Nereye akar yer değiştiren sular?

Yer Değiştiren Sular

PELİN BUZLUK

İletişim Yayınları
Eylül 2023
94 sayfa

19 Ekim 2023

NAGİHAN KAHRAMAN

“Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz” sözünü hayatının bir ânında duymayan yoktur muhtemelen. Ortaöğretim felsefe derslerinin bu “klişe” bilgisi, hayatta neredeyse her durumda döner dolaşır, bulur insanı. Yunan filozof Herakleitos kendisiyle özdeşleşen bu sözle doğada her şeyin değiştiğini, değişmeyen tek şeyinse bu gerçeklik olduğunu savunmuştur. Bizler aradan yüzyıllar geçmesine rağmen yine de bu söylem üzerine düşünüp metaforlar üretiyoruz hâlâ. Pelin Buzluk da yeni kitabı Yer Değiştiren Sular’da öyle yapıyor; “bütün denizler yer değiştirir” diyor. (s. 31)

Kendisini genellikle öyküleriyle bildiğimiz Pelin Buzluk, yeni öykü kitabı Yer Değiştiren Sular ile okurlarına yeniden merhaba dedi. Önceki üç kitabı Deli Bal (2010), Kanatları Ölü Açıklığında (2012) ve En Eski Yüz (2016) sırasıyla Yaşar Nabi, Selçuk Baran ve Sait Faik Abasıyanık Öykü Ödülleri’ne layık görülen yazar bir yandan senaryo yazımı, atölye çalışmaları ve editörlükle de uğraşıyor. Geçtiğimiz günlerde ise Yer Değiştiren Sular, İletişim Yayınları etiketiyle okurlarıyla buluştu. Bu yeni kitabı adı gibi aynı sularda yüzen on öyküden oluşuyor. Kitabın adı koskocaman bir metafor halinde duruyor okurun karşısında. Yazar da okura yardımcı olmak istercesine öykülerden birinde “Bütün sular yer değiştirir. Karadeniz’de girdiği dere, birkaç yıl sonra Akdeniz’de kayığını yüzdürebilir insanın. Ya da yağmur olup sundurmadan çağlayabilir” (s. 31) diyor okuruna. Hakikaten de öyle oluyor okuduğumuz bu öykülerde, sular hep yer değiştiriyor. Hiçbir şey aynı kalmıyor Buzluk’un öykülerinde. Bazen bunlara tanıklık ettiriyor okuru yazar, bazen de geçmişten günümüze gelinen noktayı sadece değişen haliyle anlatıyor. Bu öykülerde yok olan birilerini, ağacı sökülen parkları, gençliği geride kalmış yaşlı ve hastaları, ortadan kaybolan sevdiğini bekleyenleri ve daha başkalarını okuyoruz.

“Hüseyin’in İfadesi”nde atanamayan, bir inşaatta işçi olarak çalışan Hüseyin’in yine aynı inşaatta çalışan arkadaşı İsmet’in gizemli şekilde ortadan kaybolmasını okuyoruz. Okuyup da atanamayan öğretmenler ile hiç okuyamamış olanlara hayatın aynı çaresizliği dayattığı bir yerden bakıyoruz. İsmet’e ne oldu? Çemberi kıramadı İsmet, insan gibi yaşamayı hak ediyorlardı ama o çemberin dışında kaldı. “Abla”da ise kadın dayanışmasını, birine küçücük desteğin bile ne kadar büyük değişiklikler yaratacağına dair umudu, yani suların akışını başka yöne çevirebileceğimizi okuyoruz. Son zamanlarda her gün bir başkasına şahit olduğumuz kadına şiddet olaylarının bir yenisi bu da. Yeni bir şey söylemiyor belki ama umutlu bir yerden bakmamızı sağlıyor; kız kardeşliğin yaşatacağına dair bir yerden konuşuyor öykü okurla. Öz ablasının ölümünün ardından memleketten dönen bir kadının otobüste karşılaştığı bir kadına kendisinin abla olabileceği fikri ve karanfil elden ele gibi bir dayanışma imajı çağrıştırıyor. Bu yönüyle biraz fazla iyimser bir yerde duruyor bu öykü ama Buzluk’un bu öykülerindeki karakterlerin ortak özelliklerinden biri bu zaten. Belki de dünyanın bu kadar kötü bir yere doğru gidişinden dolayı bu tarz umutlu beklentiler ve olabilirlikler dışarıdan bakınca ütopik görünüyor. “Bâki Bey Diye Biri”nde de ortadan kalkan/kaldırılan birini okuyoruz yine. “Kim tarafından?” ya da “Niye?” diye sorgulanınca ucunun kendisine de değeceğini anlayan ‘Şerlok Ayhan’ın “suları bulandırmaması” makul görünüyor gözüne neticede. Şüphe uyandırıcı bir şekilde ortalıktan yok olan kişinin adının “Bâki” olması da oldukça manidar elbette ve bilinçli bir tercih olduğu aşikâr.

Pelin Buzluk

Görüldüğü üzere öykülerde bir tarafta kaybolanlar, yer değiştirenler, diğer tarafta da onları umutlu şekilde bekleyenler ve bazen de bulmaya çalışanlar geziniyor. Kitabın adındaki metafor böylece çoğu öyküde kendine yer buluyor. İçlerinde en vurucu ve eserin sorunsalını en iyi verenlerden bir diğeri de “Şu Anda Buradasınız” adlı öykü. Yine her şeyin sabit kalmasının yarattığı tekinsizlik hissi üzerinden gidecek olursak; adı “Şu Anda Buradasınız” olan bir öykünün insana biraz güven vereceği ya da o kaygan zeminden insanı biraz olsun uzaklaştıracağı düşünülebilir. Ancak yazarın ters köşe yaptığı, okuruna minik bir oyun oynadığı bir başlık bu. Neval’in kaybolan sevgilisi Sarkis’i bekleyişini anlattığı öykü birçok detayla okuru adeta kalbinden vuruyor: “Neval’in sevgilisi Sarkis yirmi beş ay önce kayboldu. Bindiği bir otobüsten inmedi. Yolda ne olduğunu kimse bilmiyor. Dinlenme tesisinde mi bir şey oldu? Yolda kimlik kontrolünde jandarma mı aldı? Kimsenin haberi yok. Telefon sinyalinden de bir şey çıkmamış.” (s. 31) Bu öyküde de yine fiziksel olarak ortalıktan kaybolan ve onu yine iyimser bir umutla bekleyen karakterler üzerinden yazar “yer değiştiren sular”ın nereye gittiğini sorguluyor bir kez daha. Ondan, “Bir şeyin artık var olmaması ya da varlığını sürdürmemesi onu yok eder mi?” (s. 34) diye de soruyor. Sonra da kendisi cevaplıyor sorduğu bu soruyu: “Elbette her hatırlayış bir kurgudur. Hafıza istediği ayrıntıyı öne çıkarır, parlatır. Bazen bir mimiği, bir bakışı, bir sözcüğü yeniden yorumlar, yazar.” (s. 34) Özellikle bu öykü bana Kumun Altında (Under The Sand) filmini hatırlattı. François Ozon’un bu 2000 yapımı filminde Paris’te İngiliz Edebiyatı profesörü Marie (Charlotte Rampling) ve yirmi beş yıllık eşi Jean (Bruno Cremer) her yıl olduğu gibi Fransa kıyılarına tatile giderler. Bu onların yıllar içindeki rutinidir. Plajda vakit geçirdikleri anların birinde Marie uyuyakalır ve uyandığında Jean’ı yanında göremeyince yüzmeye gittiğini düşünür. Ancak işler bir müddet sonra kadın için garip bir hal alır; Jean denizden dönmez, çünkü cankurtaran ekiplerinin arama sonucuna göre denizde herhangi biri yoktur. Sonrası Marie için tam bir kaos olan filmde mesele bir kayıpla yüzleşememe ve durumu kabullenememe üzerinden ilerler bir noktadan sonra. Herkes, sevdiği biri öldüğünde acısını kendine has yaşar, hatta yas tutar giden o kişinin ardından. Ancak burada söz konusu kişinin yani Marie’nin eşi Jean’ın ölüp ölmediği belli değildir ilk etapta; Marie de bu kötü senaryoya inanmak istemez zaten. Aklına ilk geldiği gibi yüzmek için denize girdi ve bir şekilde geri mi dönemedi, bu bir muammadır. Ancak daha kötü başka ihtimaller de devreye girer bir noktadan sonra: Jean Marie’yi acaba terk mi etti ya da –daha da kötüsü– Jean intihar mı etti? O tüm bu ihtimallere rağmen bir şey olmamış gibi hayatına devam etmeyi seçer, eşinin kaybını kabullenemez. Bu sebeple de çevresindekilerden tepki toplamaya başlar. Durumu kabullenmeyişi ve Jean ölmemiş gibi davranması “Şu Anda Buradasınız”daki Neval’in Sarkis’i umutla beklemesine benziyor. Fiziksel olarak ortadan kalkan birinin geride kalan kişide bıraktığı inkâr duygusunun acıyı hafifletmeye yardımcı olduğu sonucuna varılabilir bu örnekler üzerinden.

Yazar, kitabındaki öykülerde geçen tüm bu kaybolma/yok olma/terk edilme üzerinden yorumlanabilecek olan suların yer değiştirmesi mevzusunu, sonradan ironik bir şekilde yolların, altyapının ne kadar kötü olduğuna ve en küçük bir yağmurun sel felaketine dönüşmesine de bağlıyor: “Yarım saat sonra servis, suyla dolmuş bir altgeçidin girişinde kalakalıyor. Bir tüp arabası, bir de otomobil suya batmış(...) ‘Boğulan var mıdır ki?’ diye, o bilebilirmiş gibi şoföre soruyor biri. ‘Valla bu battıçıktılar çok can aldı, daha da alır. (...)’” (s. 36) Sular gerçekten de yer değiştiriyor anlayacağınız. Sular, nehirler, denizler durmuyor; bir yere akıyor ama neye dönüşüyor, mühim olan bu. Belki Pelin Buzluk’un kurduğu bu kurmaca dünyaları da birbirinden farklı ama bir o kadar da aynı olmasının sebebi budur; suların birbirine karıştığı yerde bu öyküler doğmuştur belki. Buzluk’un öykülerini bilenlere bu yeni kitabını da tavsiye ediyorum. Yazarla henüz tanışmamış olanlara ise tüm öykü kitaplarını öneriyorum.