Zihinde Siyah Bir Nokta

Zihinde Siyah Bir Nokta

OZAN UTKU AKGÜN

160. Kilometre
Mayıs 2024
68 sayfa

13 Haziran 2024

SİNAN ÖZDEMİR

Çıkış zamanı gelmiştir, dünyaya, insana, aşka karışmanın zamanı gelmiştir. Şeylerin hercümerci aydınlanmaktadır artık.”

Gerçekliğin yeniden üretilmesi onun zihin içi bir çabayla bilince çağrılması, orada biçim verilmesi ve dışarıda şeyleşmesiyle mümkün olmaktadır. Var olmanın hiçlikle ilişkisi nasıl bir kör uzaysa, çıkmazın kıyısında biriken yığın da bir o kadar var’dır. Tahakkümün ittirmesidir bu. Beckett’vari bisiklet yolculuğudur sakat-insanın. Yani hayatta olmanın zorluklarıyla düşünsel gelgitler iç içe, eş zamanlı ve bindirilmiştir. Ozan Utku Akgün’ün Zihinde Siyah Bir Nokta’sı[1] da bu çıkmazın şeyleşmesi için girdapçı bir kapsama gayreti olarak durmaktadır önümüzde. İlk fragman bu anlamda çarpıcı bir karmaşa sunmaktadır:

rüyasında dev bir stadyumda iş buldu ama istemedi. büyük yapılar onu tedirgin ediyordu. büyük yapıların insansızlaşması.
arkalarında soluk izler bırakırlardı. insanlar. bereler ve ılık nefes sesleri. partinin bittiğinden de en son onun haberi olmuştu.
tezgâha bırakılmış kadehler onu mutsuz etmişti. bunları rüyasında görmediğini hatırladı. arabada, arka koltukta otururken bir
his bulutunun içinden geçmiş, bulutta bu sözcükleri okumuştu.
ne anlama geldiğini bilmiyordu. ama bir yumru oturuyordu boğazında şimdi. (s. 7)

Deneyim, geçişken zamanlar, düşünsel eylem iç içedir burada. Lirik özne sen’e seslense de yumruyu boğazında hisseden ben, güçlü bir şekilde göstermektedir kendini. Bir yandan başka nefesler aradığını düşündürmektedir bu şairin, güçlü bir akımla, oturanı geri püskürtmek için. Ama bir yandan da hayal kırıklığı içinde nefret etmektedir kütlesel bağlılıktan, yerçekimsel günlerden. Ve websel yığışma, kitaplar, gerçekler akışın çarklarınca uzaklara dağıtılmaktadır; belki de bu yüzden kendi kitabını yazmak zorundadır. Uzaklara dağılanlar yardıma koşmadıkları için ruhunu ılık bir akvaryumda bekletmektedir lirik özne; gelip gidip bakmak kaydıyla. Bu bakmak hem bir bakışım hem girdap hem de palimpsesttir.

Ozan Utku Akgün

Ozan Utku Akgün’ün şiiri fragmanlardan oluşuyor. Yaralı bir bilincin kaydını sızdırıyor şair. Yara ise sadece bilincin değil, bedenin de arızası olarak çıkıyor karşımıza. Şiirin merkezinde kemoterapi sonrası nekahet dönemi ve daha uçsuz bir uzamın ikiliği yer alıyor. Yakın zamanda Emre Varışlı’nın Epikriz[2] adlı şiir kitabını okumuştum. Hastalığın bedene, ruha, zihne etkilerinin yetkin yazarın elinde önemli yapıtlara dönüştüğünü bir kez daha anımsamıştım bu sayede; kendine özgü, günlük-şiir diyebileceğimiz dramatik serimleriyle bu iki eser de şiirimiz için önemli örnekler oluşturdu kanımca.

Bir zihin-göz yardımıyla kurmaktadır Ozan Utku şiirini. İçsel tarama lirik öznenin yarattığı rüya-anı-şimdi atmosferinde, kendi bulutunun içinde kümelenip yoğunlaşmaktadır. Bu anlarda yüksek bir lirizme de ulaşılmaktadır. Bu lirizmin içinde ise yumuşak bir nüve bulunmaktadır. Yumuşak bir malzeme. Yumuşak bir atmosfer. Yumuşak bir zemin bulunmaktadır. Kafatasının tabanı karanlık ve ılıktır. Hastalık nedeniyle alınan testisten doğan boşluk hafif hafif sızlar, anısal bellek plaja iner, kumlara uzanır, erkekler ıslaktır, ruh ise ışığın kâsesinde yükselmiş mayalanmaktadır: Malzeme katılıktan uzaktır ve okurun zihninde de şekillenmeye elverişlidir:

(...) gözyaşları hastalıkla alçalmış ruhu besliyor. yatağına dön diyor kendine. sırtüstü uzan. kafatasında loş bir saçakaltı bulup yağan resimleri izle. (s. 11)

Kayıtlar çoğu zaman lirik özneyi çocukluğa götürmektedir. Saflığa, dinginliğe, hatta durgunluğa götürmektedir. Yokluk yoksa ona en yakın olana uzanma isteğidir bu belki. Bu ilksel arayış anneye, parmak emme davranışına kadar gerileyebilmektedir. Tatlı unutuş diyor buna şair. Hatırlamanın başlangıç ânı diyelim biz buna. Yumuşak bir geçiş... Elinden tutansa yine de kitaplar, yazarlar olmaktadır çoğu zaman: Whitman, Nietzsche, Külebi, Tolstoy, Coetzee... Zihin-göz med-cezirinde gidip gelmektedir metin. Noktaların kestiği ama akışın durmadığı biliş halinde bir yağış sürüp gitmektedir kitap boyunca. Noktalar ayrıca özel bir ritim aracı olarak kullanılmaktadır burada. Beklenmedik yerlerinden kesmektedir dizeyi, belki de kesmemektedir ama vardır. Bu, sessel olandan çok içsel olanın ritmidir. Öyle olmanın ritmi, lirik öznenin kendi kalp ritmi, nefes ritmi.

biraz önce herkes uykuya çekildi. pencereden tv ışığıyla boyanmış evlere bakıyor: hayatın aleladeliği. içini yumuşatıyor. her şey
böyle. vasatın tatlı çemberinde dönüp dursun istiyor. sızıntı halindeki dünyayı dinliyor. kürkünün içi lenf, kan ve su dolu. hiç boş
yer yok. kimseye ihtiyacı yok. çünkü bizzat dünya. bedenin ılık
akıntıları. ışık çakımları ve görüler ona eşlik ediyor. ama sonra.
ilaçlar kanda seyreldiğinde. kafası artık kıyak olmadığında. bir
sevgili isteyecek. elinden tutup çocukluk plajına götürebileceği. (s. 31)

Duygu yoğun bir şiir bu. Temel motivasyonunu bu yoğunlaşmayla sağlıyor diyebiliriz. Hastalığın etkisine, geçmişe, şeylere bu gözle bakıyor şair. Ne kaçıyor ondan, ne arkasına saklanıyor onun. Biçimin oturduğu dengeli bir zemin görevi görüyor böylelikle. Eve hapsolma hali şairin şimdiyi, geçmişi, bedeni ve entelektüel alanı masaya (yatağa) yatırmasına, olan biteni camdan, zihinden izlemesine ve anlatının böylece üst üste, katman katman bir işleyişle salınmasına imkân tanıyor. Bu imkân şiirin üzüntüye saplanmasının da önüne geçmenin imkânı aynı zamanda. Her ne kadar sancılı bir sürecin metnini okuyorsak da, gizli ama güçlü bir yaşama tutunma isteği de okunuyor ondan. Geçmişin havlusuna sarınıyor lirik özne, ısınıyor nezleli sıcaklıkta. Artık kurtulacağını düşünüyor şimdiye sıçrayarak, hoşnutluk çemberinin içinde sabitliyor umut anlarını. Anneyi, sevgiliyi, aşkı hatırlıyor; çağırıyor zihin-kalp dünyasına, şiirine.

Anlatı-şiirin fragmanlardan teşekkül ettiğini belirtmiştik. Düzyazı biçiminde yazılmış parçalar bunlar. (“Parça” demişken Akgün’ün şiirinin [kitabın editörü] Ahmet Güntan’ın parçalı ham.’ıyla[3] bir yakınlığının olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Temel ayrım, Güntan bir şiiri ham malzemeden parça parça kurarken, Akgün kitabını ayrı ayrı parçalardan oluşturmuştur. Bununla birlikte iki isim arasında yerel kaynaklara yönelim, imgeden çok kendi duygu-düşün dünyasını kuran kavramsal öbekler, hafıza kayıtları, biçemsel-sessel yakınlık gibi pek çok bağın kurulabileceğini söyleyebilirim.) Fakat kitap “Çıkış” adlı klasik dize yapısında bir şiirle bitmektedir. Raporlama amacı vardır Çıkış’ın, şiirsel dilden, atmosferden kopmadan yapmaktadır bunu. Gerçeği, rüyaları, izlenimleri, filmi sonlandırıp okuru kendi başına bırakmanın zamanı gelmiştir. Hayatta kalmanın mutluluğu paha biçilmezdir. Çıkış zamanı gelmiştir, dünyaya, insana, aşka karışmanın zamanı gelmiştir. Şeylerin hercümerci aydınlanmaktadır artık.

Kayalıklara vuruyor akşam ıșığı, yılların geçip gidişi küçük,

Atonal bir vuruş şeklinde nabızlanıyor. Dinliyorum

Boşluğun much ado about nothing müziğini. Hayattayım.

Fin. Fin. Fin. Filmin sonunda kırlara doğru gülerek yürüyorum. (s. 66)

 

NOTLAR:

[1] Ozan Utku Akgün, Zihinde Siyah Bir Nokta, 160. Kilometre Yayınları, 2024.

[2] Emre Varışlı, Epikriz, Subpress Yayınları, 2022.

[3] Ahmet Güntan, parçalı ham., Yapı Kredi Yayınları, 2011.