Wittgenstein’ın “merdiveni”nin peşinde

Wittgenstein'ın Merdiveni

MARJORIE PERLOFF

Ketebe Yayınları
Eylül 2023
340 sayfa

çev. Alp Tümertekin

5 Ekim 2023

ABDULLAH EZİK

Her metin, hangi amaç ve düşünceyle kaleme alınırsa alınsın belirli düşünsel imgeler üzerine kuruludur. İmge kimi zaman bütün bir yazına şekil veren ana unsurdur, kimi zaman ise beraberinde birçok yeni düşünceyi getiren bir hareket noktasıdır. Nihayetinde bu noktada metinsel düşüncenin merkezinde hep bir imgelem dünyası söz konusudur. Özellikle felsefe ve avangard sanat/edebiyat üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Marjorie Perloff bütün bir yazın ve araştırma sahasını imgeler ve imgelerin edebiyattaki yansımaları üzerine kuran, 20. yüzyılın öncü eleştirmenlerinden biridir.

Bir araştırmacı ve eleştirmen olarak Marjorie Perloff bugüne kadar Frank O’Hara, Ludwig Wittgenstein, Louis Zukofsky ve Kenneth Goldsmith gibi birçok şair ve yazar üzerine kaleme aldığı metinlerle ön plana çıkar. Söz konusu tüm bu isimleri avangard ve avangard edebiyat/şiir üzerinden değerlendiren Perloff, çağdaş edebiyatın ne derece parçalı ve farklı düşünceler üzerine kurulu olduğunu ortaya koymaya çalışır. Onun için birçok şey, avangard sanatın çağdaş edebiyattaki/şiirdeki görünümleriyle ilgili olarak ön plana çıkar. Bu, onun bütün bir edebi yaklaşımı şekillendiren başlıca unsurdur.

Son olarak geçtiğimiz günlerde Alp Tümertekin tarafından Türkçeye kazandırılan Wittgenstein’ın Merdiveni’nde (Wittgenstein’s Ladder) dil, edebiyat ve felsefe arasındaki bağıntılar üzerinde duran Marjorie Perloff, tüm bu ilişkileri Ludwig Wittgenstein üzerinden inceler.

Edebi yaklaşımını özellikle çağdaş eserler üzerinden şekillendiren Perloff, bütün metinlerin temelinde yatan dil olgusunun her şeyi belirleyen en temel unsur olduğunu ileri sürer. Her şeyin dilin yapısal özellikleri ve yazarın/şairin onu kullanış biçimi üzerinden şekillendiğini belirten yazar, dilin kullanım biçiminin bir metnin anlam dünyasını inşa eden başlıca katman olduğunu belirtir. Böylelikle dil salt bir aktarım aracı olmaktan çıkar, zamanla kendisine yeni alanlar açmayı başarır.

Deneysel şiir ve post-modern edebiyatın sık sık iç içe geçtiğini ve günün avangard şiirini şekillendirdiği düşüncesi üzerinde duran Perloff için Ludwig Wittgenstein aykırı bir isimdir. 20. yüzyılın öncü filozoflarından biri olarak kabul edilen Ludwig Wittgenstein, “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır” düşüncesi üzerinden hareket ederken, dilin gerek insan yaşamında gerekse edebi serüvende ne derece önemli bir unsur olduğunu vurgular. Bilginin temelinde mantığın yattığını ve bilginin sınırlarının da yine mantığa göre şekillendiğini belirten Wittgenstein, böylelikle Perloff’a şiir ve dil düşüncesi üzerinden alan açar. Perloff, Wittgenstein’ın Merdiveni’nde metinleri, yaşamı ve düşünceleriyle birçok kişiye ilham kaynağı olan Wittgenstein’ı farklı noktalardan kuşatmayı dener. Üstelik bu kuşatma birçok noktada Wittgenstein’ın kişisel yaşamıyla yazınsal serüvenini birleştirirken dilin ne derece önemli olduğunu da farklı açılardan ön plana çıkarır.

Wittgenstein kendisine özgü(n) bir şekilde geliştirdiği dil felsefesiyle pek çok şair ve yazara ilham olagelmiştir. Dilin her şeyi kuşatan başat bir unsur olduğunu ifade eden Wittgenstein, mantıksal felsefi denemesinin önsözünde şunları dile getirmiştir: “Söylenmek istenen şey açıkça söylenir, üzerine konuşulmayan konular hakkında ise susulmalıdır.” Dolayısıyla onun için konuşmak, yazmak, söylemek, mutlak bir amaca hizmet etmeli ve açıkça dile getirilmelidir. Tam da Wittgenstein’ın bu sözleri üzerinden hareket eden Perloff, onun söylemleriyle çağdaş edebiyatı/sanatı ne derece şekillendirdiği fikri üzerinden hareket eder. Üstelik bu etkileşim kendisini birçok farklı disiplinde gösterdiği gibi zaman içerisinde avangard şiirde de kendisine geniş bir karşılık bulur.

Marjorie Perloff

Wittgenstein’ın Merdiveni’nde Wittgenstein’ın felsefesiyle çağdaş avangard şiir arasındaki ilişkiyi irdeleyen Marjorie Perloff; Gertrude Stein, Samuel Beckett ve Thomas Bernhard gibi birçok öncü figürün dille ilişkisini değerlendirir; özneyle nesne arasındaki dolaylı ve dolayımsız birçok unsurun dil aracılığıyla dışavurulduğunun altını çizer. Perloff da bu noktada Wittgenstein’ın düşünceleri yardımıyla dille çağdaş edebiyat arasındaki ilişkinin nasıl aydınlatılabileceğini irdelemeye koyulur.

Ludwig Wittgenstein’ın “merdiven” (“ladder”) metaforu, onun felsefi düşünce tarzını ve felsefeye yaklaşımını anlatan önemli bir kavramdır. Bu metafor Wittgenstein’ın birçok felsefi metninde yer aldığı gibi, özellikle Tractatus Logico ve Philosophicus adlı çalışmalarında da kendisine önemli bir alan açar.

Merdiven metaforu Wittgenstein’ın felsefesinin bir tür aşama veya yolculuk olarak görülmesini ifade eder. Bu, onun dile, edebiyata ve hayata yaklaşımının temel bir parçası olarak görülebilir. Wittgenstein için felsefenin amacı bir tür dil oyunu aracılığıyla sınırları keşfetmek ve böylelikle kişinin yaşamını kuşatan hudutların farkına varmasıdır. Dil oyunları, dilin kullanımının farklı bağlamlarını ve kurallarını açık bir şekilde ortaya koyar. Wittgenstein felsefenin temelde bu dil oyunlarını anlama ve çözme çabası olduğunu ileri sürer.

Perloff’un da geniş bir şekilde değerlendirdiği üzere merdiven metaforu şu temel bağlam üzerinden çalışır: Wittgenstein felsefi sorunların çoğunun dilin yanlış kullanımından kaynaklandığını düşünür. Felsefi sorunlar bir tür yanılgı veya karışıklık nedeniyle ortaya çıkar ve bu yanılgılar dilin yanlış bir şekilde kullanılması sonucu oluşur. Wittgenstein’a göre felsefi sorunların çözülmesi için gereken şey dilin yanlış kullanımının farkına varmaktır. Bu farkındalıkla beraber her şey netlik kazanacaktır.

Öte taraftan bütün anlatmak istediğini merdiven metaforu üzerinden şekillendiren/biçimlendiren Wittgenstein, hemen bütün sanatlarda ilerlemek/gelişmek için merdiven basamaklarının tek tek çıkılması gerekliliğini vurgular. Ancak bu merdiven nihai olarak aşılmamış bir engel olarak kalır. Bir kez zirveye ulaşıldığında merdiven artık gereksiz hale gelir, çünkü amacı sadece o noktaya ulaşmaktır. Wittgenstein’a göre felsefi sorunların çoğu, dilin yanlış kullanımı nedeniyle ortaya çıkar ve bu sorunlar, dilin doğru bir şekilde kullanılmasıyla aşılabileceği için felsefenin sonunda felsefeyle ilgili olmayan bir şey haline gelir. Bu nedenle Wittgenstein’ın merdiven metaforu felsefede sürekli bir gelişmeyi ve ilerlemeyi vurgularken, aynı zamanda felsefenin sonunda kendi kendini aşan bir disiplin olması gerektiğini ifade eder. Wittgenstein’ın felsefi düşüncesi, dilin doğru ve yanlış kullanımının analizine dayalıdır ve bu analiz felsefi sorunları ortadan kaldırmak için kullanılır.

Wittgenstein’ın merdiven metaforunun felsefe ve edebiyat bağlamında ne tür bir temel üzerine yükseldiğini farklı örnekler üzerinden değerlendiren Marjorie Perloff, her şeyin bir “dil olgusu” ile biçimlendiğinin altını çizer. Bu noktada bütün malzemesi dil olan edebiyat, Wittgenstein’ın da ifade ettiği gibi günün arzularını takip eder. Herkes ve her şey için sıradan bir malzeme gibi görünebilecek dil, böylelikle hayati bir değer taşır. Böylelikle dil, edebiyat ve felsefeyi belirli noktalarda iç içe geçiren Perloff, Wittgenstein’ın iki önemli eserini merkezine alır: Tractatus ve Felsefi Soruşturmalar. Söz konusu bu iki metni bir edebiyat eseri, bir noktada daha da ileri giderek birer avangard şiir örneği olarak değerlendirme girişiminde bulunan yazar, Wittgenstein’a dair yeni bir perspektif geliştirmenin yolunu tutar.

Ludwig Wittgenstein

Wittgenstein felsefesinin iki önemli metni üzerinden hareket eden Perloff, öncelikle Tractacus’un nasıl gün yüzüne çıktığı üzerinde durur. Bu bölümde mantığın Wittgenstein metinlerinde/şiirinde kendisine nasıl bir karşılık bulduğunu inceleyen Perloff, avangard şiirin mantıkla olan ilişkisine dair birçok yansımaya bu metinde rastlandığını belirtir. Mantık çoğu zaman bir bütün içerisinde anlamlıdır, ancak belirli bir alanda, özellikle de şiir gibi anlamın oldukça küçük parçalara/cümlelere/dizelere ayrıldığı bir metinde kendisine farklı bir alan açar. Mantık ve mantıksızlık sıklıkla iç içe geçer. Perloff bu durumun aynı zamanda avangard şiirin bir özelliği olduğunu ifade ederken Tractacus’un bu açıdan iyi bir örnek olarak değerlendirilebileceğini belirtir. Böylelikle avangard şiirle Wittgenstein metinleri arasındaki ilk bağıntı geliştirilmiş olur.

Felsefi Soruşturmalar, “önemsizliğin özeti” olarak ön plana çıkar. Önemsizlik, neyin önemli neyin önemsiz olduğu, felsefi soruşturmalar bağlamında ne denli önemli olursa olsun, gündelik hayatta kendisine başka türden anlamlar geliştirir. Kişi için önemli olan toplum için önemsiz olabilir veyahut tam tersi. Burada önemi ve önemsizliği niteleyen/sınıflandıran kişinin bizatihi kendisidir. Dolayısıyla kişinin yaklaşımına göre tüm değerler farklı bir perspektifle değerlendirilebilir. Perloff, Felsefi Soruşturmalar’ın bu yönüyle kendisinin dikkatini çektiğini belirtirken avangard şiirin de önem meselesiyle yakından ilgilendiğini ifade eder. Avangard şiir bütünüyle önemsizlik ve önemli olanın reddi üzerine kuruludur. Her şey öznenin algısına göre ve neyi ön plana çıkarmak istediğine göre biçimlenir. Böylelikle şiir kendi önemini kendisini geliştirme yolunu tutar. Perloff’un bu metni bir “şiir”, Wittgenstein’ı bir “şair” olarak değerlendirmesine yol açan temel mesele de budur.

Marjorie Perloff için Wittgenstein metinlerini şiire yakınlaştıran daha birçok unsur ve mesele söz konusudur. Dilin kırılması, metinler üzerinden inşa edilen yeni anlamlar, önemsizliğin önemi, sınırların ihlal edilebilirliği, özneyle nesne arasındaki ilişkinin her şeyi kendisine göre biçimlendirişi bu şiir ve yaklaşımın merkezinde yatan diğer başlıklar arasında değerlendirilebilir. Nihayetinde her şey bir deneme girişiminden ibarettir ve özellikle avangard şiir gibi farklı bir alanı/sahayı anlamak/tanımlamak için bu tür girişimler yazara/araştırmacıya geniş bir alan açabilir. Perloff’un Wittgenstein’ın Merdiveni üzerinden ortaya koyduğu temel yaklaşım da budur.