Son zamanlarda sık sık başıma geliyor. Aklımı neye taksam birdenbire onunla ilgili bir kitap önüme düşüyor. Geçtiğimiz yıl, yakın olduğumuzu düşündüğüm birkaç arkadaşımla artık görüşmemeye karar verdim. Onlar da görüşmek için ısrar etmediler ya da nedenleri pek sorgulamadılar. Eskiden de böyle durumlar içinde kaldığım olmuştu. Hatta hakkımda “Adalet bu, önce girer ve her an orada olur, sıkılınca birden ortadan kaybolur” diye söylenti bile çıktı. Evet, eğer birini çok seviyorsam ve bir şekilde onun arkadaşlığına kıymet veriyorsam onun hayatının her ânına dahil olmayı ve aramıza sınırlar koymamayı seviyorum, ta ki kıymetimin ve çabamın tek taraflı olduğunu görene kadar. Onu gördüğüm anda da oradan hızla uzaklaşıyorum. 2018 yılından beri araştırma asistanlığı, yaratıcı editörlük dışında yaptığım bir iş daha var; kişisel asistanlık. Bu demek oluyor ki, o telefon çaldığında açılacak, konu her ne ise dinlenecek ve çözüm üretilecek. Yani Adalet halledecek. Son on gündür neredeyse yataktan çıkmaya mecalim yok; neden mi, her şeyi tek başıma halletmekten yoruldum.
Ve bir sabah Timaş Yayınları’ndan Mehmet Bey, “Adalet Hanım, ilginizi çekebilir” diyerek bir kitap gönderdi. Kitabın adını görünce kahkahayı patlattım, Süper Yardımcı Sendromu, Şefkatli İnsanlar İçin Hayatta Kalma Rehberi. Tesadüfün de böylesi. British Psychological Society üyesi, iş psikolojisi alanında uzmanlaşmış psikolog ve kadın hakları aktivisti Jess Baker ve yine British Psychological Society üyesi, iş psikoloğu olarak 41 ülkede liderlik programları geliştiren Rod Vincent kitabın yazarları. Kitabın çevirmeni ise E. Gülsen Yüksel.
Kitap öncelikle yazarların bu kitabı yazmaya nasıl karar verdiklerine, çalışma kaynaklarına ve bu konuda yapılan çeşitli araştırmalara yer veriyor. Jess Baker, “İnsanların kendi refahlarına zarar verme pahasına kendilerini çevrelerindekilere yardım etmeye mecbur hissettikleri ruh halini Süper Yardımcı Sendromu olarak” tanımlıyor. Bu tanımın herhangi bir sendrom ya da hastalık tanımı olmadığını, bir durumun tanımı olduğunu da belirtiyor.
“Tükenmenin sıkça görülen bir biçimi de ‘şefkat yorgunluğu’dur. Travmatolojinin önde gelen isimlerinden Charles Figler bu durumu ‘bir başkasının travmasından duygusal olarak etkilenmek’ diye tanımlıyor. Şefkat yorgunluğu insanları iki farklı yolla etkili bakım vermekten uzaklaştırır. Bazı insanlar katılaşır, tanık oldukları acıyla aralarına mesafe koyar ve hissizleşirler. Empati duygularını kaybederler. Diğer grupsa tam ters yönde gelişim gösterir ve acının yükünü omuzlamayı seçer. Kendi acılarını dahi danışanlarının veya hastalarının acılarından ayırt edemez hale gelir ve kendilerini kaybederler.” (s. 84-85)
İki doktor konuyu en temel noktadan ele alarak anlatmaya başlıyorlar; yardım nedir diye soruyor, temel sözlük anlamından günümüzde geldiği noktaya bakıyor ve yardım etme biçimlerinden bahsediyorlar. Sonrasında bu yardım biçimlerini örneklerle detaylandırıyorlar ve okura sordukları sorularla okumayı yönlendiriyorlar. Yardım eden ve yardım alan kişilerin statülerini de ele alıyorlar. İlk bölümün sonunda ise insanın kendine de en az diğerlerine olduğu kadar yardım etmesi gerektiğini vurguluyorlar.
Sonrasında bu yardım meselesini gitgide derinleştiriyorlar; emin olun ki sordukları sorulardan kitabı okurken bile kaçtım. Yardım ettiğim için para almak benim için ne ifade ediyor; yardımı bir iş nedeniyle yaptığım için gerçekten bir iyilik mi yapıyorum yoksa para aldığım için mi yapıyorum? Öncelikle işimin sınırları olan bir tanımı olmadığını kabul etmem gerekiyor. Sonra da lakabımın en yakın arkadaşım tarafından Yetiş Ado olarak konduğunu. Dürüst olmak gerekirse, içinde bulunduğum ruh halinden dolayı kitabı okurken kendimle cebelleşip durdum ki, bunun için doğru zaman mı, emin değilim.
“Sevgi biri için bir işi kolaylaştırmaktır. Sevgi, yardımın özünde saklıdır. Fakat yardım etmek kompulsif bir davranışa dönüştüğünde, Tillich’in değindiği acı, yardım edenin acısı da olabilir.”
Kitabın sıralamasıyla kendime sorular sormaya devam ediyorum; konu empati. Doktorlarımız empati üzerine yazılmış geniş literatüre yer veriyorlar. Kimlere karşı neden empati duyarız ve bu duyduğumuz empatinin bizdeki kaynağı nedir? Empatinin ardından şefkat kavramı çıkıyor karşımıza. Empati ve şefkatin yardım etme güdümüze etkilerinden bahsediyorlar. Okura sordukları sorularla okurken kendimi imha etme arzusu duymamı da sağlıyorlar.
Ve geldik ana konuya. Süper Yardımcı Sendromu’nun iki ana bileşeni varmış: Birincisi yardım etmeye duyulan dayanılmaz istek ve kendi ihtiyaçlarını görmezden gelmek. Bu iki bölümde karşınıza çeşitli vaka örnekleri ve yine sorular çıkıyor. Ve eğer mütemadiyen birilerine yardım etme yükünü üzerinizde taşıyorsanız, okurken gitgide yüzleştiğiniz kendinizden rahatsız olmaya devam ediyorsunuz. “Çalışmalar, mutlak verici bireylerin anksiyete ve depresyon da dahil olmak üzere birçok sıkıntılı duruma daha yatkın olduklarını ortaya koyuyor. Ayrıca bu kişilerin diyet, sigara, egzersiz ve rahatlama çalışmaları gibi sağlık temelli çeşitli davranışlar söz konusu olduğunda ihtiyaçlarını görmezden gelme ihtimalleri daha yüksek oluyor.” (s. 77-78)
Süper Yardımcı Sendromu yaşayan insanların hem istismar edildiklerini düşündüklerini hem de istismara çok açık olduklarını dile getiriyor doktorlarımız. Bir diğer mesele ise bu insanlara ne kadar çok yardım ettiği konusunda yakınlarından şikâyet duyduklarında nasıl gücendiklerini anlatıyorlar. Kimi insanların yardım etme konusunda sınır koyamadıklarından ve elinden gelen bir şeyi yapmamanın ona yardım etmekten daha fazla acı verdiğinden bahsediyorlar.
Bu kitabı okumam neredeyse 10 günümü aldı. İçinde bulunduğum mevcut iç sıkıntıma daha da sıkıntı kattı. Çünkü bir ayna görevi gördü. Bir şey sizi aynaladığında aniden değişebilenlerdenseniz ne mutlu size; ben önce aynayı paramparça edenlerdenim. Kitabın sonunda hap halinde verilen deneyim aktarımları ve aynı zamanda soru cevaplarla katettiğiniz yolda neler yapabileceğinize dair spotlar sunuyor. Eğer bir oyuna çevirebilirseniz eğlenceli bir hale gelebilir.
Bu kitabı anlatırken “Ay kendisi de ne kadar çok yardım ediyormuş, ondan rahatsızmış” diyerek sızlanarak okuyacak insanlar olduğunun farkındayım. Açıkçası pek umurumda değil. Bir şekilde hizmet sektöründe çalışan her insan gibi ben de insanların arayıp çözmemi gereken şeyler olduğundan bahsetmelerinden bıktım. Arkadaşlarımın kötü zamanlarında çare üreteni, işler yolundayken aranmayanı olmaktan da. Oh, ne de güzel içimi döktüm! Teşekkürler Mehmet Bey, yine içimi aydınlattınız demeyi çok isterdim ki, anlayacağınız üzere pek öyle olmadı.