Yaralı Damat:

“Bir ben vardır bende, benden içeri”

Yaralı Damat

Jungiyen Psikolojiye Göre Kadın ve Erkekte Erillik

MARION WOODMAN

Timaş Yayınları
Nisan 2024
364 sayfa

Çeviri: Özgür Ertana

27 Haziran 2024

ADALET ÇAVDAR

“Bastırılmış öfkeyle dolu eril enerjiyi mutfak çöpüne gömmek ise bela aramaktır. Bastırılan şey çöplükten enerjisi daha da güçlenmiş olarak dirilir ve geri gelir.” (s. 217)

“Yüklerin en ağırı bizi ezer, yere yapıştırır. Öte yandan her çağda aşk şiirleri kadının erkek bedeninin ağırlığıyla ezilmeyi arzuladığını anlatır. Demek ki yüklerin en ağırı, aynı zamanda yaşamdaki en büyük doyumun bir imgesidir. Yükümüz ne kadar ağır olursa yaşamlarımız yeryüzüne o kadar yakın, o kadar gerçek ve o kadar içten olur.” (s. 56)

“Eril ışığı kabul edebilecek bir kâse inşa etmek kadınlar için olduğu kadar erkekler için de zordur.” (s. 258)

Bu yazı Marion Woodman’ın Yaralı Damat-Jungiyen Psikolojiye Göre Kadın ve Erkekte Erillik üzerine olacak ama önce size benim lakabımın ne olduğunu söyleyeyim: Osman. Evet yakın arkadaşlarım bilirler, içimde bir Osman yaşar ve ben onunla sık sık sokakta, evde, özel hayatımda rol değiştiririm. Çünkü aslında neredeyse 17 yaşıma kadar bir erkek çocuğundan farksız bir şekilde yetiştirildim. Bilinçliydi ya da değildi ama öyle oldu. Bu arada ben Osman’ı çok seviyorum; o benim öfkeli yanım, hayata tutunma biçimim ve aslına bakarsanız kimi zaman bir çeşit silahım. Günümüz erkeklerinin ilişkiler içerisindeki nazını, kaprisini, narsisizmini göz önünde bulundurduğunuzda Osmanla ben aynı evin içerisinde kedimiz Çikoyla gül gibi geçinip gidiyoruz. Çünkü eve gelmesine izin vereceğimiz bir er kişi bulamıyoruz. Hadi dönelim kitabımıza.

Marion Woodman (1928-2018) eğitimini ana akım Jungiyen analistlerle tamamlamış. Jungun yakın arkadaşı Dr. E. A. Bennetden analiz almış ve Barbara Hannah ile çalışmış bir Jungiyen analist. Geride bir hayli kitap ve önemli de bir yöntem bıraktı. Çalışma arkadaşları Mary Hamilton ve Ann Skinner ile birlikte geliştirdiği öncü nitelikteki BodySoul Rhythms metodu, Marion Woodman Vakfı’nın düzenlediği ‘Liderlik Eğitimi’ne katılan kişilere sunulmaya devam ediyor.

Marion Woodman’ın Yaralı Damat-Jungiyen Psikolojiye Göre Kadın ve Erkekte Erillik kitabı Timaş Yayınları tarafından nisan ayında Özgür Ertana çevirisiyle ve Berin Orhan’ın bilim danışmanlığında yayımlandı. Çevirmen Ertana’nın kitabın başındaki yazısı Jungiyen literatürün Türkçede nasıl ses bulacağına ilişkin bir rehber niteliği de taşıyor.

Woodman, Yaralı Damat’ta kadınlardaki erillik konusunu ele alıyor. Jung psikolojisinden hareketle, kadınlarda içsel erkekliğin kişisel gelişimi nasıl etkilediğini araştırıyor. Bunu yaparken elbette rüyalardan, mitolojiden ve danışanlarından derlediği hikâyelerden yararlanıyor. Elbette orada kalmıyor, toplumsal cinsiyet rollerinin, ayrıca bu rollerin dönüşümünün bireyler ve toplum üzerindeki etkilerine ilişkin geniş bir sorgulama çerçevesi de öneriyor.

Kitap yedi ana bölümde, kadın-erkek ilişkisinin dinamiklerini pek çok ayrıntıyı ve aralarındaki ilişkileri göz önünde bulundurarak ele alıyor. Her bölümü tek tek tanıtmak yerine, en çok etkilendiğim birkaç noktadan bahsetmek istiyorum.

Şuradan başlayalım mesela. Dikkatinizi çekti mi, pasif kadınların hikâyenin orasına burasına serpiştirildiği diziler Türkiye’deki ana akım televizyonlarında bile izlenmiyor artık. Kadınların kendi hayatlarıyla birlikte içinde bulundukları toplulukları dönüştürdükleri hikâyeler ise coşkuyla karşılanıyor. Demek içimiz sıkılmış biraz. Eeeeh demeye başlamışız. Ne güzel! Kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, yaşına başına bakmadan hayallerinin peşine düşen, bunun için herkesle, en çok da kendisiyle canı pahasına mücadele eden Bahar içimizi açıyor. Bahar dozumuz geciktiğinde arıza bile çıkarıyoruz, öyle değil mi?

Marion Woodman

Woodman’ın açısından baktığımızda bu iç sıkıntımız ve ilgimiz neyin ifadesi olabilir, bir bakalım. Woodman, ‘erillik’ kavramını, kendi ayakları üzerinde durabilen, yüksek özgüvene sahip, güçlü, eril narsisizmle mücadele edebilen ve bağımsızlık arzusuna sahip kadınların içgüdülerini tanımlamak için kullanıyor. Ancak bu terim tarihsel olarak erkeklerin özgürlüğü, gücü ve bazen de hoyratlığıyla ilişkilendirilen bir bağlamda ele alındığında sözünü ettiğim durumu tanımlamak için pek de yeterli görünmüyor. Ne yani, kadındaki bağımsızlık ve otonomi arzusunu bile eril enerji üzerinden mi tarif edeceğiz? Jungiyen literatürün temelindeki arketipler üzerinden bakıyorsak dünyaya, evet, aslında biraz öyle yapacağız. Ve anlayacağız ki Woodman erilliğin galebe çalmasından değil, eril ve dişil enerjilerin dengelenmesinden bahsediyor ve ancak böylesi bir dengelenme süreciyle hem her bir kadının toplumla ilişkisinde daha sağlam bir zemine dayanabileceğini hem de toplumun kadınlarla kurduğu ilişkinin dönüştürülebileceğini vurguluyor. Bu dengelenme, hadi gelin biz buna hem her bir kadının tecrübesinde hem toplumsal/siyasal sahalarda eşitlik mücadelesi diyelim, yalnız tek tek kadınların değil, bütün bir toplumun kendiyle barışık bir hayat sürmesinin de ön koşulu. Çünkü ancak bu şekilde kadınlar ve toplum geleneksel cinsiyet kalıplarının yarattığı sorunları çözebilmeye başlayacaklar.

Peki acaba bu geleneksel cinsiyet ilişkilerinden erkekler usanmadı mı? “Güçlü ol, çok para kazan, ailene bak, evin araban işin olsun ve bunları yaparken sakın ağlama.” Bütün bu beklentiler erkeklerin hayat hikâyelerinde olduğu kadar iç dünyalarında da, çoğu durumda taşıyamadıkları yükler oluşturmuyor mu? Marion Woodman işte bu nedenle, toplumsal cinsiyet rollerinin elden geçirilmesi işinin kolektif bir sorumluluk olduğunu öne sürüyor. Yalnızca kadınların değil, erkeklerin de ihtiyacı var bu dönüşüme. Üstelik bu sorgulama süreci yalnız kişisel gelişim süreçlerimizi değil, hep birlikte yaşadığımız hayatı ilgilendiriyor. Erkeklerin geleneksel cinsiyet rollerinin yarattığı toplumsal baskılardan kurtulması ve gerçek duygularını ifade etmeleri hem kendileri hem de toplum için iyileştirici olabilir. Kadınlar ve erkekler bu rollerin sorgulanması ve yeniden tanımlanması sürecinde birbirlerini destekleyerek daha eşitlikçi ve karşılıklı anlayışa dayanan bir toplum inşa edebilir.

Carl Jung

Hayli zamandır yalnız yaşayan bir genç kadın olarak kimileyin sokağa çıktığımda eve ne zaman geri dönebileceğimi hesap ederken buluyorum kendimi. Eve gelip kedimle zaman geçireyim istiyorum. Konuşa konuşa onu da geveze yaptım ama kimi zaman onun konuşmasına bile tahammül edemiyorum.

Marion’un kurduğu çerçeveden bakınca, kendi ayaklarının üzerinde duran ve tek başına yaşamayı tercih eden 35 yaş üstü bir kadının yalnızlığı, toplumsal beklentilerden bağımsız bir özgürlük ve içsel denge arayışı olarak yorumlanabilir. Woodman’a göre, bu tür bir yaşam tarzı seçimi, kadının kendi içsel eril enerjisini keşfetme ve bu enerjiyi sağlıklı bir şekilde entegre etme çabasıyla ilişkili.

Yalnızlık bir yandan eril ve dişil enerjiler arasındaki içsel dengeyi onarırken, diğer yandan ve bu yolla kadının kendine yeterli ve özgür hissetmesine olanak tanıyor. Böyle bir bağımsızlık, daha doğrusu otonomi/özerklik ilişkilerini daha sağlıklı dinamikler üzerine kurması için zemin hazırlıyor. Çünkü otonomlaşma ölçüsünde birey, diğerlerine duyduğu ihtiyaçlarından ziyade, arzularına ve özlemlerine göre hareket edebiliyor. Woodman kadınların bağımsızlık ve eşitlik mücadelesinin sadece kendi yaşamlarını değil, toplumsal cinsiyet dinamiklerini de dönüştürdüğüne dikkat çekiyor. Bu mücadele yalnız kadınların değil, erkeklerin de hem bireysel hem de kolektif düzeyde daha otantik ve sağlıklı bir yaşam biçimi kurmaları için gereken enerjinin de kaynağı.