç duyulacak gerçeklerin olduğu bir dünya mevzubahis. Hegemonik güçler ve aralarındaki savaş, kapitalizmin kendini imha edecek derecede yozlaşması, fetret devrinin bunalımları, siyasetten uzaklaşma ve demokrasinin işlevini yitirmesiyle seçilmiş otokrasilere yol vermesi, zenginlik ve yoksulluk arasındaki uçuruma dönüşen eşitsizlik ve adaletsizlikler gibi sorunların yanı sıra ekolojik kriz, nükleer tehdit gibi varoluşsal tehlikeleri olan bir dünya. (...) Kısacası insanlık bir yanı yıkım, öteki yanı sürdürülebilir bir yaşam olan bir arafta bulunuyor.” (s. 193)

Bu araftan aydınlığa doğru çıkışı sağlayacak öznenin oldukça güçsüz olması ya da belki de bir özne olarak ortada olmaması, insanlığı karanlık tarafa doğru çeken öznenin ise egemen konumda yer alması, gelecek için yıkım seçeneğini daha inandırıcı kılıyor. Burada teknolojinin, insanlığın ortak değerleri çerçevesinde değil de, bu egemenler eliyle şekillendirilmesi de hesaba katıldığında, geleceğimizi kurtaracak bir süper zekâdan söz edilmesi oldukça zor. Geleceği bir kenara bırakıp yakın geçmişi ve şimdimizi düşündüğümüzde, 30 yıl öncesinde hayal bile edemeyeceğimiz, ancak hızlı bir adaptasyonla, yaşamlarımızın doğal bir parçası haline getirdiğimiz sosyal medya teknolojilerinin, bütün dünya çapında bir avuç ultra büyük şirket tarafından, sadece ve sadece kendi kâr güdüleri doğrultusunda şekillendirilmesi örneği var önümüzde. Uluslararası ölçekte en başarılı yazılımcılar ve mühendisler, arkalarındaki devasa bütçelerle, insanlığa sadece kullanıcı verilerini toplayıp bunları şirketlere satmakla görevli bir reklamcılık sistemi hediye edebildiler. Gelinen bu aşamanın yazılımcı ve mühendislerin kişisel tercihleriyle de, teknolojik gelişim rotasının burayı göstermesiyle de ilgisi yoktu. Tek amaç daha fazla kâr etmekti. Yapay zekâ çalışmalarının da başka bir perspektiften ilerleyeceğine dair güçlü bir kanıt yok elimizde.
Koray’ın kitapta tartıştığı teknolojik işsizlik meselesi de benzer bir şekilde, kökleri günümüzde ve yakın geçmişte olan, potansiyel bir sorun:
“Teknolojik gelişmeleri durdurmayı kimse istemiyor ama insanın yalnız tüketici olarak değil, emek, insan, vatandaş olarak bu gelişmelerden yararlanmasını hak olarak görmek gerekiyor. İşsizlik konusunda yapılacak ilk iş, işsizliği teknolojiye bağlamaktan vazgeçmek olabilir. Ancak bu yapılırsa yaşananların asıl sorumlusu olan sistemle hesaplaşmaya sıra gelebilir ve siyasal ekonomi politikalarını küresel düzeye uzanacak ölçüde insandan ve emekten, doğadan ve yaşamdan yana değiştirmenin yolu aranabilir.” (s. 251)
Robotların insanları işsiz bırakacağına dair öngörü, emek ve sermaye arasındaki mücadelenin güncel durumundan bağımsız olarak ele alınmamalı. Henüz robotlar işleri ele geçirmemişken, yerkürenin bir yarısında sanayisizleşme ile birlikte düşük ücretli, güvencesiz ve esnek çalışma rejiminin hâkim kılınması, diğer yarısında ise hem işçi sayısının artması hem bu işçilerin kölelik koşullarında çalıştırılması belli ekonomi-politik tercihlerin sonucu. Liberallerin yapay zekâ ve emek etrafında döndürdüğü tartışmalar da bir yandan kârın azamileştirilmesi, diğer yandan geniş kesimlerin satın alma gücünün yok olmaması için temel gelir gibi yeni modellerin ortaya konmasıyla ilgili. Yani temel dert insanları ücretli kölelikten kurtarmak değil, maksimum kâr getirecek işletme tekniklerini geliştirmek. Buna karşılık Koray’ın da işaret ettiği gibi, insanların çalışma zorunluluğundan kurtulduğu, bununla birlikte teknolojik imkânlar sayesinde bolluğun da var olduğu komünist bir gelecek de tahayyül edilebilir. Aaron Bastani’nin “tam otomatik lüks komünizm” olarak tanımladığı bu sistem için robotların bütün işleri devralması distopik değil, ütopik bir seçenek. Tabii, robotların gelecekteki konumlarını da belirleyecek olanın sınıf mücadelesi olacağını söylemeye bile gerek yok!
Aptal İnsanlar Zeki Makineler, aşırı uzmanlaşmanın teknikçi diliyle sarmalanmış yapay zekâ alanına dair disiplinler arası bir bağlam oluşturma çabası olarak okunabilir. Bir yandan yapay zekâ araştırma ve uygulamalarının olağanüstülüğü ile bunların insanlığa sunacağı kusursuz gelecek imgeleri üzerine tartışılırken, diğer yandan Filistin’de, çok uzak geçmişte kaldığı iddia edilen, etnik temizlik ve katliamlara tanık olduğumuz bugünlerde, bu bağlam kurma çabalarına çok daha fazla ihtiyacımız var sanırım. Çünkü yapay zekâ dahil olmak üzere teknolojinin geleceğinin, insanlığın genel çıkarlarıyla değil, İsrail’in bu zulmünü alkışlayan, çeşitli sansür, dezenformasyon ve baskı politikalarıyla bu zulmü meşrulaştıran egemenlerin çıkarlarıyla doğrudan ilgisi var.
NOTLAR:
[1] Nick Dyer-Witheford, Atle Mikkola Kjosen, James Steinhoff, Yapay Zekâ ve Kapitalizmin Geleceği, çev. Barış Cezar, İletişim Yayınları, 2022, s. 12.
[2] a.g.e., s. 197.
Önceki Yazı

William Trevor’ın öyküleri:
Sırlar; açığa çıkanlar, kapalı kalanlar
“Trevor’ın öykülerinde gerçek nasıl infilak ediyor? Olay örgüsü çoğunlukla dümdüz ilerlemez ve bir yere, sabit bir sonuca varmaz, öykü kişisinin aydınlandığı anlar söz konusu olsa da bütünüyle tatminkâr aydınlıklara ulaşmayız, ulaşamayız. Farklı taktikleri olduğunu düşünüyorum Trevor’ın. Olumlu edimlerle, olumlu önermelerle değil, olumsuz olanlarla açabiliyor mesela kapalı kilitleri.”
Sonraki Yazı

Özge Özdemir ile Geçmişin İzleri üzerine...
Geçmişin İzleri – Altmışlı ve Yetmişli Yılların Kolektif Belleği adlı çalışmasıyla Türkiye siyasi tarihinin toplumsal hareketlerle hemhal olduğu bir dönemine dikkat çeken Özge Özdemir’le özel bir kuşağı, bu kuşağı özel yapanın neler olduğunu ve 12 Eylül’ün bu kuşak üzerindeki etkisini konuştuk.