Prekarya kozmosunun rüzgâr gibi bir dille yazılmış romanı

Şu Anda Burada mıyız?

PINAR ÖĞÜNÇ

Kolektif Kitap
Aralık 2023
160 sayfa

28 Aralık 2023

NUR ÖZTÜRK

Pınar Öğünç daha önce yayınlanmış öykü kitapları, gazeteduvar.com’da iş hayatı, çalışma koşulları, kitlesel işsizlik, kriz ve güncel konular hakkında yazdıklarıyla biliniyor. Orhan Koçak’ın Romanın Kaygısı kitabını okurken Pınar Öğünç’ü keşfetme sürecim başladı. Koçak’ın Beterotu adlı öykü kitabından alıntılar yaptığı kapsamlı bir yazısı kitabı merak ettirip edinmemi sağladı. “Plazada Huzur” adlı öyküsünü çok çarpıcı buldum. Sonunda bir yazar fakir olmadıkları, fakir görünmedikleri için edebiyatımızda işçi kesim kadar da çok umursamayan, oysa farklı yöntemlerle ezilen ‘tuzu kuru’ beyaz yakalı kesimin yaşamına bu kadar yaklaşarak onlar hakkında yazmaya tenezzül etmiş diye düşündüğümü hatırlıyorum.

Bazen sekiz kişiydiler ama hiç saymadılar.” (s. 7)

Keskin bir belirsizlikle başa çıkabilmenin tek yolu, belki de belirsizliğin karşısına tahminleri yerleştirmektir. Romanda sekiz kişinin, içlerinden birinin ölmüş dedesine ait evde komşu duvardan akan suyu nöbetleşe olarak temizlerken akıllarından geçenler ve yaptıkları, birlikte geçirdikleri zaman konu edilmiş. Yazarın ilk romanı ve bir günlük bir zaman dilimini aktaran bir anlatı. Metin sık sık Suzan karakterinin N. adlı birine yazdığı mektuplarla bölünüyor. Hacim olarak kitabın bölündüğünü düşünürsek, ikinci yarısında karakterler hakkında özel bilgilerin verildiği kısımlar bulunuyor.

Yumuşak ve sert, eski ve yeni, belirli ve belirsiz, zıtlarda gezinen duyguları zariflikle metinlerinde ön plana çıkarmayı başarıyor yazar. Dili fazlalıklardan neredeyse tamamen arınmış. Hayatın çaresizlik anlarına, mekâna, karakterlerin o an bulundukları ruh haline okuyucuyu adeta çiviliyor Öğünç. Özellikle mekânı, okuyucunun karakterlerin ruh halini okumada kullanması açısından araçsallaştırması çok etkileyici.

Evde kalsam bahaneler yaratıp annem odama giriyor gün içinde, ansızın, teftişe gelmiş gibi, suçüstü yapmak ister gibi, beni bilgisayar başında her gördüğünde yüzü değişiyor, seziyorum… Arkamdaki elbise dolabını açıp içinden bir çekmece çekiyor, eve taşındıktan sonra çekmecelerin sadece birini boşalttı benim için, sığamıyorum. Hiç de şart olmayan bir havlu ya da bir örtü arıyor dakikalarca, dünyada her şeyin üzerini örtebilecek türlü türlü boyda örtüleri var.” (s. 48)

Akıp giden, geçen bir şey olarak zamana tutunmak mümkün olmadığından, anılar, hatırlama eylemi daha çok olaylar ve mekanla ilintili tutulabilir. Ağaç altında oturulan ve kitap okunan anlar, mutfak masasında yapılan tartışma, herkesin eğlendiği arkadaş buluşmaları kaç yaşında yaşandığını, mevsimlerden hangisi, saatin kaç olduğunu tam bilemeden ama hangi mekânda olduğunu anımsayarak anıların hatırlanmasına neden olur. Kitabın adı olan Şu Anda Burada mıyız? sorusu insanların soyut bir kavram olan zamanla ilişkisinin, somut olan mekânla ilişkisine göre daha zayıf kaldığının da bir ispatı olarak düşünebileceği gibi olasılıklar, seçenekler arasında kaybolan insanın ruhsal olarak değil, fiziksel olarak nerede olduğunu bilmediğinde hissettiği garip duygunun ifadesi olarak da değerlendirilebilir. Kaybolma olasılığımız gelişmiş navigasyon sistemleriyle elimizden alındığı gibi tam olarak nerede olduğunu bilmeden bir yere gitmemiz de artık mümkün. Bu geniş olasılık skalası insanın hayatının her ânına serpiştirilmiş durumda. Sürekli baş edilmesi gereken tuhaflıkların normalleştiği için gözümüzden kaçmasının yarattığı duygunun metnin merkezinde olan duygu olduğunu düşünüyorum. Garipsememiz gereken dünyayı benimsemeye çalışıyor ve zorunda bırakılıyoruz.

Roman karakterleri: ‘Şehrin Kiralık Köleleri’

Şehrin ışıkları, hareketliliği, AVM’ler, türlü eğlence merkezleri bunalımlardan çıkartmaya yeterli olmayacaktır insanları. Her ay kiralarını ödeyebilmek için çalışan, şehirlerde hayatta kalmak için uğraşan yarı veya tam zamanlı köleler prekarya kozmosunu oluştururlar. Öğünç’ün Beterotu adlı öykü kitabında beyaz yakalı olarak adlandırılan sınıfın sıkışmışlığına, gündelik yaşamda ruhsal çaresizliğine oldukça dokunaklı ve içerden bir biçimde değindiği “Plazada Huzur” öyküsünden sonra, Şu Anda Burada mıyız? romanı da bir kez daha farklı sosyal sınıfların gündelik ve iş yaşamlarına dair ayrıntıları çok iyi gözlemlediğini gösterirken güncel sorunları konu edinmeyi seçmesi umut veriyor. Okur olarak ülkemizdeki beyaz yakalı çalışanların sayısının fazlalığını da göz önüne alarak, iş dünyasındaki mobbing’i, adaletsizliği, uzun çalışma saatlerini, şehir hayatının zorluklarını, küçük hesaplar yapıp birbirinin üzerinde basarak yükselmeye çalışan plaza insanlarını, yapay ve bol İngilizce kelime içeren konuşma dilini, uzayan verimsiz toplantıları düşününce, edebi olarak oldukça doyurucu malzeme barındıran bu hayatları yazanların sayısının az olması ilgimi çekiyor. Sol görüşlü yazarların işçi sınıfının yaşadığı hayatı, haksızlıkları, emek, adalet kavramlarını da merkeze alarak çok defa, özellikle de kurmaca türünde sıklıkla mavi yakalıların problemlerini ele aldığına şahit oluyoruz. Ağırlıklı olarak büyük şehirlerde yaşamaya çalışan beyaz yakalı sınıfının hikâyeleri edebiyatta neden daha sık ve farklı yönlerden ele alınarak aynı çeşitlilikle yer almıyor, bilemiyorum. Öğünç’ün metni bu açıdan da ayrı bir önem taşıyor.

Pınar Öğünç

Farklı karakterleri kurguya dahil etme konusunda önümüze güncel ve kaliteli bir eser sunan Öğünç’ün romanında yer alan karakterler: Kulaklığı çıkarmayan asosyal bir kadın, bilgisayarının başına işine dönmek zorunda kalan bir adam, torununun on beş yıl önce kullandığı, kullanmayı bıraktığı tabletinde tavla oynayan dede, ansiklopedilerin kullanıldığı yıllarda yaşamamış olan çocuk karakter Doruk. Önemli ve tanınmış insanların şu an hayatta olup olmadıklarını arama motoru üzerinden kontrol ediyor ve birinin hayatta olmadığını ansiklopedilerden öğrenemeyeceğini biliyor ve eskiden ansiklopedinin kullanım amacını anlayamıyor. Hepsi gerçek ve tanıdık:

Şohei İmamura, 1926’da Tokyo’da doğmuş, geç geç geç geç, ansiklopediye göre en son 1989’da bir ödül almış, yani yaşıyor. Bakıyoruz internetten, 2006’da ruhuna fatiha. Ölüleri bilmiyorsak burada yazan diğer şeylere nasıl güveneceğiz?” (s. 54)

Rüzgâr gibi bir dil

Dilin okuyucuyla metin arasında aşılmasının güç olduğu örnekler vardır, okuyucu olarak bazen denk geliriz. Bazen de öyle metinler olur ki, anlatılmak istenen duygu, olay, karakter her neyse kelimeler, cümleler aracılığıyla okuyucunun zihninde hemen oluşuverir. Dil metinle okuyucu arasından çekiliverir, erir. Duygu ve imgeler okuyucu zihninde tekrar oluşur. Öğünç’ün metinlerinde okuyucu için dil görünür veya hissedilir olmaktan, en önemlisi anlatmak istediklerini aktaran araç olmaktan çıkıyor, genişliyor, okur dokuzuncu bir kişi olarak roman karakterleriyle kollarını muşamba örtüye dayamış, mutfak masasında çok da iyi tanımadığı insanlarla otururken buluyor kendini, gerçeklik oluyor.

“Masanın duvara yaslı tarafında ahşap bir ekmek kutusu duruyordu. Bir sessizlik ânında, ne gereksiz bir şey bu, diye söylendi biri. Çok büyük bir kere, on ekmek sığar. Neredeyse öfkeyle, sürgülü kapaktaki işçiliğe yazık dedi diğeri.” (s. 9)

Önemli romanlar çoğunlukla sanıldığının aksine iyi kurgu, sürükleyici olay örgüsü, şaşırtıcı sonlardan çıkmıyor. İnsana ait olan, tanıdık, ancak hemen ifade edip tarifleyemediğimiz duygu ve durumların özgün bir biçimde ifade edilmesiyle ortaya çıkıyor. Büyülü gerçekçilik, fantastik kurgular, abartılı ve karmaşık olay örgülerinin arasında sadeliği, güçlü dili ve güncelliğiyle keşfedilmeyi bekleyen nitelikli bir metin olarak yerini alıyor Şu Anda Burada mıyız?

“Çay koydular, aynı yere dönmek isteyenlere konum attılar, atmadan emin olmak için mutfaktakilere ‘Şu anda burada mıyız?’ diye sordular.” (s. 58)