Vicdan zor, güzellik kaygan…

Vicdan ve Güzellik

ERCAN BAŞER

İthaki Yayınları
Nisan 2023
352 sayfa

23 Mayıs 2024

TARHAN GÜRHAN

Ne bir göz görmüştür güneşi

güneş gibi olmadıkça,

ne de güzeli görebilir ruh

güzel olmadıkça.

Önce tümüyle Tanrı gibi olmalısın

ve tümüyle güzel,

görmek istiyorsan şayet

Tanrı’yı ve güzeli.”

— Plotinos

 

I- Ölüm… Roman… Kutsal ikili…

Her ölümün bir bahanesi var. Her yaşamın da olmalı. Her romanın da… Gerçeğin ayarlarıyla oynandı. Dolayısıyla “kurmaca” “gerçek”ten daha gerçek bir hal aldı bugün.

Her cümlenin bir ömrü vardır, ama kısa ama uzun. Her romanın da, her cinayetin de… “Bu hayatı yaşadım” diyenler, genellikle toplamda acayip zarardadırlar. Son tahlil ölümdür, ancak o zaman kapanır hesap. Hatta bazen o zaman bile kapanmaz.

II- Albeni… Gülbeni… Sevbeni…

Her türlü güzelin, güzelliğin öldürmekle ödüllendirildiği bu dünyada, güzel kadınları öldüren bir katili merak ediyor yazar Ercan Başer. 1972 Isparta doğumlu. Lisans öğrenimini ODTÜ Makine Mühendisliği Bölümü’nde tamamlamış. İyi Bir Hikâye romanıyla Ahmet Hamdi Tanpınar 2015 Roman Yarışması’nda birincilik ödülü almış. Hayat Gibi adlı öykü kitabı 2019 yılında İthaki Yayınları’nca yayımlanmış. Ankara’da yaşıyor ve makine mühendisi olarak çalışmaya devam ediyor. Vicdan ve Güzellik ikinci romanı.

Çok duru bir isim, yunmuş yıkanmış. Çok güzel de bir kapağı var, Mehmet Bayraktar çizmiş. Bir kitabın tabelası kapağıdır, penceresidir aynı zamanda. Güzel bir pencerenin okuru etkilediğini biliyorum, çevremden ve anketlerden.

“Albeni… Gülbeni… Sevbeni…” kelimeleri bir motto gibi dolanıyor kitabın içerisinde. “Sevbenisi, tutbenisi, unutmabenisi, kurtarbenisi” diyor İlyas. (s. 179) Sevgi açlığımıza bir açık gönderme.

Bu yazıda romanı anlatmayacağım. Olay örgüsünü, kişileri, genel hikâyeyi yazmayacağım. Daha çok dil, karakterlerin işlenişi ve kurgu üzerinde duracağım. Okubeni…

Vicdan ve güzelliğin değişen anlamları tam ortasına gömülmüş romanın. Vicdan hayatın göbeğinde var olur, fildişi kulelerinde yaşayanların vicdanı yoktur. Çünkü onların vicdanını rahatsız edecek bir şey geçmez hayatlarında. Güzellik de böyledir, kapatırsan anlamını yitirir, öldürürsen de… Beşikten mezara kadar vicdan ve güzellik peşindeyiz. İkisi de az bulunuyor. Ender şeyler kıymetli olurdu eskiden. Bugün o da kıymetli değil. Vicdan artık bir hayalet kavram gibi dolanıyor aramızda. Varla yok arasında gidip geliyor.

Yazar romanında verdiği veya vermediği cevaplarla aslında kendini açık ediyor. İlyas geçmişin tozuyla bu günkü yüzünü yıkıyor yeniden yeniden. Kendine has bir üslubu var Başer’in. Okurun sezebileceği, “birazdan neler olacak merakı” kitabın sonuna kadar diri tutulmuş. Bunu başarmak zordur. Geçmişine, özellikle babasına takık bir başkarakter İlyas. Sakin, dingin bir anlatımı var Başer’in. Karakterlerini yargılamıyor, gösteriyor sadece. Babasına küskünlüğü İlyas’ı belirliyor.

III- Vicdanın rengi, güzelliğin hayranı

Bütün her şeyin aralarında kurduğumuz, kurabildiğimiz ilişkilerin tümünün adı dildir. Dil yoksa hiçbir şey yok demektir. Vicdan ve güzellik dilin en önemli muhafızlarıdır. Vicdan bir mecburiyet olarak durur insanoğlunun önünde. İnsan vicdansızsa geçmiş olsun. Güzellik daha görece. İnsana göre değişir. Kitabı okurken anlık sessizlikler yaşadığım çok oldu. Hem “sürükleyici” hem “durdurucu” bir roman. Vicdanla güzelliğin birleşimi bana yeni kapılar açtı. Son zamanlarda romanlar “güzel söz söyleme sanatı” gibi oldu. Kim daha güzel söyleyecek? Bu roman söylemiyor, anlatıyor, gösteriyor. Anlatıcı bir roman ve anlatım gücü yüksek. Maskeli karakterler yok kitapta. Herkes olduğu gibi. Bu da inandırıcılık katıyor.

Bir romanla baş başa kalmak kadar zevkli çok az şey vardır. Zamanın içinden geçerken onu durdurup bir roman okumak, bir kurmaca akış içinde olmak iyi gelir insana. Eğer okuduğunuz sofistike bir eserse. İnsanın hallerini kavramaya çalışmak için epey ipucu var kitapta. İnsanoğlunun vicdanına bakma ve onu temizleme vakti çoktan geldi. Vicdan üzerine kalem oynatmak cesur yazarların işi. Çünkü cesaret aynı zamanda vicdanın muhafızıdır. Güzelliği muhafaza etmekse her babayiğidin harcı değil. Bu konuda incelikli gözlemler çok iyi serpiştirilmiş. Vicdanın renginin siyah olduğuna karar veriyor yazar. “Çünkü siyahın kendinden başka hiçbir renge ihtiyacı yoktur.”

Vicdan kendi içinde bir yerdedir. Görünmesi için vicdani bir durum meydana gelmelidir. Güzellik için de benzeri bir durum söz konusudur. Güzellik biraz da aylaklık ister. Düzenli mesailerden güzellik çıkmaz. Vicdansa temizlik ve adalet duygusu ister. Bir vicdanın önünde eğilmekle bir güzelliğin önünde eğilmek birbirine benzerdir. İkisinin de hakkını vermek gerek. Elimizdeki bir polisiye roman değil ama cinayetlerin yarattığı merak duygusu iyi gizlenmiş ve iyi işlenmiş. Polislerin cinayeti çözme ritmiyle okuma hızımız aynı.

IV- Vicdandan sonra, yalnızlıktan önce

Kısa, kesik cümlelerle bir üslup oluşturmuş Başer. Kendini rahat okutturan bir metin çıkmış ortaya. Estetik bir kaygı olarak güzelliğin de detaylı bir işlenişi var. Yer yer geri dönüşlere rağmen olaylar ardışık bir halde gelişiyor. Diyalogların teatral olmaması samimiyet duygusunu pekiştiriyor. Anlatım gücü buradan geliyor. Başer bir “olanak” bulmuş ve oradan girerek oluşturmuş metnini. Olanaksızlık bu romanı tamamlattıramazdı. Karakterlerin asıllarıyla karşı karşıyayız, kopyalarıyla değil.

Romandaki olay örgüsü taşıyıcı bir kurguya yardımcı oluyor. Karakterler öykünün içinde kaybolup gitmiyor, olay akışı içerisinde anlatılmış, tanımlanmış. Dolayısıyla daha canlılar. Bazı edebi eserlerde karakteri uzun uzun betimleyip anlatıyorlar ama o karakterler bir olay ya da olay dizisi içinde olmadıkları için yaşamıyorlar.

Cümleler romanın genelini boğmuyor. Gösterişsiz, süssüz, yalın bir anlatı eşlik ediyor bütün bunlara. Hepsi romanı dönüp dolaşan, var eden unsurlar olarak çıkıyor karşımıza. Daha ne olsun, al sana vicdan, ver bana bir güzellik. Romanı “sıkı”laştıran öğeler bunlar. Hiçbiri diğerinin üstüne çıkıp ezmiyor ötekini. Çoksesli müzik gibi yayılıyor gözlerimizden aklımızın içine.

Trafik işaretleri, tabelaları olmadan körlemesine girip okuyunuz. Tıpkı yazarın istediği gibi. Ufak tefek yol kazalarına aldırmadan. Zamanla bir pusula gibi hep kuzeyi, hep doğruyu göstermek zorunda kalmadan. Yitip giden iki kavram samimi bir şekilde bize yol açıyor roman boyunca. Belki de yazar karakterlerine aynı mesafede durmayı becerdiği içindir. Niçin vicdan ve güzellik? Bir romanı roman yapan nedir? Vicdan olmadan güzelliği de tam olarak tartamazsın. Güzel kadınları öldüren katil de vicdanlı mıydı? Güzelliğin göreceliğine rağmen. Öldürmek için ortalamanın kat kat üstündeki güzellikte kadınları seçiyordu hep. Neden?.. Neden?..

Vicdan ve Hoşgörü Pelerini, Anna Chromý, Salzburg Katedrali, Avusturya.

Romanın taşıdığı duygular bir süre sonra okurun taşıdığı duygulara dönüşüyor. Böylece hep ve sürekli yeniden başlıyor gibi. Bu his çok etkiledi beni. Tam böyle olmasa bile bana böyle gelmesi hoşuma gitti. Mesela “Kötülük elini çabuk tutar, vicdansa bir kaplumbağa gibi yavaştır” dermiş İlyas’ın annesi ve eklermiş, “Babanın vicdanı hiçbir zaman tavşanı yakalayamadı.” (s. 140) Bu roman gerekliydi, gerektiği gibi de yazılmış. Çünkü vicdana da, güzelliğe de hiç olmadığımız kadar muhtacız. Denklemler çözülmek içindir, sadece sorulmak için olanlar bizi aşar.

Karakterler çok canlı resmedilmiş ama atmosfer biraz cılız kalmış. Evler, işyerleri, sosisçi daha çok anlatılmaya ihtiyaç duyuyor. Roman Ankara’da geçiyor ama mekânlar çok tanımlı değil. Yazar “Ankaracı” değil. Roman alelade bir roman gibi başlıyor ama kısa bir süre içinde polisiyeye dönüşüyor. Ancak polisiye atmosferi de cılız. Mesela komiserleri emniyette hiç görmüyoruz. Güzelliği katleden bir katil var elimizde. Zor bir vakayla uğraşıyorlar ama hiç zorlanıyor gibi değiller.

Pek fazla polisiye klişesi yok denebilir. Bu yüzden bir türlü kitabın türüne karar veremedim. “Polisiye soslu” deyince insanlar bunu “aşağılama” olarak görüyor. Oysa birçok yemeği sos yedirir. Karmaşık bir polisiyesi yok. Dört farklı meçhul cinayet… Hiç iz bırakmayan bir katil… İki usta polis… İkişer sosisli yerlerken bile durumlarından, yüzlerinden çaresizlik akıyor, okunuyor. Hemen bütün büyük romanlardaki bazı karakterlerin beyhudeliği bu romanda da var.

V- Yeni geçmiş

Güzelliği taşımak zor, kefareti de ağır. Hepimizin vicdanına sorular var bu kitapta. Bu sorular aperatif. Vicdan nerede bulunur? Vicdanın terazisi güzelliği tartar mı? Tartabilir mi? Güzellik kaç ayar? Elinizi sabunla yıkıyorsunuz, vicdanınızı neyle temizleyeceksiniz? Çok güzel kadınları öldürüp gövdelerine şekiller veren bir seri katilin vicdanında ne yatar? Güzellik sevdalısı, hatta obsesyonu olan katiller mi yaşıyor aramızda? Ürpertici bir soru. Güzellik neredeyse katil de orada. İlla cinayet işlemesi gerekmez insanın, güzellikleri göremedikleri için ölüp gidenler var. Neredeyse hepimiz birer güzel katili değil miyiz? “Geç gelen adalet adalet değildir” derler. Geç gelen vicdan olur mu? Vicdan yarım kalır mı? Kitabı okurken sık sık aklıma gelen sorular bunlar. Vicdansız diye suçladığımız insanlar, eğer vicdansızlarsa bizim sözlerimizin de bir değeri, hükmü yoktur, işlemez.

Hesaplaşma, arayış, çelişki, eleştiri, sorgulama, başkaldırı romanın kadim dertleridir. Sanat yitirdiklerimizden de doğar; hatta en çok bu yitimlerden doğar. Hayat satranç gibi değildir, sanat da… Sanatın kurallarını her sanatçı kendine göre koyar, kuralsızlık da sanata dahildir. Satrancın kuralları vardır ve evrenseldir, değişmez, değişemez. Ancak polisiye satranç kurallarını çok iyi kullanır. Yazarın okuyucuyu hem ortak etmesi hem de uzak tutması bundan.

Güzel bir Türkçeyle anlatıyor derdini yazar. Dil bütünlüğü gözetilmiş özenle. Kitap bütünlüğü de çok iyi korunmuş. Kolaj değil yani. Yaralı karakterler tedavilerini “iyi olmak”ta arıyor. Kaplıca gibi bu roman, şifalı gibi sanki. Hepimizden parçalar taşıyan karakterler bize yakın oldukları için daha samimi geliyorlar. Roman karakterler, öyküler, durumlar üzerinden ağır ağır açıyor, ele veriyor kendisini. Acelesi olmayan yazarları seviyorum. Post-modern bir roman olmayışı da ayrıca hoşuma gitti. Minimal anlatım tarzı bizi ana hikâyeden hiç uzaklaştırmıyor. Güçlü bir roman. Çok iyi durumlar yaratmış. Etkileyici. Dilindeki sadelik kurguya da yansımış. Merak duygusunun saklısında ilerliyor. Güzel olan bu. Yazar taraf tutmuyor, vicdan da bu. Vicdan ve güzelliği hatırlamak da bize düşüyor. Çünkü vicdan keskin, güzellik göreceli. Bir de, “Sendeki güzellik beş’par etmez, şu bendeki aşk olmasa” meselesi var, ama o ayrı.

Roman ilerledikçe kendine kök salıyor. Okuru roman boyunca bir atmosferin içinde tutabilmek zordur. Başer bunu beceriyor. Anlatıcı atak bir şekilde anlatıyor. Akıcı bir dil kullanıyor. Kitabın dinamizmi oradan geliyor. Anlatı evreni geniş, anlatım dili buna uygun. Tanımlamalar, benzetmeler çok iyi. Alttan alta hüzünlü bir müziği var romanın. Okumayı kestiğinizde kulaklarınızda devam ediyor. Bunu kanıtlayamam ama okura ayrıcalıklı olduğu hissi veriyor. Ve finalde roman estetik bir şekilde kendine kavuşuyor. Finali getirip öyle bir yere bağlamış ki, anlatamam “Ey okur!”, sana yazık olur. Oku, senin de finalin olur.

Bu roman bana hem çok “yakın” hem de “uzak” geldi. Tartıştığı kavramların artık hayatımızda belirgin bir yeri olmayışı beni uzak kıldı. Aynı zamanda bu iki kavrama olan ihtiyacımızı hatırlatması da yakın geldi. Vicdan da, güzellik de kaybolduğunda yerine başka şeyler konabilecek gibi değildir. Vicdan yoksa insaniyet yoktur, güzellik yoksa çirkinlik vardır.

“Yeryüzünde bir tane kusursuz cinayet var, o da insanın kendi hayatını mahvetmesi” diyor gazeteci Pınar. (s. 280) Hayatın olağan akışını kırabilecek cinayetler yaşanıyor. Sanki “seri katilsiz” bir toplumda daha çok etki uyandırsaydı iyi olurdu. “Bizim memleketten seri katil çıkmıyor abi!” diyenlere şaşkınlıkla bakıyorum. Bu da linç kültürüne girer mi? Çıksın istiyorlar. Bu neyin hezeyanı? Hem de okumuş yazmış tayfasından duyuyorum bu cümleyi en çok. Sanki bir eksiklikmiş gibi söylüyorlar. Bir eziklikmiş gibi. Yani seri katil olacak kadar zeki değil bizim katillerimiz, öyle mi? Özellikle ABD ve Kuzey Avrupa ile kıyaslıyorlar memleketi. Her şeyin kusursuzunun peşinde olanlarla, cinayetin kusursuzunu arzuluyorlar. Yok işte, çıkmıyor! Cinayet de bir fetiş sanki, bir film sanki onlar için. Belki de içlerinde derinlerde kalmış bir öldürme güdüsünün dile gelmiş hali olabilir. O kadar çok şeyimiz yok ki, seri katilimiz de olmayıversin arkadaş. Ölüm seyirlik bir oyun değil. Başka şeylerle eğlenin!

Vicdan da, güzellik de içimize gömük. Vicdanlarımız bıkkın, usanmış artık adaletin hep yanlış terazide tartılmasından. İnanmıyoruz vicdanın temiz kalacağına. Çünkü vicdanı masallarla avutamazsın. Ya vicdanlısındır ya vicdansız; az vicdanlı olunamaz, doğasına aykırı. Vicdanın sınanması için sürekli bir şeyler var hayatın içinde. Yani vicdan geçmişten gelmez, hep şimdidedir. “Büyük insanlık”ın ortak vicdanı hepimize eşit pay edilmemiştir. Sık sık sızlaması bundandır.

Bir romanın ardından konuşmak, fikir üretmek kolay iş değildir. Yazarının yıllarını verdiği bir kitabı hakkını vererek okumak ve yine hakkını teslim ederek yazmak gerekir. Hak, adalet, vicdan hemen nasıl da bir araya geliveriyor. Yazarlık sanıldığının aksine hiç rahat bir koltuk değildir. İğneli fıçıdır. Bu acımasız yayın dünyasında, sektörün bütün açmazları arasında pek de hak ettiği ilgiyi görmedi tabii bu kitap. Yine de geçen senenin kitapları arasında kendi gücünü sonuna kadar sürdürecek bence. 2023’ün iyi romanlarından. Bazı romanlar vardır, ömür boyunca okumak istersin, kitaplığından sana bakar, bir türlü okuyamazsın. Bu onlardan olmasın. Başer’e Vicdan ve Güzellik’i yazdıran nedenleri bulmak da okura kalıyor.

Bu dünya böyle geldi, böyle gidecek gibi görünüyor. Yine de vicdan ve güzelliğin hâlâ aramızda bir yerlerde yaşıyor olması ne güzel, değil mi? Bir nebze vicdan, bir tutam güzellik diliyorum hepinize. Drajelendirilse ve eczanelerde satılsa ne şahane olurdu! İç sesine “filozof” diyordu İlyas. İlyas’ın kafasında konuşan filozoftan aslında hepimize lazım. “Dünyayı güzellik kurtaracak” diyor Dostoyevski, Budala’da. Umut güzel şey vesselam.

Hamiş: 1) İlyas’ın romanı bu. Onun dışındaki karakterler, mesela Asuman ve Uğur olmasaydı ne değişirdi diye sordum kendime. Pek bir şey değişmezdi. Asuman’ın eşi Uğur biraz havada kalıyor. Daha detaylı işlenebilir ya da çıkarılabilirdi.

2) Daha karanlık bir polisiye atmosferi olmasını isterdim kendi adıma.

3) Keşke katilin psikolojisi daha derin anlatılsaydı.

4) Yarım bırakılmış, kısa, eksik cümlelerin sonunda üç nokta olsa…