Sisler Dağıldığında

ortaya “dağılanlar”

Sisler Dağıldığında

GÜLHAN DAVARCI

Everest Yayınları
Haziran 2024
163 sayfa

15 Ağustos 2024

Gülhan Davarcı’nın, kendisine Everest İlk Roman Yarışması’nda birincilik getiren kitabı Sisler Dağıldığında, baba figürüne atfedilen mit, erk, “aile reisi” gibi tanımlarla yüzleştikten sonra artık kendi iç hesaplaşmalarıyla baş başa kalan genç bir kadının hezeyanlı dünyasından bir hikâye çıkarıyor.

BURAK SOYER

Bizim memlekette baba-kız ilişkisine nedense pek bir önem atfedilir. Babaların kızlarına, kızların babalarına, “kız babaları”na, pek düşkünüzdür. Babanın oğluyla “erkek erkeğe” yaptığı “ince işlerle” ilgili muhabbet aile içinde rağbet görmez de, baba-kız özel günlerde, kafaları estiğinde veya her neyse, iki tek atsa bayram ilan edilir. Atalardan yadigâr olsa gerek. Ne de olsa ataerkil bir geleneğe sahibiz. Binlerce yıldır böyle bir geleneğimiz var. Belki de her iki taraf, büyük büyük büyüklerinden gördüğü, artık adı konulmamış bir “norm” haline gelen bu durumu karşılıklı olarak yıkmak için baba-kız ilişkisi –çekirdek de olsa geniş de olsa– aile içinde “özel” kılınır. Aradaki görünmez sınır ortadan kalkar. Baba da kız da birbirlerine çok düşkün olurlar. 1984 yılında Kayseri’de doğan, “Çok Özel Dostlar Kulübü” adlı öykü kitabıyla tanıdığımız Gülhan Davarcı, kendisine Everest İlk Roman Yarışması’nda birincilik getiren kitabı Sisler Dağıldığında’da aşağı yukarı bu konuyu işliyor. Kitap, baba figürüne yöneltilen mit, erk, “aile reisi” gibi tanımlarla yüzleşip tüm bunları ayyuka çıkardıktan sonra artık kendi iç hesaplaşmalarıyla baş başa kalan genç bir kadının hezeyanlı dünyasından bir hikâye çıkarıyor.

“Gece. Karanlık. Ay puslu, ağaçların tepesinde, hâlâ tam değil ama tamamlanacak, önünden bulutlar geçiyor. Yapraklar hışırdıyor, dallar eğilip kalkıyor. Tek ışık yanan ev bizimki. Perdeler tam kapanmamış, içerisi görünüyor. Babam hoşlanmazdı açık perdelerden, akşam olunca evimizle dünya arasındaki sınırlar belirgin olsun isterdi. Sanki dışarıda bir göz vardı da ondan kaçıyor gibi sımsıkı kapardı perdeleri; bu yüzden güneş batmaya başlayınca bir telaş basardı beni, korkardım ışığımız dışarı sızacak diye, bütün evin pencerelerini kontrol ederdim. Şimdi burada durmuş, büyüdüğüm bu eve bakıyorum, babamla ve sorulmamış sorularımla dolu bu eve. Belki cevaplar o kadar uzakta değildi. Babam bir ağaç olmuş, ormanı saklıyordu sürekli benden.”

“Baba”nın hayaleti

Sisler Dağıldığında’nın ana karakteri İnci, ailesini küçükken terk eden annesinin ardından babasıyla birlikte yaşamaya başlamış, ona sıkı sıkıya bağlanmış, daha doğrusu babası onu kendine sıkı sıkıya bağlamış, yukarıdaki alıntının tasvir ettiği bir ruh halinde yaşayan genç bir kadındır. Yakın zaman önce hayattaki tek varlığı babası da bu dünyadan göçüp gidince o da yaşamdan kopmuştur. Eren adlı sevgilisiyle kör topal giden bir ilişkisi vardır, onun dışında hesapta en yakın arkadaşı Taral dışında kimseyle görüşmemektedir.

Gülhan Davarcı

Günleri kendine üç beden büyük gelen kıyafetleriyle evinin bir köşesine sinip oturarak babasıyla yaşadıklarını düşünmekle geçen İnci’nin karşı dairesine Sedef isimli bir kadın taşınır. Sedef’in kendinden emin hali, yaşam karşısındaki duruşu, tavırları ve gizemi, İnci’nin ilgisini çeker. Bir gün Sedef, çat kapı İnci’ye oturmaya gelir. Evinin her köşesinde babasının hatırası olan ve bunu hâlâ yaşatmaya devam eden İnci’nin bu çabası, Sedef’in eve gelip bu hatıraları sormadan etmeden babasının koltuğuna yayılmasıyla sarsılmaya başlar. Bir, iki derken İnci de Sedef’in evine gidip gelmeye başlar ve ikisi sıkı dost olurlar. Sedef ne zaman İnci’ye gelse, evdeki aile albümünü, babasının İnci’yle olan fotoğraflarını, kızına aldığı hediyeleri kurcalar... Sedef’in bu tavrı, farkında olmadan İnci’nin kilit vurduğu iç dünyasını yavaş yavaş aralamaya başlar. Sedef’in, İnci’nin geçmişiyle ilgili açtığı her muhabbet, İnci’yi babasıyla birlikte yaşadıkları hayata bir adım daha yaklaştırır. “Adımlar sıklaştıkça”, İnci bu kez geçmişini hatırlamakla beraber artık onunla yüzleşmeye, onu sorguya çekmeye de başlar. Babasıyla birlikte içinde yer edinmiş her hatıra, artık İnci’nin gözünde başka bir hale bürünür ve genç kadın kendinden gizlenen gerçek geçmişine biraz daha yaklaşır… Hassas uçları açık edip okura bir kitap özeti sunmak istemediğim için kitabın konusunu burada kesmekte fayda var.

Geçmişin bilinmeyen yüküyle baş başa kalmak

Everest İlk Roman Yarışması’nın jürisi birincilik ödülünün gerekçesini yarışmanın jürisi şöyle açıklamış:

“Baba erkini deşifre etmesi, farklı biçimlerini görünür kılması, bunu yaparken güçlü bir kurgu oluşturması, dili gösteriye kaçmadan olgun ve tutumlu kullanımı, karakterin psikolojik derinliğini yansıtan başarısı nedeniyle bu dosyayı ödüle değer bulduk.”

Kelimesi kelimesine yerinde bir saptama. Evet, İnci geçmişine doğru yöneldikçe kafasında babasının bulunduğu yere tekrar göz atıyor. Onun himayesi altında olan kızını kendi yaşamına nasıl ayak uydurduğunu çeşitli şekillerde ortaya çıkarıyor. Abartılı bir biçimden kaçınan yazarın bu tutumu, İnci özelinde bir iç dökmeye dönüşüyor. Ama kitabın omurgasını oluşturan, özellikle İnci’nin psikolojik durumu. Geçmişin yükle dolu sandığı açıldıkça, ona sunulan sahte yaşamdan uzaklaşıp adım adım gerçeğe yaklaşan genç bir kadının, baş etmesi hayli zor bir yaşamın bir de öteki yüzüyle karşılaştığında içine düştüğü durumu başarıyla betimleyen Sisler Dağıldığında, pek çok yönden ilgiye mazhar olmayı hak eden bir roman.