Yanlışlıkla Mutlu’nun katmanlı dünyası

Yanlışlıkla Mutlu

FİGEN ALKAÇ

Doğan Kitap
Kasım 2023
104 sayfa

15 Şubat 2024

ELİF KARALAR

Figen Alkaç’ın yeni öykü kitabı Yanlışlıkla Mutlu kitaplıklarımızdaki yerini aldı. Alkaç kasıtlı zamansızlığın, yansız mutluluğun aralanan kapısından, harften kelimeye oradan suskunluğun kelimelisine değin uzanan çok sesli, çok sessiz, yumuşak, sert, sevgi dolu, sevgiye dolu, öfkeli ama sekinete yanaşmayan duygulanım durumlarının gölgesini izleme fırsatı sunuyor; dalgalı ruhların gençlik, ilk gençlik ve çocukluk anlarıyla. Travma, çocukluk neşesi ve öfkesinin dünyayı çok sesli ve muzipçe duyumsayan çocuk karakterlere emanet edildiği dört öyküyle bol kadınlı dünyalara bir davet.

Bu olaysal ve zamansal olarak kısa anların zengin prodüksiyonlu anlatısı, “dekor” olmanın ötesine geçmiş, saklı kalmış konuşmaları, nefes alışları, ağlayış ve kıkırdayışları olan terlikler, çoraplar, zarflar, kapılar ve pencerelerin dünyasına bir yolculuk aynı zamanda. 

Karşılıklı “dadanmalar”

Alkaç’ın görünenin tek yönlü algılanış sınırlılığını duyumsamanın çok katlı, katmanlı boyutuna taşıyan öyküleri, dünyayı görü yetisinin kısıtlılığında anlamlandırmanın yerine sinestezik duyumsayış genişliğini koyan Maurice Merleau-Ponty’nin dünyayı duyumsayış (=deneyimleyiş) tarzının kıvrımlarını giyinmemi gerekli kıldı. Bu dünyanın izini Merleau-Ponty’nin 1948’te “Fransız Kültür Saati” adlı radyo programında okuduğu metinlerin derlendiği Algılanan Dünya kitabından bir alıntıyla sürelim:

“Nesnelerle ilişkimiz mesafeli değildir, her nesne vücudumuza ve yaşamımıza seslenir, insan özelliklerine bürünür, (uysal olur, tatlı olur, düşmanca olur, bize karşı koyar…) tersi de geçerlidir, bu nesneler sevdiğimiz ya da nefret ettiğimiz davranışların simgeleri gibi yaşarlar içimizde… Ressam şeylerin ‘haresini’ yansıtmalı derken Cezanne’ın demek istediği budur.”[1]

Cezanne’ın tablolarıyla yansıttığı nesne hareleri, Alkaç’ın kelime dizgi üslubu için de pekâlâ söylenebilir. Bu üslup öyle bir şekle şemaile büründürme tarzına sahip ki, bizden dışarıda olana (ötekiye) bir ruh teslim eder. Çünkü Merleau-Ponty gibi söyleyecek olursak, “Başka biri bizim gözümüzde bir vücuda dadanan bir ruhtur.”[2]

Alkaç’ın sahnesinde de karakterler Merleau-Ponty’nin ifade ettiği şekliyle “dadanır” dokunduğu canlı cansız her şeye ve onlar da karakterlere; öyle ki, karakterden bağımsız görmenin, duyumsamanın imkânı yoktur artık onları. Puffy çoktan bir çorap-terlikten öte bir anlama bürünmüş; m harfi, v harfi, güya kelimesi, karakterlerin tek tek oluşturduğu bir jargon, yeni ve biricik bir terminolojinin fertleri olmuş; öksürük ayaklı; hevesler yırtık; homurtu kelimeli susmak; harfler çalıntı; pençeler uykusuz…

Söyleyebilirim ki Alkaç’ın karakterlerinin merceğinin bulaştığı insanca dünyalara dadanma tavırlarını okumak, ufku görmenin sınırlarından dokunmanın, duymanın, tatmanın alanına varıncaya ve orada tüm bunlarla bir oluncaya dek genişleten bir deneyim oldu benim için. İçinde bulunduğu atmosferin tüm unsurlarıyla bütünlüklü bir yaşantı süren karakterler, hüznün, sevincin, öfkenin temsili yahut paydaşı olan kişiler ve nesneler dünyasının biricik “deneyimcileri” aynı zamanda “anlam giydiricileridir”.

Üzgün bir resme kıstas konur mu?

Charlie Kaufman’ın 2020 yılında gösterime giren I Am Thinking of Ending Things isimli filminde ana karakterlerden Lucy’nin “İç mekânı bir şekilde işlerime aşılamaya çalışıyorum. Manzara resimleri hislerimi yansıtıyor. Yalnız, neşeli, endişeli, üzgün” şeklinde ifade ettiği insansız ve duygu yüklü resimleri üzerinden filmde şöyle bir diyalog geçer:

Baba: İçinde üzgün bir insan olmayan bir tarla resmi nasıl üzücü olur? … Resimlerin güzelmiş ama bir şey hisseden birisini görmeden nasıl bir şey hissedeceğimi anlamadım. Üzüntü, neşe ya da saydığın diğer duyguları hisseden kimse yok.

Lucy: Manzaraya bakan kişinin yerine kendini koyabilirsin... Orada olsaydın ve manzaraya baksaydın bir şey hissederdin. Çevreye dair hislerimiz çevreyle değil, bizimle ilgili değil midir? Hiçbir his çevreden gelmez.[3]

Bu sahne tam da Alkaç’ın öykü karakterlerinin etrafını saran atmosferde ilişki kurduğu nesnelerin “karakterce” bir biricik anlama sahip olması halini örnekliyor. Aynı çevre tüm unsurlarıyla, başka kişiler için başka anlamlarla vaftiz edilebilir. Nitekim böylelikle Alkaç’ın dünyasında m harfi tek kişilik; z harfiyse bölüşmenin, ortaklığın harfi olarak vaftiz edilmiştir.

Bu durumun Merleau-Ponty’nin felsefi sistemi içindeki izini sürmek de mümkün:

“Mekanik bir biyoloji ne derse desin, sonuçta içinde yaşadığımız dünya yalnızca şeylerden ve uzamdan oluşmuyor, ‘canlılar’ adı verdiğimiz kimi madde parçaları devinimleriyle ya da davranışlarıyla şeylere yönelik bir genel bakış örüyorlar çevrelerine.”[4]

Öyleyse Alkaç’ın şeylere yönelik ördüğü genel bakışı biraz daha yakından inceleyelim…

Düş-e-yazan kelimeler

“Herkes anlatılan ve anlatabileceği kelimelere tutunsun, düşmesin aman ha. Kendine bakmasın, içine inmesin.”[5]

Yanlışlıkla Mutlu, kelimeleri tutamak kılıp düşmekten sakınmak uğraşının bir ürünü müdür? Yahut düşmenin bir güzellemesi, olumlaması mı? İçine bakan, içine inen, inerken de düşen, düşüşlere bir kasıt, düşüşlerle mutlu bir kitap? (Mesut Varlık’ın Alkaç ile yaptığı söyleşide bu soruyu sormaması yazık olmuş. Yahut belki de olmamış, böylelikle bana da akıl yürütme yürütürken düşme imkânı doğmuş.)

Figen Alkaç

Yanlışlıkla Mutlu’nun kapağına baktığımızda Figen Alkaç ismi düştü düşecek, bir kenara sinmiş, sığınmış, okurunu selamlıyor. Kapağı çevirip “İçindekiler” bölümüne vardığımızda, burada da bizi başka düşüşler, düş-e-yazmalar bekliyor. Bu düş-e-yazmaları, tercih edilen biçimi görünür kılmak için (bahsi geçen cansızlara ruh üflemek bahsini de görünür kılan) ikinci öykünün isimlendirmesiyle örneklemek istiyorum:

“susmanın ter kokusu

           sohbetle genişleyen harfler

                     sandalyenin suç saklayan yeri”

Alkaç’ta düş-e-yazma temasını üç katmanlı bir mercekle anlamlandırmaya çalışacağım. İlki, tercih edilen çoklu isimlendirmeyle kast edilen, tek bir tanıma sığma, sığdırma çabasının düşüşü. Öykü başına düşen üç ayrı isim, “gel de tek isimle anlatmaya çalış” iç sesinin dışavurumu sanki. Ancak alınan önlem yine de eksiltmiyor düşüş imkânını ki, biçimsel olarak sallantılı bir zemine yerleşiyor düş-e-yazan bu üç ayrı isim. Standart satır dizgisine kafa tutan, görünmez iplerle birbirine bağlı ama satıra asla…

Son olarak anlamın düş-e-yazımı, yani yazılanın mekânı olarak düş mekânı… Bu düş mekânı yazının başlarında “atmosfer” kelimesiyle vermek istediğim anlama karşılık geliyor; karakterlerin biricik anlam merceği ve canlı cansız her şeyin biricik anlamlılığının karşılıklı dadanma hallerinin mekânı…

Yaratılan bu düş atmosferi, görmenin ve düşünmenin sınırlarını aşan, Fikret Kızılok’un “Düşler” şarkısında geçtiği gibi, denizi ipekten, gökyüzünü pamuktan kılan hassasiyetin imkânıyla örülmüş gibi: “Kapat gözlerini ve düşün/İpekten bir deniz /Pamuktan bir gökyüzü /İki tomurcuk yüreğimizde.”[6]

Son dem

Akıl yürütme çabası içinde düşeceğim sorunun cevabı benim için, Alkaç’ın kelimelerinin düş-e-yazma hallerine bir güzelleme olduğu, herkes için bilinen bir sabitliğin mümkün olmadığı, her hissin, anlamlandırma uğraşının düşmeye yazgılı vaziyetinin mütevazı bir dışavurumu olarak görebileceğimiz yönünde.

Kendin olmak halinin belirsizliğinin düşerken çıkardığı; “… yeni bir yüz çizsem kendime. Huylar edinebilsem. Kimseye benzemesem, kendime bile. Hem kendisi kimdir insanın?”[7] sesi, ille de kaygı dolu olmak zorunda değil diyor sanki…

Öylelikle bu yazı, cümle kurmanın ağırlık hissinden ve kurarken bir şeyleri ille de sabit kılıp bir yargıda bulunma kaygısından azade yazılabildi.

 

NOTLAR:

[1] Maurice Merleau-Ponty, Algılanan Dünya, çev. Ömer Aygün, Metis Yayınları, s. 30-31.

[2] a.g.e., s. 46.

[3] Charlie Kaufman, I am Thinking of Ending Things.

[4] a.g.e., s. 41.

[5] Figen Alkaç, Yanlışlıkla Mutlu, Doğan Kitap, s. 100.

[6] Fikret Kızılok, Düşler

[7] Figen Alkaç, Yanlışlıkla Mutlu, s. 61.